Nefsini Bilenin Rabbini Bilmesi

76. Ey Aziz kulak ver! “Nefsini bilen Rabbini bilir.” haberini sormuştun, ancak çeşitli sebepler bu meseleyi yazmaya izin vermedi. “Allah emrinde gâliptir.” (Yûsuf, 21) ne yapabilirim? Nefsi bilme konusuna dair bâzı bilgileri geçen temhidlerde duymuştun, tamâmı ise onuncu temhidde dile getirilecektir. Burada bize verilenler, söylenebildiği kadarıyla bir parça dile getirilecektir.

77. Kişi öyle bir makama erişir ki mârifet şarabıyla sarhoş olur, sarhoşluk hâli de kemâle ulaşıp kendi varlığının nihâyetine vardığında, Hz. Muhammed’in nefsi, “Andolsun ki size kendi nefsinizden bir peygamber gelmiştir.” (Tevbe, 128) sırrıyla ona âşikâr olur. “Beni gören ve bana iman edenlere müjdeler olsun.” sözü onun halinin süsü olur, öyle bir mertebe elde eder ki bundan daha büyük bir mertebe olmaz. Kendi nefsinin mârifetine ulaşan kimseye Hz. Muhammed’in nefsini bilme derecesi hâsıl olur, Kim Hz. Muhammed’in nefsini bilme derecesini elde ederse artık himmet ayağını Zatullah’ın marifetine koymuştur. “Beni gören Allah’ı görmüştür.” hadisi bu mânadadır. Kendini bilmeyen kimse Hz. Muhammed’i de bilemez, onu bilmeyen Allah’ı nasıl bilecek? Muhammedi nûrun mârifeti hâsıl olduğunda ve “Her hâlde sana biat edenler mahzâ Allah’a biat ederler.” (Fetih, 10) Hakikati ile bîat gerçekleştiğinde, “İşte bugün dininizi kemale erdirdim.”(Mâide, 3) sırrıyla sâlikin dünya ve ahiret işi tamam olur. Yani ona şöyle der: Mârifet nimetin kemâle erişti ve onu elde ettin. Hz. Muhammed’in mârifeti, sadece senin gibi havâssa özel değildir, daha umûmî ve şümullüdür. Zira bu hususta “Allah, mü’minlere kendi nefislerinden bir peygamber göndermek sûretiyle lütufta bulundu.” (ÂL-İ İmran, 164) buyurulmuştur.

78. Bu durumda salike şükür gerekir, ancak diğer şükredenler gibi bu kimse de şükrünü tam olarak edâ edemez. Rabbin mârifeti bu kimseye öyle bir mârifet bağışlar ki, bu mârifette ne ârifi ne de mârûfu bilir. Bu sebeple Ebû Bekir Sıddık şöyle demiştir: “Kişinin [O’nu] idrak etmekten âciz olduğunu bilmesi idraktir.” Yani mârifet ve idrak ârifin varlığını tamâmen ortadan kaldıran şeydir, bu hâlde ârif idrak edip etmediğini bile bilmez.

79. “Mârifeti konusunda yaratılmışlara acizlikten başka yol bırakmayan Allah’ı tesbih ederim.” Zât’ın mârifeti ve tanrılığının bilinmesi konusunda herkese izin verilmemiştir. Kim Zât’ın mertebesinin bilgisini talep ediyorsa kendi nefsinin hakikatini ayna yapmalı ve o aynadan bakmalıdır. Bu şekilde Hz. Muhammed’in nefsini tanımış olur. Sonra Hz. Muhammed’in nefsini ayna yapar, “Miraç gecesinde Rabbimi en güzel surette gördüm.” Hadisi bu aynaya işaret etmek için gelmiştir. Bu aynada “O gün bir takım yüzler Rablerine bakıp parlayacaktır.” (Kıyâme, 22-23) sırrını bulur ve âleme “Allah’ı gereği gibi tanıyamadılar.” (En’am, 91) şeklinde nidâ eder. Yâni “Allah’ın marifetine hakkıyla ulaşamadılar.” Bu makam çok yüce ve nadirdir. Buraya herkes erişemez, bu mertebeyi herkese vermezler.

80. Ey Aziz, nefsini mârifete eriş! Zira dünyadaki mârifet ahirette “likâullah” ve rü’yetin tohumudur. Ne düşünüyorsun? Diyorum ki bugün mârifet sâhibi olan, yarın rü’yet sahibi olur. Allah’tan dinle: “Her kim de bu dünyada körlük ettiyse, o artık ahirette daha kör ve gidişçe daha şaşkındır.” (İsrâ, 72) Dünyada Allah’ın mârifeti konusunda kör olan kimse, ahirette de rü’yeti konusunda kördür. Hz. Peygamber’den dinle ki bak ne buyurdu: Ahiret günü “Allah!” diye nidâ eden birisine Allah, “Benim adımı anma! Çünkü sen dünya yurdunda beni tanımıyordun, ahirette nasıl tanıyacaksın!” diye cevap verir. “Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu.” (Tevbe, 67) âyeti bu mânâdadır. Kim kendisini unutmuşsa O’nu da unutmuş demektir. Kim kendisini hatırlamışsa Allah’ı da hatırlamış olur. “Nefsini bilen Rabbini bilir. Kendi nefsinin mârifetinden aciz olan kişi Rabbinin mârifeti konusunda da âcizdir.” Ebedi saâdet kişinin nefsini tanımasına bağlıdır. Her bir insanın saâdetten nasibi mârifeti nispetindedir.

81. Allah’ın mârifeti üç çeşittir: Biri Zât’ın mârifeti, diğeri sıfatların, bir diğeri ise efal ve ahkâmın mârifetidir. Ey Aziz! Allah’ın filleri ve hükümlerinin mârifeti, nefis mârifetiyle hâsıl olur. “Kendi nefislerinizde de hâlâ görmez misiniz?” (Zâriyât, 21), “Biz onlara afak ve enfüste delillerimizi göstereceğiz.” (Fussilet, 53) Nefsin mârifeti ne kadar mükemmel olursa Allah’ın fillerinin marifeti de o derece mükemmel olur. Allah’ın sıfatlarının mârifeti ancak Hz. Muhammed’in nefsinin mârifeti ile elde edilir ki “Andolsun ki size kendi nefsinizden bir peygamber gelmiştir.” (Tevbe, 128) âyeti bu anlamdadır. O’nun Zât’ının mârifeti hakkında kimin cesâreti vardır? Bu nedenle “Allah’ın yarattıklarını tefekkür ediniz, fakat Zât’ını tefekkür etmeyiniz” buyurulmuştur. Remizle söylemek dışında Allah’ın zâtı hakkında bilgi vermek (şerh etmek) haramdır.

82. Ey Aziz! Bil ki, Allah’ın fiilleri mülk ve melekût olmak üzere iki kısımdır. Bu âlem ve içindekilere mülk, diğer âlem ve içindekilere melekût adını vermişlerdir. Bu iki cihânın dışındaki âleme ise ceberût derler. Mülkü tanıyıp ondan geçmeden melekûta, onu da tanıyıp geride bırakmadan ceberûta ulaşamazsın. Bu üç âlemden her birinde Allah’ın hazîneleri vardır. “Hâlbuki göklerin ve yerin hazîneleri Allah’ındır.” (Münâfikûn, 7) fakat bunu herkes bilmez. Ey Aziz! Lem Yezel’in Celâline yemin olsun ki mülk âleminden melekût âlemine geçmek için çok sülük etmek gerekir, yine melekût-i esfelden melekût-i a’laya yükselmek için de bu şekilde sülûke ihtiyaç vardır.

83. Benzer şekilde burada da sülük etmelidir, tâ ki “Her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğinizi Allah münezzehtir.” (Yâ-sin, 83) âyetinin güzelliği yüzünü göstersin. Bu âyette, melekût hâlıkının güzelliğini görür, “Rabbini bilir.” ona yüzünü gösterir. Fakat rubûbiyet perdesinden ulûhiyet cemâlinin perdesine erişinceye kadar “Rabbini bilir.” hakikati tamam olmaz. Ulûhiyet perdesinden izzet perdesine ulaşır. İzzet perdesinden azamet, azamet perdesinden kibriyâ perdesine geçer. Allah’ın kibriyâsının perdesinde dünya ve âhiretin mahvolduğunu görür. Böylece “Yeryüzünde bulunan her şey fânidir.” (Râhman, 26) âyeti ona, “Allah’ın kerim vechine nazar et” ve “Yalnızca Rabbinin veçhi (zâtı) bâki kalacaktır.” (Rahmân, 27) demeye başlar.

84. Bu mertebede âriften geriye hiçbir şey kalmaz, mârifet de benzer şekilde yok olur, sadece mâruf kalır. “İyi bilin ki işler sonunda Allah’a döner.”(Şûrâ, 53) âyeti bunu dile getirir. Bu makamda “Allah onları, onlar da Allah’ı severler.” (Mâide, 54) bir görünür. Bu noktadan sonra kendisine ceberût sahrâsı tecelli eder. Hallâc-ı Mansûr “ene’l-hak”, Bâyezid-i Bistâmî “sübhânî”den başka ne diyebilir? Burada sâlikten hiçbir eser kalmaz, sâdece sâlikin hâlıkı kalır. Bu makamın ötesinde hangi makam vardır? Bu mertebeden daha yüce hangi devlet vardır? Mülk ve melekût âlemine şöyle nida ederler: “Dilediğimiz zaman değişikliğe uğratıp onların yerine benzerlerini getiririz.” (İnsan, 28)

85. Ne anlıyorsun? Henüz beşeriyetin alt üst edilmesinin vakti ve yeri değilse de burada hakikatin, șerîatın mânâlarını değiştirmesinden korkulur. “Dilediğimiz zaman değişikliğe uğratıp onların yerine benzerlerini getiririz.” (insan, 28) âyetinin ne anlama geldiğini işittin mi? Bir saat benimle beraber ol da “yerine bir benzerini getirmenin” ne demek olduğunu anlayasın. Bu, kulun yaratılışına koyulan Allah’ın nûrudur. Bu nur kişiye ulaşıp parladığında, onu öyle bir hale getirir ki artık bu kimsede kendisini müşahede edecek bir şey kalmaz, “Hayır, biz hakkı bâtılın üzerine atarız da onu tamamen iptal ederiz. Bir de bakarsın bâtıl helak olup gider.”(Enbiyâ, 18) Ne güzel bir iksir! Nereden nereye? “O Rabbinden bir nurdur.” Nur üstüne nur olur ve ateş ortadan kalkar. Çünkü güneş ışığı yıldızların bulunduğu yerde parladığında yıldızların hükmü kalmaz. Sâlik burada murâdından ve bütün isteklerinden vazgeçer, her şeye gözünü kapatırsa bütünüyle göz olur. Ebü’l-Abbâs Kassab semâ ederken devamlı şu beyitleri söylerdi:

Gözün gözbebeğinde bir göze baktık,
Onu (cam) göz yoluyla besledik,
Ansızın yolumuz cemal semtine düştü,
Gözden de görülenden de âzat olduk

86. Ey Aziz! Kalp ile beden arasındaki münâzarada beden kalbe ne söyler? Beden kalbi perdelediği hâlde, kalbe neyin düştüğünü nereden bilir? Ve kalp bedene ne cevap verir? Kulak ver:

Senin gibi pek çoğunu helak ettiği halde,
Ey kalp, sevgiliyi hangi cesâretle istedin?
Gönül dedi ki sağ ol, biricik olayım diye,
Böyle bir iş için bütün bu arzum.

87. Bu sözü dünyada ancak ulûhiyetin ünsiyetine mahrem olanlar, beșerî sıfatlardan ulûhiyet sıfatlarına ulaşanlar bilebilir. Beşeriyette kalmakla birlikte, onların hakikati şu beyitlerde şöyle dile gelmiştir:

Aşkta Âdem ve Havvâ’dan söz etmek mümkün değil,
Hey! Kim ki Âdem’dendir, bizden değil,
Dediler ki bize söylediğin bu söz güzel değil,
Güneş göremeyen kimseye mahrem değil.

Bu konu hakkında artık daha fazla söz söyleyemiyorum. Bütün temhîdler de aslında “Nefsini bilen Rabbini bilir.” sözünün mânâsını beyan etmek için yazılmıştır. İyi olanı talep et, iyi düşün, dikkatli ol, beni iyi bir şekilde dinle ki bilesin.

 

Aynülkûdât Hemedânî

Kaynak: Temhîdât (Aşk ve Hakikat Üzerine Konuşmalar), Aynülkûdât Hemedânî, Dergâh Yayınları, Hazırlayan: Halil Baltacı, 1. Baskı, Aralık 2015, sayfa: 51-56)

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir