Akıllı Türk Makul Tarih

Künye: Akıllı Türk Makul Tarih, İhsan Fazlıoğlu, Papersense Yayınları, 2. Baskı, Ocak 2015.

***

Tarih, bir gelecek idrâkidir; bir milletin gelecek idrâkine aktarılan geçmişi o milletin tarihi olur. Bu nedenledir ki, Türkiye’de siyasal hareke dönüştürülen sosyolojik aidiyetler, ciddi bir kürtürel/ tarihî bakış açısına (perspektif), gelecek idrâkine sahip ol(a)madıklarından politik alanda kısa süreli başarılı olsalar da, milletin tarihi de siyasî çıkar öbekleri arasında simgesel şiddetin bir aracı hâline gelmektedir. (sayfa 22)

Bir milletin canı, nefsi ve ruhu tarihi olduğuna göre, bir milleti anlamsızlaştırmak da o milletin tarihteki eylemini, eylemlerini anlam-değerden arındırmak demektir. 1876’da Rus Generali Michail Grigor Cernayev’in “Demek ki, yalnızca Türkleri değil, onların tarihini de yenmek lâzım.” derken kastettiği buydu. Tekrar pahasına, bilginin, irâdenin ve kudretin, dolayısıyla aklın cisimleştiği eylem, yani tarih bir milleti var-kılar. Çılgınların yaptığı tarihe gelince, yalnızca Avrupa Birliği’ne girmeye yarar. (sayfa 30)

XIX. yüzyıl sonunda İstanbul’daki bir fabrikayı gezen Alman seyyahın vurguladığı gibi: “Türkler tembel değiller; yalnızca ara sıra dışarı çıkıp gökyüzüne bakmak isterler. Türkler şair millet; onları dört duvar arasına hapsedemezsin; çünkü fabrikaların seması yok.” Öyleyse gökyüzüne bakabilmek için şairâne bir duruşa gerek var. Gökyüzüne baktığınızda yeryüzünü de fark edersiniz. (sayfa 40)

Türk milletinin koyunluğundan şikâyet edenler bu milletin misyonundan rahatsız olanlardır hiç şüphesiz. Ancak ilginç olan, Türk milletinin koyun niteliğini tahkir edenler, çoban ve çoban köpeği sorununa pek dokunmazlar. Yakın tarihimiz Türk milletinin sürü olma, yani sadakatin, şefkatin, birbirine muvafakatın, ülfetin ve itaatin olduğu, birbirine sürtünmekten, temas etmekten hoşlanan, birbirine menfaati dokunan, birbiri için yaşayan, kısaca birlikli ve dirlikli olmaya çalışan biçiminde özetlenebilecek sıfatlarını törpüleme tarihidir. Tüm bu törpüleme sürecinde çoban ne yaptı, çoban köpeği nerelerdeydi? Konuşulması gereken sorular bunlardır. (sayfa 46-47)

Ancak denildiği gibi sorun bir şey araştırmak değil; yalnızca muhafazakâr kesimin -belki de muhafazakâr demokrat kesimin demeliyim- Avrupa’yı ve Avrupa Birliği’ni kolayca benimsemesini; çocuklarının da tıpkı Tanzimat ve Meşruiyet münevverlerinin çocukları gibi son aşamada erimesini sağlamaktır. Belki o zaman geri kalanları, nispeten direnenleri konuşulabilir Türk- ya da diyaloğa hazır Türk hâline dönüştürebilirler. Kim bilir? ( sayfa 51)

Bilmekten korkanlar belirsizliğe sığınırlar; tarihten korkanlar da mite… Hâlbuki bir milletin geleceği korkuya, dolayısıyla mite dayalı inşa edilemez. Değil mi ki İstiklâl şiirimiz “Korkma!”diye başlıyor. (sayfa 62)

Boş bir kabı doldurmak kolaydır. Uzun ve güçlü bir tarihî, dinî, siyasî, ahlakî, vs. bikrimi olan, kısaca dolu olan Türk toplumunu nasıl başka bir şeyle dolduracaksınız? Elbette mevcut olanı boşaltarak; bunun için de mevcut her hasleti, birikimi, her türlü aracı kullanarak kötüleyerek, karalayarak, tahrik ederek, kısaca Türk milletini Türksüzleştirerek! Bir boşalan kabı, başka bir şeyle doldurmak kolaydır: Yosmayla, damızlıkla, turistle… (sayfa 66-67)

İyi oynayan futbolcusunu Avrupa’daki herhangi bir futbolcuya benzeterek idrak edebilen, yapılan her iyi işi “Avrupalı gibi yapmak” sıfatıyla nitelendiren, düşündüğü her konuda “ Acaba bu konuda Avrupalılar ne diyor?”diye soran, kendi ülkesinin insanını adam yerine koymak için Avrupa’nın ya da Batı’nın baskısını bekleyen, tüm yaşama pratikleriyle, tüm gelenek ve görenekleriyle ‘Avrupalı’ gibi davrana kişilerin; tekrar pahasına, Türkiye’de bin yıldır, insanların kanına işlemiş Türkî her şeye başka sıfatlar yükleyerek karşı çıkanların, kısaca, Türkiye’yi Avrupa kültürünün çöplüğü hâline getirenlerin geldiği seviye “shake it up şekerim” seviyesidir. Bu kadar düşük, süflî seviyeden başını kaldırıp da Türkî değerleri tahkir eden bu şeker Türklere söylenecek tek söz şudur: “ Biz Türküz, Türkî çığırırız.” (sayfa 71)

Anglo-Amerikalıların tüm derdi I. Dünya Savaşı’nda kesin yenemedikleri, İstiklâl Harbi’nde topraklarından kovuldukları bir milleti kesin be nihaî olarak yenmek. Dirençleri kırılan, ruhları kesin yenilen içimizdeki gavurlar (Anglo-Amerikanlaşmış devşirmeler) bu duruma çok güzel bir örnektir… Ancak son zamanlarda yaygınlaşan gelişmeler ister istemez insana şunu düşündürtüyor: Yoksa kesin yenilmeye mi başladık? (sayfa 75)

Başkalarının hikâyelerini, masallarını ve destanlarını ancak kendi hikâyelerini, masallarını ve destanlarını bilen bir millete mensup insan anlayabilir. Bundan dolayı bir millet olarak biz Türkler kendi hikâyelerimizi, masallarımızı, destanlarımızı korumalı ve birbirimize aktarmalıyız; kendimizi ancak böyle koruyabiliriz. (sayfa 88)

Ancak ne acıdır ki, günümüz Türkiye’sindeki dinî hassâsiyeti yüksek kesimler, muhafazakârlar, İslâmcılar, milliyetçiler, -her ne ad verilirse verilsin- tarihlerini yüklenmek için bırakınız bir perspektife sahip olmayı, sahîh bir niyet ve donanıma, hatta etik bir tavra bile çoğunlukla sahip değiller. Son söz: Müslümanları sevmeyenler İslâmcılığa sığınırlar. (sayfa97)

İlginçtir, İnsan Hakları Beyannamesi yayınlamak da sorunu çözmüyor: Tarihte ilk insan hakları beyannamesi kabul edilen Akamenit Pers İmparatorluğu’nun kurucusu II. Kyros’un (M.Ö. 529) Kyros Silindiri’nde dile getirdiği ilkeler yine kendisi tarafından çiğnenmiştir; tıpkı modern Avrupa ve Amerika’nın kendi yayımladığı beyannameyi siyasî bir baskı aracı olarak kullanması gibi… (sayfa 128)

Sonuç, yabancı tarih öğretmeninin o yemekte artık susmama neden olan şu cümlesidir: “Elitleriniz, entelektüel seviyede, kusura bakmayın ama, Latin alfabesi kadar Türkler!” (sayfa 165)

Evet! İnsanlar bir akîde, bir kültür ve bir medeniyet olarak İslâm’dan yani kendilerinden utanmakta ve kaçmaktadırlar; ancak unutulmamalıdır ki, her kaçış bir sığınma ile biter. Çünkü insan yalnızca sorularla yaşayamaz; önünde sonunda ya kendine has bir yanıt bulur ya da hazır yanıtlara sığınır; sığıntı olur. Öyleyse soru şudur: Muhafazakârlar, dindarlar, insanlara utanmayacakları, kaçmayacakları bir sığınak teklif edebiliyorlar mı? Teklif sahibi olmak! İşte bütün mesele! (sayfa 169)

Aktaran: Muhsine Fatma Türk 

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Muratbeyoğlu , 23/03/2020

    Otuzlarda tarihimiz adına yazılanları hatırladıkça… Şükür ki ecdadımız, İnşallah, tarih ve kimliği ile ilgili başlayan sorgulamalarla daha iyi, hakkettiği, olması gereken yerlere gelecektir düşüncem. Yoksa, tarihi süreç incelendiğinde milletimiz hakkı gasbedilenlerden olmaktan kurtulamayacaktır. Bu görevi de elbette samimi, yürekli ve çalışkan olanlar ancak yapabilecektir ve İnşallah…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir