Akdeniz’in Doğusu

Ortadoğu deyince ne yazık ki akla kan ve acı geliyor. Ve bu acı durmak bilmiyor. Böyle büyük acıların edebiyata yansıması ise son derece doğal. Bu edebi eserlerden biri olan ve Abdurrahman Münif tarafından yazılan “Akdeniz’in Doğusu” isimli Ortadoğu’nun yıllardır değişmeyen siyasi atmosferini anlatan kitap Ketebe Yayınları’ndan çıktı.

Suudi bir baba ve Iraklı bir annenin çocuğu olarak 1934’te Ürdün’de doğan Münif henüz 3 yaşındayken babasını kaybetti. İlk eğitimini Amman’da tamamlayıp sonraları Arap dünyasındaki siyasi çalkantılar sebebiyle ailesiyle birlikte Bağdat’a taşındı. Bağdat’ta hukuk alanında başladığı üniversite eğitimi, siyasi eğilimleri ve eylemleri sebebiyle yarıda kaldı. Daha sonra Kahire’ye geçen Abdurrahman Münif burada eğitimini bitirdi ve 1958 yılında yüksek öğrenim görmek için Yugoslavya’ya Belgrad Üniversitesi’ne gitti. 1961 yılında İktisadi Bilimler, Petrol Ekonomisi alanında doktor unvanıyla mezun oldu ve Suriye’ye gelerek petrol uzmanı olarak çalıştı. 1973-1981 yılları arasında önce Beyrut’ta gazetecilik yapan Münif, daha sonra Bağdat’a geçerek burada Petrol ve Kalkınma dergisini çıkardı. 1981’de sadece roman yazmak için Fransa’ya gitti. 1987’de döndükten sonra öldüğü tarih olan 2004’e kadar Beyrut ve Şam arasında yaşamını sürdürdü. Üniversite yıllarında içine girdiği, takındığı siyasi tavrı hep korudu. Özellikle uzmanı olduğu petrolün oluşturduğu tabakalaşmayı, gelir adaletsizliğini “Tuz Kentleri” üst başlığını taşıyan beş kitaplık bir roman dizisinde işledi. Bunun dışında Arap coğrafyasında yaşanan siyasi belirsizlikler, karmaşa da birçok eserine konu oldu. Necip Mahfuz ile birlikte Modern Arap Edebiyatı’nın kurucularından kabul edilmektedir.

İşte Abdurrahman Münif’in yaşadığı bu hareketli, hararetli hayatı ve genel olarak Akdeniz’in doğusunda yaşayan insanların kendi içlerinde besledikleri dramı “Akdeniz Doğusu”nda görmek mümkün. Abdurrahman Münif ile hikâyemizdeki asıl kahraman Recep’in hikâyesi; daha küçük yaşlardayken kaybedilen bir baba, üniversite yıllarında içine girilen siyasi ortam ve daha sonraları uzunca bir seyahat gibi noktalardan örtüşüyor.

Kitapta, herhangi bir ülke ismi belirtmeksizin Ortadoğu’da bir ülkede yaşan karakterimiz Recep, ablası Enise, annesi ve eniştesi Hamit’in merkezde olduğu baştan aşağı dramla örülü bir hikâye karşılıyor bizi. Sadece ana karakterlerin değil yan karakterlerin dahi isminin anıldığı her cümle farklı bir trajediye sahne oluyor. Tabiî burada okuru (en azından beni) asıl zorlayan noktalar ise kahramanımız Recep ve arkadaşlarının hapishanede yaşadıkları… Aynılarını Münif bizzat yaşadı mı bilmiyorum fakat yaşamadıysa bile yakın çevresinde şahit olması kuvvetle muhtemel. Bütün bunlara bağlı olarak yazar bizlere kitabın önsözünde Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nden 6 maddesini hatırlatıyor. Aslında bu maddeler herhangi bir bildiride belirtilmeye gerek duyulmaksızın doğal olarak her insanın kendi aklıyla varabileceği temel yaklaşımlar.

Münif üçüncü bir anlatıcı kullanmaksızın altı bölümden oluşan hikâyeyi sırasıyla Recep ve Enise’nin ağzından anlatıyor. Bu anlatımları genellikle psikolojik tasvirler üzerinden yapan yazar bizleri anlattığı her acıya, her gözyaşına ortak etmeyi hedefliyor. Kısa sayılabilecek 200 sayfalık bu roman, anlatılan acılara daldıkça uzayıp gidiyor gibi… Bazen dramın ağırlığı kitaba bir müddet devam edememenize sebep olabiliyor.

Hayatının önemli bir bölümünü yıllarını cezaevinde geçirmek zorunda kalmış bir Doğulu’nun bakışıyla Batı’yı görmek istiyorsanız bu kitap iyi bir durak.

Rıdvan Güngör

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir