Akıl Defteri: Cemil Meriç ile Sohbetler – II

 

Künye: Halil Açıkgöz, Cemil Meriç ile Sohbetler, Doğu Kütüphanesi Yayınları, İstanbul 2005.

***

İnkılâplar, inkılâp değil, tahrip ameliyesidir. (…) Rönesans diye bir hareket yoktur evladım, yoktur öyle bir şey.Rönesans bir ideolojidir. Hele Almanya’da Rönesans hiç yoktur. Avrupa için Rönesans bir çürüyüştür, diyor birçok filozof. Rönesans Batı’da iktisadi bir yükseliştir. Amerika’nın keşfi, sömürgeler altın yağdırmıştır Avrupa’ya. Rönesans’ta göze hitap eden ihtişamlı mimari eserler, heykeller yapıldı sadece. Bunu orta çağın fikirlerine bina ettiler. Bir ahmak seneler sonra kalktı bu harekete Rönesans dedi, yeniden doğuş manasına. Hâlbuki böyle bir şey yok. Rönesansın fikri kaynağı şarktaki İslam medeniyetidir. Dante şiirin unsurlarını ve ölçülerini Endülüs Müslümanlarından alır. Batı’nın zamana kadar şiirinde aşk, kadın, gül, bülbül yoktur.” [s, 69]

“İslamiyet akılla beraberdir, reddetmez aklı. Bizde devredilecek bir sınıfta yok. Batı’nın anladığı manada rasyonalizm, akılcılık bizi yıkar. Batı burjuvazisi, kendisi mistisizme sığınırken bizi rasyonalizmle baş başa bıraktı.”[s, 70]

“Batı medeniyeti istismar üzerine kurulmuştur. Kapitalizmin ahlakla hiçbir alakası yoktur, kar peşinde koşar. (…) İsmail Hüsrev ahbabımdır. 33. dereceden masondur kendisi.” [s, 71]

“Tanzimat intelijansiyası Cumhuriyet intelijansiyasından daha doğru, daha iyi neticelere varmıştır. Bir medeniyet diğer bir medeniyetten ancak malzeme alabilir. Sentez peşinden koştuğu için iki yüz seneden beri yükselemedik. Sentez Hegel’den beri gelen bir pisliktir. Kutuplar arasında zıtlık vardır, sentez yoktur. Tabiatta sentez mümkün değil. Malzeme olabilir ancak.” [s, 73]

“Hakikatte Peyami’nin de hayranı olduğu Batı kültürünün son merhalesi Marksizm’di. Peyami ise ihtiyar burjuvazinin artıklarını aldı. (…) Türkiye’de Marksist yok ve namuslu yok diye ayırmak lazım. Çöken bir cemiyette namuslu yoktur, birkaç kişi müstesna. “[s, 74]

Ömer Seyfettin bir subaydır. Belli bir devirde yaşar ve bir kültür hamulesi taşır. Batı hayranıdır. İyi bir hikâyecidir; olgunlaşmadan ölmüştür. Bir yerde faydalı, bir yerde zararlı olmuştur yazılarıyla. Dilde sadeleşme çığırını başlatmışlardır; ama dil, o noktadan Dil Kurumu’nun seviyesine gelmiştir.” [s, 74-75]

Tarık Mümtaz 150’liklerdendi. O da çok gariptir. 150 kişilik liste istemişler. 149’u bulmuşlar, liste tamam değil. Birisi çıkıp “Yahu Tarık Mümtaz’ı da yazın” demiş ve oda girmiş listeye. (…) Fransız taraftarıydı, sonradan Kemalist oldu. Sebepler malum.” [s, 77]

M.C. Kubilay gibi bir adamın anma yıldönümünü yapıyor. Bu kışkırtıcı ajan yüzünden binlerce adam asılmış. Tam bir tezatlar içinde Türkiye. Haydi, Halk Partisi yapar bunu, çünkü pisliğidir bu. Deniz Gezmiş’in yıl dönümünü yapmak bundan çok daha makul. Kaç kişi heyecan duyuyor Kubilay için? Deniz Gezmiş’in öyle ve ya böyle bir davası vardı. (…) Evvela ‘milli kültür’ olmaz ‘milli irfan’ olur. Cumhuriyetin getirdiği kültürdür, yıktığı ise irfan.” [s, 78]

“Batı medeniyeti kelime medeniyetidir. Kavga önce kelimelerle yapılır, sonra silahla. Biz medeniyet ölçülerini sadece Avrupa’da zannediyoruz. Osmanlı bir hamle medeniyetidir. Sınıf kavgaları yoktur. İnsan mukaddestir.” [s, 80]

“Cenâb’ı rejime ters düştüğü için yediler. O devrin en iyi bilen adamıdır.” [s, 84]

“Türkiye’nin bugün karşılaştığı mesele: Türk ve Müslüman kalarak çağdaşlaşmak. Bu, şimdiki mesele değil. XIX. asırdan beri süre gelen başlıca meselesi. Cumhuriyete kadar yollar ayrılmıyor. Cumhuriyetten sonra aydınlar dinsizdir.” [s, 82]

“Avrupa insanı kendi içinde harpte. Roman kavganın mahsulü.  (…) Romanda beşerin kavgası yer almalı. Yani sen, ben, o ve ya onlar. (…) İnsan-ı Kamil’in romanı yoktur; roman kavganın mahsulüdür. İnsan-ı Kamil’in dünyasında kavga olmadığı için onun romanı yazılamaz. O sadece yol gösterir, irşat eder, yanar ve yakar. Aşk ve vecd kaynağıdır.” [s, 85]

“Bir devrin hâkim fikrinden kimse kopamaz. Abdülhamid’e herkes düşman. Avrupalıların propagandaları çok kesif. Bu coşkunluk içinde hiç kimsenin fikri tam doğru olamaz. Cemaleddin Efgani ve Abduh ikisi de İngiliz ajanıdırlar. … 1908’de bunları görme imkânı yoktu. Hoca Tahsin de madrabazın tekidir. O devirde dürüst olan sadece Namık Kemal’dir.” [s, 98]

Kafka kadar âdi bir adam gelmedi edebiyata. Pis âdi. İmanını kaybetmiş, pısırık, ezik bir adam.” [s, 100]

“Tolstoy’un tenkitleri görülmeden Shakespeare nasıl incelenir? Tolstoy Shakespeare’den daha büyük bir insan. Shakespeare, aslında İngiliz emperyalizminin empoze ettiği bir adam, diyor Tolstoy. Shakespeare’de insan yoktur, bir gevezedir Shakespeare.” [s, 101]

“İnsan, iman demektir. Allah inancı kaldırılırsa, bütün mukaddesler iflas eder.” [s, 102]

“ … 1923’ten sonra yetişen nesilleri altı okun içine hapsetmişsin. Düşünceni de. Ne demek inkılâpçılık? Milliyetçilik, tarih, dil, din demektir. İmanını, dilini, tarihini mahvet, hürriyetçiyiz de. Ortada bir şey kalır mı? Türkiye’de düşünce 1960’tan sonra başlamıştır. Daha önce yoktur.” [s, 104]

“TİP tamamen MİT tarafından kuruldu. Kemal Sülker yüzde seksen polistir. Entelektüel sayılmaz Kemal Sülker. Bana “Hatıralarımı yazsam, mezarımdan çıkarır bu adamlar” dedi. Çok namuslu bir zamanında, kafaları çektiğimiz bir sırada söyledi. 30-35 senedir içlerinde. Dokuzuncu sınıfa kadar okumuştur.” [s, 106]

“(…) Bizim bir dinimiz var. Tarihe, dine dayanmayan bir milliyetçilik kurtuluş olamaz. Cumhuriyetin en büyük hatası dinden uzaklaşmaktır. Din, sevgidir, insanlıktır. Din damarlarımızdaki her kanda mevcuttur. Bundan tecrit edilen Türk insanı kabile devri insanı gibi ayakta tutulamaz. Dilimiz de bir parça dinimizdir. Dinimizden, dilimizden, Avrupa manasında bir milliyetten bahsedilebilir; ama dinsiz düşünülemez. Mukaddessiz bir toplum olmaz. Bir topluma yapılabilecek en büyük kötülük, onu dini duygularından uzaklaştırmaktır.” [s, 109]

“(…) Ağaoğlu Ahmed’i anlatmak, Rusya’dan gelen Türkleri anlatmak için kâfidir. Bir prototipidir onların. Rusya’da tahsil görmüşler. Gururları kırık. Burada yeni bir vatan bulmuşlar ve büyük laf söylemek istemişlerdir. Ziya Gökalp böyle bir adamdı. Fakat büyük bir milliyet nazariyecisi olarak takdim edildi.” [s, 109]

“(…) Yunanperestlik’de Yahya Kemal ile Yakub Kadri’nin madrabazlıklarını anlatır. Her ikisi de zekidirler. Yahya Kemal daha sonra vazgeçer Yunanperestlikten, kütlede bir alaka görmeyince. Fakat Yakub Kadri’de sonuna kadar devam eder. Kemalizm ortaya çıkınca ikinci planda kalır. Kemalizm de Yunanperestliğin bir devamıdır Yakub Kadri nezdinde zaten.” [s, 111]

“Roman hasta cemiyetin mahsulü. Bizde roman niçin yoktu? Hasta değildik çünkü. Roman hasta olduğumuz devirden itibaren var. Biliyorsunuz roman Batı’da itiraf müessesesinden çıkmıştır. Yatak odasına sokar okuyucuyu, karımla nasıl yatıyorum, bak, der. Hüseyin Cahid, “Avrupa, Fransa aile hayatına yakın örnek bizim Serfetifünun edebiyatımızdadır” diyor. Doğru. Tam bir fuhuş ve zina hayatı.” [s, 111]

“Zekeriya Sertel Selaniklidir. Ve Yahudidir. Sabiha da. Sabiha çok güzel bir kadındı. Bunlar Yahudi karı koca. Zekeriya bir zamanlar Turancı da, Enver Paşa devrinde. Devrin modasına uymuş. Mustafa Kemal zamanında matbaa müdürüydü, Devlet Matbaası’nın. Yani rejimin adamıdır Zekeriya. Zavallıdır. Menfaatperesttir. (…) Bence dünyada tek bir içtimai mucize var o da Osmanlı mucizesi. Yok, bilmem Yunan mucizesi, falan filan… Laf bunlar.”[s, 126]

“Tanpınar’ın cümleleri dağınıktır, toparlanmamıştır. Türk edebiyatını bir Fransız gibi görür.” [s, 153]

“Ne kadar çalışkan olursa olsun lügat kadın işi değildir. Kadının yapamayacağı işlerden biri de lügat. Roman yazar, şiir yazar. Hatta mensur şiir. Ama lügat? Hayır.” [s, 154]

Peyami Safa beyindir, düşüncedir. Hassasiyet yok. İçin için zorluyor. Yalnız Fransız ağır basıyor. (…) Tek aydınlık kafa Peyami’dir. Fakat tekrar ediyorum. Batı’yla zehirlenmiş kafa, yüzde seksen Batı’dır. Osmanlı ile mücehhez değil.” [s, 195-196]

“Millet o kadar za’fa uğramış ki, Ecevit gibi bir adamı bile sevebiliyor. Demek ki, lideri sevmek, inanmak bir ihtiyaç.” [s, 204]

“Batı’da tiyatro kiliseden çıkmıştır. Kiliseden, yani hıristiyanlıktan. Papazlar cahil halka İsa’yı, doğumunu anlatabilmek için bazı vasıtalara, gösteriş vasıtalarına başvurmuşlar. Oradan çıkmış. Yerini, zamanla, bütün diğer sahalarda olduğu gibi drama bırakmış. Yani tezatlara. (…) Tiyatro bir mekteb-i edep değildir, mekteb-i fuhşiyyattır Batı’da.” [s, 214]

Kemal Tahir’in Göl İnsanları’nı okudum, ölümünün hemen arkasından. İlk baskısını okumuştum ama demek ki, o zaman fark etmemiştim. Tuhaf, sana söylüyorum ilk defa. İkinci baskıda, ilk hikâyesi Binbir Gece’nin satır satır tercümesinden ibaret. Şaşırdım kaldım. Gerçi Kemal’in ilk kitabı ama Kemal nasıl yapar bunu? Aklım almıyor.” [s, 228-229]

Halid Ziya’nın cümleleri uzundur ve pistir. Bizde Cenab’ın ve Süleyman Nazif’in cümleleri uzundur; fakat süslüdür.” [s, 232]

“Sol, Saint-Simon’u yazdım diye düşmandır. Hakikatte kurtaracak olan Saint-Simon’dur onları da. Sol ahmaktır evladım, çünkü Stalin’e taparlar.” [s, 248]

Vatan Partisi’nin kurucusu Hikmet Kıvılcımlı’ydı. Altı üyesi vardı, beşi polis. Karısı da evlenirken Nazım Hikmetdiye evlenmiş. (…) Rusya’da para vermiyorlar. Oktay Akbal söyledi: Kitapları basılmış Rusya’da. Para vermişler vermesine de “Burada harcayacaksın” demişler. Öyle. Benim nazarımda Avrupa’nın takdir ettiği şüpheli adamdır. Avrupa bizim aleyhimizde olanlara ödül verir.” [s, 249]

“Kemal’in (Tahir) üslubu yoktur. Belki de en büyük za’fı üslupsuzluk.” [s, 251]

“Ben Yaşar Kemal’i sevmem. Nazarımda okuryazar bile değildir.” [s, 251]

“Şemsettin Sami aslında Türkçe bilmezdi. Kamus-ı Türki’yi Rumca’dan çevirdi. Soyadı biliyorsun, Fraşeri’dir.Arnavut’tur kendisi ve Osmanlı’yı parçalamak için kitap yazmıştır adam.” [s, 263]

“Yazı yazmak zor evladım. Kolay değil. Makalenin sonuna Halide Edip’in Yahudi dönmesi olduğunu yazayım mı acaba, diye düşündüm.” [s, 264]

“Ciddi olarak söylüyorum: Yazı yazmak bir bedduadır benim için.” [s, 267]

“Sesini duyurmak için bazı şeyleri feda etmek lazım. Milyonlara suçlusunuz, diyemezsiniz. Engizisyon bile muhakeme ederdi. Mihri Benli hâlâ dergi çıkarır. Bütün şirretliğini döker.” [s, 272]

“Dram Henrik Ibsen’in pisliği. O çıkardı bu tarzı. Osmanlı’da dram yoktur.” [s, 279]

Atilla’yı ceffel kalem yok saymak, Türk düşüncesini zararlı olacak şekilde ameliyat etmek demektir. Halk Partisi’nin CIA tarafından iktidara getirildiğini ilk defa bar bar bağırdı herif. Bunlar ondan sonra söylediler. İlk defa olarak o söyledi.” [s, 317]

Ken’an Rifai eğer sağ olsaydı, gider elini öperdim. Hayatta tek anlayabileceğim insandı.” [s, 344]

Türkçülük hareketinde harsi Türkçülük Batı’dan, siyasi Türkçülük Rusya’dan gelmiş. Gökalp tek satır yeni bir şey getirmemiş bence.” [s, 350]

“Ben imanımla, dilimle, zevklerimle İslam ve Türk’üm, ama kafaca Avrupalı.” [s, 354]

 

 

Aktaran: Davut Bayraklı

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • onur , 09/06/2013

    Prof. Fuat Sezgin’de Rönesans diye bir şeyin olmadığını söylüyor…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir