Aşk Estetiği

Künye: Aşk Estetiği, Beşir Ayvazoğlu, Ötüken Yayınları, 8. Basım, İstanbul, 2004.

***

Bizde bu üniversal gelenekten kopuş, Batılılaşma hareketleriyle başlamış, geleneğin en büyük yapıcısı olan din hayatımızdan tecrit edilerek sadece ferdi ilgilendiren bir inanç problemi olarak sınırlandırılmıştır. (Sayfa 16)

Varlığı, görünüş yoluyla kurtarmak, ilk defa Aristo tarafından bir sanat teorisi olarak temellendirilen “mimesis” (benzetme, taklit) yoluyla mümkündür. (Sayfa 29)

Kaldı ki güzeli, insan vücuduyla sınırlayan, düzen fikrinden sonsuza geçemeyen Yunan sanatının Müslümanlara verebileceği bir şey yoktu. Nitekim Gazâlî’nin başlattığı mücadeleden sonra, Aristo felsfesi açık bir direnişle karşılaşmış, sonunda kala kala mantık kalmıştır. (Sayfa 33)

Doğulu insan, bu ihtiyacını, einfühlung’da olduğu gibi nesnelerle özdeşleşerek değil, onların görünüşteki keyfiliklerinden, tesadüfîliklerinden soyarak soyut geometrik biçimlere yaklaştırmak suretiyle giderir. (Sayfa 47)

Müslümanca eser verebilmek için, önce İslâm’ı derinliğine kavramış olmak, dolayısıyla Müslümanca düşünebilmek, duyabilmek, bakabilmek yeterlidir. (Sayfa 20)

Ruhanî aşk, sevenle sevilenin aslında bir oluşunun idrakidir. Yani gaye sevilenin maddî varlığı ve cismanî lezzetler değil, nefsin sevilende feda edilerek aslî sevginin, yani birliğin idrakidir ki, doğrudan doğruya ilahî aşkla bütünleşmeyi sağlar. (Sayfa 67)

Tek tek nesnelerde objektif olarak güzellik ve çirkinlikten söz edilmese de, bütün görünen âlem, son tahlilde, ilâhî güzelliğin tecellisinden ibaret olduğu için, sufiler, mutlak güzellikten başka bir değer bulunmadığı düşüncesindedirler. Abdülkerim Cîlî, âlemde çirkinlik namına ne varsa hepsinin itibarî olduğunu, mutlak çirkinlik hükmü kalkınca da geriye mutlak güzellikten başka bir şey kalmadığını söyler. (Sayfa 68)

İbnü’l Arabî’ye göre, peygamberin sözü geçen hadisinde kendisine kadının sevdirildiğinden bahsetmesi, Hakk’ın en güzel şekilde kadında müşahede edilmesindendir. (Sayfa 70)

Doğu’nun bilgisi, eşyaya hâkim olmaktan çok, insanın iç tekâmülünü gözeten bir bilgidir. (Sayfa 81)

Akıl, varlığı bölerek, parçalara ayırarak anlamaya çalışır. Hâlbuki marifet, tam aksine, varlığın aslî birliğini ve bütünlüğünü kavramaktır. (Sayfa 83)

Kısaca, çelişik düşünce, hoşgörüye ve kendini değiştirme yolunda bir çabaya yo açmıştır. Aristo’nun görüşü ise dogma’ya, bilime, Katolik Kilisesi’ne ve atom enerjisinin bulunmasına dek uzanır. (Sayfa 84)

Süre’yi inkâr eden, gerçekliği parçalayarak kendi bütününden bağımsız parçalar elde eden ve sonra bu parçaları gerçekte olduğundan çok farklı kompozisyonlar halinde biraraya getiren Müslüman sanatçı şekilleri mücerrede irca ede ede asıl gerçeğe, cân’a –şuurlu veya şuursuz- ulaşmaya çalışmaktadır. (Sayfa 108)

Başından beri soyuta yönelmiş olan İslâm sanatının, sanatların en somutu olan heykelde ısrar etmesi, şüphesiz, kendi kendini inkâr etmesi demekti. Ölü formlara tapmayan ve gerçeği bütün görünenlerin ardında arayan Müslüman sanatçının objektif gerçekliğe, özellikle insan vücuduna bağlılığı zorunlu olan heykelciliği hiç düşünmeden gözden çıkarması gerekiyordu. (Sayfa 111)

Fakat İslâm sanatlarında “güzel” deyince anlaşılan, Batı kaynaklı objektivist ve sübjektivist estetiklerin anladığı mânada bir güzellik değil, “mutlak güzellik”tir ve bu güzelliğin görünen âlemdeki içkinliğidir (immanent oluşudur).

Aktaran: Serdar Kocabaş

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir