Âşık Paşa’nın Eserleri: Garibnâme ve Diğerleri

Garibnâme

Âşık Paşa Garibnâme’yi mesnevi nazım şekliyle, aruz vezninin “Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün” kalıbıyla kaleme almış ve altmış yaşında iken 730/1330 yılında tamamlamıştır. Eserin dört nüshasını mukayeseli ve tenkitli olarak neşre hazırlayan Prof. Kemal Yavuz’un sayımına göre Garibnâme’de 10.613 beyit bulunmaktadır (2000: XLVI). Bu hâliyle 14. asrın en hacimli eseridir. Telif bir eser olması kıymetini daha da artırmaktadır. En eski nüshası 15. asırda istinsah edilen Garibnâme’nin 115 nüshası tespit edilmiştir. Bunun yanında Garibnâme’den yapılan seçkilerle Esrar-ı Hakayık ve Rumuz-ı Dekayık, Zübdetü’l-Esrar, Tasavvuf Risalesi gibi adlarla birtakım risaleler de derlenmiştir (Yavuz, 2017: 266). Bu veriler Garibnâme’nin çok okunan muteber bir eser olduğunu göstermektedir.

Garibnâme on baptan oluşur. Giriş bölümünde, her babın ikişer beyit ile tanıtıldığı bir kısım vardır; sonra tevhid, münacat, naat ve ashaba övgüler yer alır. Her bap sırasıyla birden ona kadar bir sayıya tahsis edilmiş ve her bapta o sayıyla ilgili on destana yer verilmiştir. Âşık Paşa’nın dâsitan olarak adlandırdığı bu bölümlerde meseller anlatılır; bazen doğrudan bazen temsil yoluyla öğütler verilir ve yer yer ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerin tefsiri yapılır. Garibnâme birinci baptan onuncu baba kadar genişleyerek katman katman büyür; birinci bap 374 beyti barındırırken, beşinci bap 815 beyti, onuncu bap 1714 beyti içerir. Garibnâme’nin birinci babında birlik kavramı etrafında bir olanlar anlatılır; birlik hem vahdet hem beraberlik anlamında kullanılır ve birlikten doğacak kuvvetin ehemmiyeti vurgulanır. İkinci babında zıtlıklar etrafında dünya ile ahiret, yer ile gök, cismanilik ve ruhanilik gibi iki olanlar anlatılır. Üçüncü babında zaman, para ve sultanlık gibi konular üç başlık altında anlatılır. Dördüncü babında anâsır-ı erbaa ve cennetteki dört ırmak gibi nesneler anlatılır. Beşinci babında ceviz, âlem, sofra gibi temsiller beş başlık altında anlatılır. Altıncı babında âlemin altı günde yaratılması, ekin ekmek, tevazuun önemi gibi konular anlatılır. Yedinci babında yedi yıldız, insanın yedi uzvu, ruhun yedi konağı gibi yedi olanlar anlatılır. Sekizinci babında sekiz cennet, Hz. Hızır’ın kerametleri ve zenginlik gibi konular anlatılır. Dokuzuncu babında dokuz felek, sözün mahiyeti ve alplığın şartları gibi konular anlatılır. Onuncu babında aşere-i mübeşşere, ilmin üstünlüğü gibi konular anlatılır ve son dasitanda kitabın niçin on bap olarak tertip edildiği açıklanır. Âşık Paşa’ya göre hesabın aslı bir, haddi ondur. Allah Kur’an-ı Kerim’de dostlarını on kez övmüş, düşmanlarına on kez lanet etmiştir. Hz. Musa’ya on emir göndermiştir. Fakirlere verilen öşür, mahsulün onda biridir. Bu ve benzer sebeplerle kitabını on bap, her babı da on dasitan üzere tertip ettiğini açıklar.

Âşık Paşa’nın eserini nasıl bir anlayışla kaleme aldığını, hangi ilimlerden istifade ettiğini veya ilmi nasıl algıladığını anlamak adına beşinci babın üçüncü dasitanına dikkat kesilmek gerekir. Bu dasitanda ilimler tasnif edilir ve hangi ilmin neye yaradığı açıklanır. Buna göre Allah’ın insana verdiği beş ilim vardır ve bunlar insan bedeninde beş yere bağışlanmıştır: Zahir, ibret, hikmet, esrar ve kudret ilimleri.

Zahir ilmi nefis içindir, nefiste yer tutmuştur; ona doğru yolu göstermek ve onu şeytanın yağmasından kurtarmak için verilmiştir. Bu ilim olmasa nefis karanlıkta kalacaktı.

İbret ilmi akıl içindir, akılda yer tutmuştur; bu ilim sayesinde akıl görmediğini görür ve hayrete düşer, ibret âlemin üstüne yazılmış, ilmi de aklın içine gizlenmiştir.

Hikmet ilmi gönül içindir, gönülde yer tutmuştur; hikmet gönülden kaynayıp coşarak dile gelir.

Esrar ilmi can içindir, canda yer tutmuştur; can yaratıldığı ezel deminden beri esrar ile söyleşip durur, onların birbirinden ayrılmaları mümkün değildir, ebedî olarak birlikte kalacaklardır.

Kudret ilmi zat içindir, zat içinde yer tutmuştur; kudret ilmi bütün ilimlerin canıdır ve zat içinde Allah’ın ışığıdır.

Zahir ilminin delili âyetler ve hadislerdir. Nefis isyana ve gevezeliğe meyillidir, hiç kimsenin sözünü kabul etmez, onu ancak Allah’ın ve Resul’ünün sözü susturur.

İbret ilminin misalden başka delili yoktur, misal verilmişse karşı gelinmeden kabul edilir. Çünkü ibret cihanda yazılı, sırrı da varlıkların kendilerinde gizlidir. Akıl ibreti görür; ya o ibretin bulunduğu varlığa dair bir mesel anlatır veyahut cihandan bir örnek getirerek o cismin ibretini bildirir. İbret ilminde delilin misal olduğunu “Bu misalleri insanlara, olur ki düşünürler diye söylüyoruz.” (Haşr, 21) âyetinde Allah Teâlâ haber vermektedir.

Hikmet ilminin apaçık bir delili yoktur. Hikmeti dinleyenin sadık olması gereklidir. Hikmet Hakk’ın sözüdür, delili müminin sıdkıdır. Sadık olmayana hikmet verilmez, yalnızca sadıklara verilir. Hikmete lâyık olan sadıklar ahirette Ebu Bekir-i Sıddık (ra) ile birlikte haşrolunacaklardır.

Esrar ilminin delili sevgidir çünkü sevgi can içinde bulunur. Sır sevgiyle ve sevgiliye açılır. Can canı sevince ona sırrını açar. Bu ancak birbirini seven dostlara bağışlanmıştır.

Kudret ilminin delili her dediğini yapmaktır. Kudret güç yetirmektir, can almak, can vermek, yapmak, yıkmak gibi her ne iş olursa onu işlemeye gücü yetmektir. Söylediğini eksiksiz yapana delil gerekmez. Hakk’ın apaçık hükmünü icra etmesi bu ilme nişan olarak yeter. Kudret ilmi haktır, onu işleyen Hakim-i Mutlak’dır. Kudret ilminin farkında olan bu ilimden nasipdar olur; bu nasipli insanlar Hakk’ı bilir, görür ve gösterirler.

Elvan Çelebi de Garibnâme’nin zahir, batın, ibret, hikmet ve esrar barındıran kudret (ledün) ilmiyle yazılmış bir kitap olduğunu belirtir (Elvan, 2017: 380). Âşık Paşa ve Elvan Çelebi’nin söylediklerinden hareketle Garibnâme’nin bu ilimlerin hepsiyle, ama daha çok ibret ve hikmet ilmiyle yazıldığı söylenebilir. Bunu Âşık Paşa da bizzat ifade eder:

Gördüm uşbu ‘âlemi ‘ibret tolu / ‘Âlem içre âdemî hikmet tolu
‘Âlem içre gördügüm ‘ibretleri / Âdemîde buldugum hikmetleri
Bir yire dirşürdüm oldı bir kitâb / Oldı bünyâdı anuñ on dürlü bâb

Âşık Paşa âleme, insana ve bütün mahlûkata ibret nazarıyla bakar ve müşahede ettiklerini hikemî bir üslûpla anlatır. Bunun yanında bazen şeriatın gereklerini telkin ederek zahir ilmine, bazen tasavvufî sırlardan bahsederek esrar ilmine, bazen de Hakk’a ayna olmak/tutmak isteyen bir şevkle kudret ilmine başvurur. Garibnâme, zengin bir birikimin, engin bir tecrübenin verimidir ve insanları irşat etmek için kaleme alınmıştır. Âşık Paşa’nın âlim bir sûfi ve idareci olarak Anadolu ahalisini çok iyi gözlemlediği ve tanıdığı muhakkaktır. Aynı coğrafyada birlikte yaşadığı insanların neye ihtiyacı olduğunu bilen ve bu ihtiyacı karşılamak için dertlenen bir tavırdadır. Birlik ve dirliği temin etmenin yolu olarak tasavvufu gösterir. Bunun yanında dünyevî işlerin tertip ve düzenine ilişkin fikirler sunmaktan geri durmaz. Bir ahiret adamıdır ama bütünüyle dünyaya kayıtsız değildir. Fikirlerinin insanlara ulaşmasını, tesir etmesini ister; bu yüzden Garibnâme’yi halkın anlayacağı şekilde Türkçe kaleme almıştır. Bir cümle ile ifade etmek gerekirse Garibnâme önemli bir dil yadigârı olması yanında, yazıldığı devrin zihniyet dünyasına ilişkin önemli ipuçları barındıran, aynı zamanda bugünün insanına manevi rehberlik yapabilecek mahiyette bir eserdir.

Diğer Eserleri

Fakrnâme. Tasavvufî muhtevalı bu eser 201 beyitten ibarettir. Roma (Biblioteca Gasanatensa Turca, nr. 2054) ve Manisa (Murâdiye Ktp., nr. 1153) kütüphanelerinde iki nüshası vardır. Bu nüshaları tespit eden Agâh Sırrı Levend Roma’da bulunan nüshayı Latin harfleriyle neşretmiştir. Bu mesnevide salike, dünya nimetlerini 16 önemsemeden kanaat etmesi, alçak gönüllü olup nefsine uymaması, gafletten uzak kalarak kendini bütünüyle Hakk’a vermesi telkin edilmekte; seyr u sülûku tamamlamanın, fenafillah makamına ermenin ve Hakk’ın didarını görmenin ancak fakr ile yani alçakgönüllülük ile mümkün olduğu vurgulanmaktadır (Kut, 1991; Erkoç, 2005).

Vasf-ı Hâl. Bu eser de 39 beyitten ibaret küçük bir mesnevidir. Roma ve Manisa’da iki nüshası vardır. Roma nüshası Agâh Sırrı Levend tarafından latinize edilerek neşredilmiştir. Bu eserde Âşık Paşa’nın adı geçmez fakat Garibnâme’nin bazı nüshalarının sonunda yer alması, eserin Âşık Paşa’ya ait olduğu fikrini güçlendirmektedir. Geçmiş, gelecek ve bugünden bahsedilen eserde içinde yaşanılan anın kulluk vazifelerini ihmal etmeden iyi bir şekilde geçirilmesi salık verilmektedir (Kut, 1991; Erkoç, 2005).

Hikâye. Bu da yine 59 beyitlik küçük bir mesnevidir. Raif Yelkenci’ye ait bir Garibnâme nüshasının sonunda yer aldığını tespit eden Agâh Sırrı Levend bu risaleyi de Latin harfleriyle yayınlamıştır. Hikâyenin başlığı yoktur. Eserde bir Müslüman, bir Hıristiyan ve bir Yahudi’nin helva yeme konusundaki hilelerinden bahsedilir; Yahudi rüyasında Musa (as) ile Tur Dağı’na çıkar, Hıristiyan ise rüyasında İsa (as) ile Beyt-i Mamur’a gider. Onlar rüya âleminde gezedururken Müslüman gece kalkıp helvayı yer. Âşık Paşa iddia sahibine karşı mana sahibinin her zaman galip geleceği fikrini işler ve mesneviyi kendini boş iddialardan kurtarması için Allah’a yakarışla bitirir (Kut, 1991; Erkoç, 2005).

Kimya Risâlesi. Çorum İl Halk Kütüphanesi’nde 2889 numarada kayıtlı bir mecmuanın içinde bulunmaktadır. Bu nüshanın Âşık Paşa’ya aidiyetini Agâh Sırrı Levend şüpheli bulsa da, Erkoç, Kimya Risâlesi’nin tek nüsha olmadığını, İstanbul Belediyesi Kütüphanesi Muallim Cevdet bölümünde 180 numarada kayıtlı olan bir mecmuanın 92-94. sayfalarında üç sayfa olarak yer aldığını, ayrıca Çorum Hasan Paşa Kütüphanesinde 2908 numaralı mecmuanın altıncı kitabı olan Huzuv Dîvân-ı Hikmet li-Âşık Paşa adlı eserin Kimya Risâlesi ile aynı muhtevaya sahip bir eser olduğunu, beyitlerinin büyük çoğunluğu aynı olan bu manzumeden hareketle Kimya Risâlesi’nin Âşık Paşa’ya aidiyetinden şüphe edilmemesi gerektiğini kesin bir dille belirtir (2005: 91-92). Bu risalede çeşitli maddelerin karışımıyla altın ve gümüş elde etmenin yolları anlatılır.

Risâle fî beyâni’s-semâ (Sema Risalesi). Eserin adına Bursalı Mehmed Tahir’in Osmanlı Müellifleri’nde atıf yapılsa da bahsedildiği gibi Manisa Muradiye Kütüphanesinde bu eser bulunamamıştır. Eserin Süleymaniye Kütüphanesi Fatih Kitaplığında bulunan 5335 numara ile kayıtlı mecmuada beşinci kitap olarak (v.103b-107b) sayfaları arasında yer almakta ancak bu eserin Âşık Paşa’ya aidiyeti şüpheli görülmektedir. Bu hususta Kut (1991), Fatih Kitaplığındaki risâlenin konusu ile Garibnâme’nin dördüncü babının üçüncü dâsitânı arasında yakın bir ilgi bulunduğunu, Ahmet Kutsi Tecer’in hakkında bir inceleme yazısı yazdığı bu risâlenin mensur olup içinde yer yer manzum parçalar barındırdığını, Bursalı Mehmed Tâhir’in Manisa’da gördüğünü söylediği risâlenin bir üçüncü nüshasının da Ankara’da Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi 320 numarada kayıtlı eski bir Garibnâme nüshası sonunda yer aldığını belirtmektedir.

Tasavvuf Risalesi. Tasavvuf Risalesi adıyla Süleymaniye Kütüphanesi Uşşakî Kitapları arasında numara 350’de kayıtlı mensur bir risale olup 108 varaklı bu nüsha Cihan Okuyucu tarafından tespit edilmiş, yine Agâh Sırrı Levend’in tespit ettiği Vücûd-ı İnsan adıyla benzer mensur bir risale Ankara DTCF, M. Can kitapları arasında 88 numarada kayıtlı bulunmakta; bu iki risalede Garibnâme’nin 3. babının 4. dasitanından başlayarak tasavvufî konular özetle aktarılmaktadır (Erkoç, 2005: 93- 94).

Mevlid. Bosna’da bulunan Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi’nde “Mawlûd” başlığı altında, 6040 arşiv, 187 dvd numarasında kayıtlı olup 940 beyti manzum, 79 satırı mensur bir eserdir; Büşra Bulut tarafından yüksek lisans tezi olarak çalışılmıştır (Bulut, 2017: 25). 1838 yılında istinsah edilmiş bu nüshayı latinize eden ve inceleyen Bulut, Garibnâme ile bu metni muhteva, imla, şekil bilgisi ve üslup özellikleri yönünden mukayese ederek bu eserin Âşık Paşa’ya ait olduğu sonucuna ulaştığını zayıf bir şüphe kaydıyla belirtmektedir.

Şiirler. Âşık Paşa’nın şiirlerinin 28 tanesi Sadettin Nuzhet Ergun, 67 tanesi Abdülbaki Gölpınar tarafından daha önce neşredilmiştir (Gölpınarlı, 2008). Kemal Yavuz ise Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesindeki bir mecmuada Âşık Paşa’ya ait şiirler tespit ettiğini ve bunları neşre hazırlayacağını ifade etmiştir (Yavuz, 2017: 267; Erkoç, 2005).

Son olarak Dâsitan-ı Mâzî ve Müstakbel ü Hâl, Dâsitân-ı Su’âl-i Acîb ü Garîb, Dâsitân-ı Hammâl, Dâsitân-ı Seyyid ve Şeyh ü Müftî gibi Garibnâme’nin içine girememiş küçük eserlerinin varlığından bahsedilmiştir (Yavuz, 2017: 267).

Feyyaz Kandemir


Kaynakça

Âşık Paşa. (2000). Garib-nâme (4 Cilt). Haz. Kemal Yavuz. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Bulut, B. (2017). Âşık paşa’nın mevlidi inceleme – metin. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Gazi Üniversitesi.
Elvan, Ç. (2017). Menakıpu’l-Kudsiyye. Haz. Mertol Tulum. Çizgi Kitabevi.
Erkoç, E. (2005). Âşık Paşa ve Oğlu Elvan Çelebi. (Şahsi Yayın). Çorum.
Kut, G. (1991). “ÂŞIK PAŞA”, TDV İslâm Ansiklopedisi. https://islamansiklopedisi.org.tr/asik-pasa#1
Yavuz, K. (2017). Bir Ömrün Yazıları – I, Nizamiye Akademi Yayınları.

 

Âşık Paşa’nın Ailesi, Hayatı ve Düşünce Dünyası -Feyyaz Kandemir

 

 

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • ağansoy , 06/02/2024

    doğru söyle doğruta benziyen yalanı söyleme ubeydüllah ahrar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir