Künye: Mimarlık ve Felsefe, Dücane Cündioğlu, Kapı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul – Kasım 2012.
***
İnsan, ifade özgürlüğü sayesinde değil, irade özgürlüğü sayesinde insandır. İfade etmenin bir yolunu buluruz, bizim bilmediğimiz, iradenin yolu. İstemenin ve dahi tutkunun. (sy. X)
Doğal yaşamla kültürel yaşamımız, tarihin hiçbir devresinde olmadığı kadar birbiriyle çatışıyor. Akıl adına, kültür adına, uygarlık adına modern insan kendi doğasını tahrip ediyor; doğal olandan vazgeçiyor ve kültürü doğanın yerine ikame ediyor. Ne kadar kültürlü, ne kadar şehirli, ne kadar uygar ise, o kadar az doğal davranır insan! (sy. Xİ)
Bencil insanın beğeni duygusu olmaz, der İmmanuel Kant. Beğeni ve estetik, özü gereği toplumsallık duygusunu da gerektirir. Başkalarını. Toplumu değil, fakat muhakkak bir toplumu. (sy. 11)
Mabed uğruna kendini yakamadığı için mabedi yakar Herastos. Kolay olanı seçer. Varlığın(ın) kokusunu almak ister. Suda olsun aksini görmek ister. Çağırdığı kadar çağrılmak ister. Tüm istediği, başka bir şey değil, bir tek sadâdır. Duymak ve duyulmak ister. (sy. 13)
Başlıca sorun, çirkine alışmak, baka baka, göre göre çirkini kanıksamak, hadi eski tabirle söyleyeyim: çirkine itiyad kesbetmek. Karşılaştığımızda güzeli tanıyamamak ve(ya) güzeli tanıyamayacak denli çirkinleşmiş bir bakışın sahibi olmak. (sy. 19)
Ne ilginç değil mi Ezan da okunur Kur’an da. Sesin ışığı okumakla yayılır. İletmekle. Sözle. (sy. 25)
… felâket sözcüğünün bir zamanlar “feleklerin, yani yıldızların ve gezegenlerin yol açtığı musibet” anlamı taşıdığı … hatırda tutulmalıdır. (sy. 34)
Şehirlerimizin artık ruhu yok. Hastalanmıyorlar bu yüzden, sadece bozuluyorlar. Bir makine gibi. Cansız bir makine. Ruhsuz. (sy. 77)
Her varolma nedeni kaçınılmaz olarak geleceğe atıf yapar. (sy 86)
Dindarların bir zamanlar inanmaya ihtiyacı vardı, çünkü umuda ihtiyacı vardı. Toplumsal yaşamdan dışlanmıştı ve aşağılanıyordu. Şimdiyse yapmaya etmeye ihtiyacı var, yapıp ettiklerini göstermeye. İktidar olmanın gereklerini yerine getirmeye. Çünkü kendi varlığını duyumsamaya ihtiyacı var, hem de en kaba biçimde. Zahiren. (sy. 93)
Sonradan-görme, varlığını, varlıklarını göstermedikçe, göremez. (sy. 94)
Dindarlık ve asalet, özü itibariyle, luxten hoşlanmaz. Yemede, içmede, giyim kuşamda teşhir ve gösterişi bir zayıflık olarak addeder. (sy. 94)
Hakkın asıl mabedi insanın kalbidir. Tecelligâh-ı hakikî insanın gönlüdür. O mabedi ne kadar tezyin edebiliyorsak, taştan, ahşaptan, demirden mabedleri de ancak o kadar tezyin edebiliyoruz. (sy. 106)
Bugünün dünyasında insanlar her şeyin karşılığını almak istiyorlar. Bunun kelimesi kelimesine maddî bir karşılık olması gerekmiyor. Ahlâklı bir davranış gösteren kişi de ahlâklı olarak tanınmak istiyor. Modern insanın bakışaçısı bu! (Tarkovski’den alıntı) (sy. 120)
İnsan en çok ne zaman doğal olur ve/veya en çok ne zaman kendi olur? Elbette, kızıp öfkelendiğinde ve/veya şiddetle arzulandığında. Niçin? Çünkü insan ancak kendini (akıl yoluyla) kontrol edemeyecek denli duygularının tesirinde olduğu zamanlar tüm çıplaklığıyla bâtının gözler önüne serer. En doğal ânı, hakikatte en duygusal ânıdır.(sy. 123)
Aktaran: Serdar Kocabaş