Karenliler, Kûfe’den döndükleri zaman Veysel Karanî (radıyallahu anh), kavmi arasında hürmet ve itibar görmeğe başladı. O ise bunu istemiyordu. Onun için oradan kaçtı, tekrar Kûfe’ye geldi. Bundan sonra onu gören olmadı; Herim b. Hayyân (radıyallahu anh) hariç. Herim diyor ki:
Veysel’in şefaatteki derecesinin hangi hadde ulaştığını işitince, onu görme arzusu bana galebe çaldı. Kûfe’ye giderek kendisini aramaya koyuldum. Tesadüfen Fırat sahilinde abdest alıp elbise yıkarken buldum. Kendisini tanıdım. Onu, tıpkı işittiğim sıfatlara sahip biri olarak buldum. Selâm verdim, selâmımı aldı ve bana baktı. Musafaha etmek istedim ama elini vermedi. “Yâ Veysel! Allah’ın rahmeti üzerine olsun, Allah (celle celâluhû) seni bağışlasın, nasılsın?” dedim. Halinin zayıf olması ve ona olan muhabbet ve merhametim sebebiyle beni bir ağlama tuttu. O da ağladı ve,
“Ey Hayyân’ın oğlu Herim! Allah ömürler versin, nasılsın, seni bana kim kılavuzladı?” diye sordu. Ben de,
“Benim ve pederimin ismini nereden bildin, beni hiç görmediğin halde nasıl tanıdın?” deyince,
“Hiçbir şey ilminin haricinde kalmayan ve her şeyden haberdar olan bildirdi ve ruhum ruhunu tanıdı, zira müminlerin ruhları yekdiğerine aşinadır.” diye karşılık verdi.
Bu sefer, “Bana Resûlullah’tan (s.a.v.) bir hadis rivayet et.” ricasında bulundum. Cevaben,
“Ben onunla görüşemedim ama hadislerini başkalarından dinledim. Lâkin muhaddis, müftü ve müzekkir (vaiz) olmak istemem. Zira benim işim nefsimledir, bundan vazgeçemem.” dedi.
“Okuyacağın bir ayeti dinlemeyi arzu ediyorum.” dedim.
Veysel Karanî, bunun üzerine eûzüyü çekti, hıçkırarak ağladı ve,
“Ben, insanları ve cinleri, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56)
“Biz yeri, göğü ve ikisi arasındaki şeyleri oyun olsun diye yaratmadık, bunları ancak hak ile yarattık. Lâkin insanların çoğu bunu bilmezler. Şüphesiz hakkı bâtıldan ayıran hüküm günü, hepsinin bir araya toplanacağı gündür. O gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz. Kendilerine yardım da edilmez. Ancak Allah’ın merhamet ettiği kimseler böyle değildir. Şüphesiz O, mutlak güç sahibidir, çok merhamet edenedir.” (Duhân, 44/38-42) mealindeki ayetleri okudu ve öyle bir nara attı ki az kalsın aklı başından gidiyordu. Sonra, aramızda şu konuşma geçti:
“Ey Hayyân’ın oğlu, seni buraya getiren sebep nedir?”
“Seninle huzur ve sükûn bulmak.”
Yüce Allah’ı tanıyıp da O’ndan başkasıyla huzur ve sükûn bulan birini hiç görmedim, tanımadım!”
“Bana öğüt ver.”
“Yattığında, ölümü yastığın altına koy, kalktığında göz önüne getir. Günahın küçüklüğüne bakma, kendisine karşı günah işlediğin zatın büyüklüğüne bak. Eğer günahı küçük görürsen Allah’ı (celle celâluhû) küçük görmüş olursun.”
“Nerede ikamet etmemi emir buyurursun?”
“Şam’da.”
“Orada maişetimi nasıl temin edeceğim?”
“Üzerinde şirk galip olan ve öğüt kabul etmeyen gönüllerden el aman!”
“Diğer bir nasihat daha lutfeder misin?”
“Ey Hayyân’ın oğlu! Baban öldü. Âdem, Havva, Nuh, İbrahim, Musa, Davut, Muhammed de (aleyhimüsselâm) vefat etti. Resûlullah’ın halifesi Ebû Bekir irtihal etti, biraderim Ömer de öldü. Vah, vah Ömer’im!
“Allah’ın rahmeti senin üzerine olsun, Ömer henüz ölmedi.”
“Hak Teâlâ bana Ömer’in acı haberini vermiştir. Sonra ben ve sen de öleceğiz.” dedi ve salavat getirdi, dua etti. Sonra da şöyle devam etti:
“Benim sana nasihatim şu olsun: Yüce Allah’ın kitabında gösterilen ve salihlerce tutulan yola sıkı şekilde sarıl, ölümü hatırlamaktan bir an dahi gafil olma, kavmine varınca onlara nasihat et, Allah’ın (celle celâluhû) mahlûkatına öğüt vermekten geri durma, ümmetin cemaatine (ve Ehl-i Sünnet’e) muvafakat etme, halinden bir adım bile geri atma, aksi takdirde farkına varmadan derhal dinden çıkar, cehenneme yuvarlanır gidersin.”
Sonra bir miktar dua etti. Ve,
“Ey Hayyân’ın oğlu, hadi şimdi buradan git, ne sen beni göreceksin, ne de ben seni! Seni hayır dua ile yâdedeceğim. Sen de beni duada unutma. Sen şu taraftan git, ben de bu taraftan gideyim.” dedi. Bir süre kendisiyle gitmek istedim ama bana izin vermedi ve ağladı, beni de bir ağlama tuttu. Bana anlattıklarının ekserisi Hazreti Ömer ve Hazreti Ali’ye (radıyallahu anhümâ) dairdi. Sonra ardı sıra ağladım, ağladım… Nihayet gözden kayboldu, bundan sonra bir daha kendisinden haber alamadım.
Kaynak: Tezkiretü’l-evliya, Ferîdüddin Attâr, Semerkand Yayınları, 2013, İstanbul, Sayfa 77.
Resim: George Inness