Künye: Ve’l-Asr, İsmet Özel, Şule Yayınları, 5. Baskı, İstanbul, Kasım 2010.
***
“Arabistan’a giden Anadolu köylüsü şöyle demiş: Bu Araplar da pek tuhaf! Adamların ezanı Türkçe, Kur’anı Türkçe; fakat konuşmaya gelince karıştırıyorlar işi!” (sy, 29)
“Doğrusu Gazzali ile birlikte çizilen bir sınır söz konusudur ve bu sınır Batı düşüncesini sonunda nerede olduğunu tespitte çaresiz bırakan eğilime son veren sınırdır. Yani Kur’ân-ı Kerîm’in bireyci budalalığa son verdiğini böylelikle anladık.” (sy, 33)
“Kimse eğlence olsun diye düşünce özgürlüğü istemiyor. Başka bir şey istediği için düşünce özgürlüğünü bahane ediyor. Öyleyse kestirmeden gidelim ve doğrudan istenilen ‘o şey’ neyse onu tartışalım. İşte o zaman göreceğiz ki düşünceler iyi ve kötü diye bir ayırımı gerektirirmiş. (sy, 38-39)
“Madem ‘canlı kalmak’ ifadesinin anlamı biz insanlar için ot gibi veya it gibi yaşamayı kapsamıyor; o halde insan hayatının kendine mahsus alanına dair bir anlayışımız, bir şuurumuz olsa gerek.” (sy, 45)
“Tehlikenin doğduğu yerde gelişme fırsatı ortaya çıkıyor.” (sy, 49)
“Yahudilerin din büyüklerinden olan Hillel’in şu sözleri pek ünlüdür: Eğer ben kendimden yana değilsem kim benden yana; ve kendi nefsimden olmamakla ben neyim? Eğer şimdi değilse ne zaman?” (sy, 50)
“Öğretim ve eğitim tek boyutlu insanlar üretmeye, imal etmeye hasredilmişse, musikiyle ruhsal bir ilişki kurmuş olan kişiler bu kalıplaştırıcı alandan derhal şahsiyet arama alanına sapar. İslam kültüründe musikinin tekkede yuvalanmış oluşu tasavvufun ilmi edebe, şahsiyet inşasına sıkıca irtibatlı sayan anlayışının payı büyüktür.” (sy, 62)
“Kemalist devrimler toplumda büyük kargaşa doğurmadıysa bunun sebeplerinden birisi değişimin bir yükselmeyi, bir tırmanma çabasını gerektirmeyişiydi. Aşağı inmek yukarı çıkmak kadar zahmeti gerektirmiyordu. Osmanlı hayatını yürütebilme başarısını göstermiş insanlara Cumhuriyetle gelen yaşama tarzı ‘hafif’ geldi.” (sy, 72-73)
“Osmanlı Devleti ömrünü uzatabilmek için topraklarını kaybede kaybede yaşama yolunu seçmişti. Türkiye Cumhuriyetinin kaybedecek toprağı kalmamıştı. Eğer bundan fazlasını kaybederse devlet olarak varlığının izahı pek kolay olmayacaktı. Toprak feda edemediği için kültürel değerlerini feda etti. Müslümanlığını pazara çıkardı.” (sy, 73)
“Türkiye Cumhuriyeti verecek cevap bulamayınca inisiyatifi yine galipler alıyor ve ‘madem adaptasyonda aksaklık gösteriyorsun, yeni sözler ver bari’ diyorlar. ‘Büyük düş kurmamak yetmez, büyük düş kurdurtmayacağına da söz ver!’” (sy, 74)
“Aileler, çocukları doğunca
Parlak zekâlı olsun istiyorlar.
Bana bakın bütün ömrüm boyunca
Zekâm sebebiyle kaldım nâçâr,
Tek ümit kendini doğan yavrunun
İdraksiz, kafasız bir odun
Olarak âleme göstermesidir.
O zaman bahtı açılır da onun
Kabinede bir bakanlık alabilir.
Bu şiiri 1036-1101 yılları arasında yaşamış Çinli şair SU TUNG-P’O oğlunun doğumu üzerine yazmış.” (sy, 84)
“Skandal kelimesini tercüme etme gayretiyle bu kelimeyi dilimizde ‘rezalet, kepazelik’ gibi karşılıklar verilmeye çalışılmıştır. Şimdi Türkiye’ye bakın: Rezalet ortada, ama kimsenin rezil olduğu yok. Kepazelik diz boyu, yine de kimse kepaze edilemiyor.” (sy, 111)
“Ortada kepazelik olduğu halde kimse kepaze edilemiyorsa bunun açıklaması toplumun işlenen suça bilkuvve iştirak etmesidir. Anlaşılan herkes sırça köşkte oturuyor ki başkasına taş attığı halde isabet ettirmemek için özel bir çaba göstermekten de geri durmuyor.” (sy, 112)
“Bütün bu mülahazalar tahtında ülke geleceği konusundaki bütün olumsuz belirtilerin tek tek insanların şahsiyet meselesiyle bağlantılı olduğu sonucuna mı varmamız gerekiyor? Kuşkusuz ki evet.” (sy, 148)