Mânevî evlilik tarîkat nikâhıyla mümkündür. Bu nikâhdan doğacak evlâda “ma’nevî evlâd” derler. Tarîkat silsilesi bunlarla devam eder. Bu konuda şeyhler farklıdır. Bazı şeyhlerin evlâdı erkek gibidir. Bunlar tasarruf sahipleridir. Kendileri kemâle erdikten sonra başkalarını da olgunlaştırmaya çalışırlar.
Bazısının evlâdı kadın gibidir ki tasarrufa gücü yetmez.
Bazısının evlâdı ise hem erkek hem kadın gibidir.
Bazısı ise akimdir (kısır).Ondan hiç veled gelmez. Belki kendi nefsi ile meşguldür.
Çünkü insanı irşad etmek bekâ âlemine dönmekle olur. Onun için hadisde “Kıyamet günü bâzı peygamberlerin ümmeti olmayacağı” haber verilir. Bunun sebebi ya başkalarını ıslah ile me’mur değildir veya kâbiliyetli kimse gelmemiştir.
Tarikat ehlinden bazı kadınlar “rical” (erkek) hükmünde olup tasarrufa kadirdir. Bazı erkekler de “nisa” (kadın) hükmünde olup tasarrufta bulunamazlar. Nitekim bazı şeyhler ârif kadınlardan feyz almışlardır.
Bazı erkekler terbiye açısından tarikat nikâhı ile başlangıçta şeyhlere zevce hükmündedirler. Bu yönden şeyhler umuma vâlide ve mürebbiye olurlar. Derler ki “ilim erkektir.” Halk onun ehline kadının kocasına baş eğdiği gibi baş eğer. Anlaşılan o ki “Nerede İlâhî ilim varsa onun sahibi merddir.”İlim perdedir dedikleri sulûkun başlangıcına göredir. Sâlik başlangıçta bütün mâsivâdan ferâgat etmelidir. Bir de ilim, cehle perdedir. Bu ise makbuldür. Çünkü ilim mutlaka kemâldir.
Tarikat nikâhı şeriat nikâhı gibi dürüst olmalıdır.Onun için zinâdan doğanlar velâyet dairesine kadem (ayak) basamazlar. Çünkü şeriat asildir. O fâsid olunca tarikat onu ıslah etmez. Bunun için velâyet ehli azdır. Çünkü şeriat ehli geçinenlerde nikâhı muhafaza az bulunur. Veled-i zina velî olmaz, ama şer’an mü’mindir. Velâyetin netîcesi sahih nikâh üzerine mebnîdir.
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem “Eğer ben bir kimseyi dost edinseydim Ebû Bekr’i seçerdim. Ancak Allah beni halil ittihaz etmiştir.” buyurur. Yani ben de bir yönden Hakk’ın dostluğunu kabul edip gayrıdan alâkayı kestim demektir. Buna göre mü’minlerin birbirleriyle alâkaları ta’lîm ve Hakk’ı tavsiye içindir. Hikmet âleminde ne türlü alâka olursa olsun makamına göre hak ile olunca hakla Hak’la alâkaya mani olmaz. Buna “hakîkî nikâh” derler. Buradan anlaşılır ki kemâl ehlinin nikâhı şer’î ve hakîkîdir. Onların zâhir ve bâtın hallerinde zinâ dedikleri ma’nâ yoktur.
Bir kimse bu zâtlara karşı kötü i’tikad taşısa sûrette nikâhı var bâtında yoktur. Çünkü i’tikâdını şeriat ve hakikatin zıddına yapıp Hakk yolundan sapmıştır. Onun için zâhir erbâbından ma’nevî evlad gelmez. Çünkü hakîkî nikâhları yoktur. Zinâ eden şer’î nikâhdan, amel ve tarikat niyyetinden hâriç olandır.
Hakîkî İzdivaç
Akl-ı evvelde olan nikâh ve imtizaç rûhânîdir. İnsan mertebesinde ise cismânîdir. Cisim ve ruh müsennâ olduğu gibi “akd”de müsennâ oldu. Sûret ma’nâ ile uygunluk buldu. Onun için akde iki şâhit lâzım geldi. Alış, verişte ise lâzım gelmedi.
Bir kimsenin cismânî zevki yoksa onun ruhu yoktur. Ruh erdir. Er demek mukabele-i zevcdedir. O da ceseddir. Havvâ tenâsül için yaratıldığı gibi cesedin zevci de güzel amel semeresi için yaratıldı. Âdem ve Havvâ zâtta bir, sûrette ayrı oldukları gibi ruh ve cesedin zevci de böyle oldu. Zevcin noktası zevci ruhdan ayırdı. Tâ ki izdivaç sahih olsun. Çünkü tek olan kendi ile izdivaç edemez. İzdivaç zât ve sıfatla olur ki fiiller ve oluşlar bu ikisini eseridir.
“Kün” âleminin hükmü de izdivaç ve terkibdir. Âyette “sizi çift çift yarattık” (Nebe 8) buyrulur. Hattâ “Kün” kelimesi bile zât ve sıfatın izdivacının sûretidir. “Kef” ve “Nun”dan oluşur. Nikâha rağbet olunması ve nâfilelelerin efdali nikâh olması, burada geçen sırra delâlettir. Bunun için kâmillerin nikâha (ma’nevî) hırsları vardır. Zîrâ nikâh yakınlık zevkini ve vuslatı kapsar. Bu ma’nâ için kâmiller bekâ âlemine gönderildiler. Çünkü fenâ âleminde zât ve sıfatın izdivâcı yoktur. Belki sadece zât vardır. Zevk ise izdivacdadır. Bu sırr için hadisde “Senden senin yüce vechine nazar etmenin lezzetini niyaz ederim” buyrulur.
Evliyâ’nın Nefhi (nefesi)
Evliyânın nefhi ile rûhânî haşr meydana gelir. Bu cismâniyyet kabrinden rûhâniyyet mevkiine geçiş demektir. Bu hal hayvânî sıfatları öldürdükten sonra olur. Bundan sonra kabiliyyetli olanlara bir haşir daha vardır. O da enâniyyet kabrinden rabbânî hüviyyet mevkiine geçişdir. Fenâ cesed ve ruhla olur. Cesedle mevcud olma annelerin doğurmasıyla zorunludur, hissîdir. İkinci varoluş rûhun doğumu iledir. Onun vâlidi Hakk’ın nûrudur. Buna ikinci doğum derler ki ma’nevîdir. Annenin doğurduğu cismânî olup “kâleb” (kalıp) denir. Rûhun doğurduğu ise rûhânî olup “kalb” denir.
Züleyhâ’nın nefsi, mutmainne mertebesine erişince Yusuf onu tezevvüc etti. Ondan sâlih evlâd zuhûr etti ki kalbdir. Bundan anlaşıldı ki mutmainne nefs mertebesinde olan taallukâtın hepsi hakîkîdir. Ma’nevî nikâha yakındır. İşte burada hevâ ehli tezkiye ehlinin nefisleriyle nefislerini kıyas ederler. Ancak arada fark vardır. Bil ki kan misk olunca diğer kanlar onunla beraberlik iddia edemez.
Nikâh-Hilâfet İlişkisi
Suret zâhir âleminin, ma’nâ bâtın âleminin halîfesidir. Hilâfet her ikisi ile tamam olur. Ma’nevî doğum olmazsa hilâfet tam olmaz. Bunun için evliyânın nefhi lâzımdır. Bu iş verimli araziye tohum atmak gibidir. Tohumdan taze tâne bittiği gibi nefesin nefhinden de taze mevlûd hâsıl olur. Nitekim Cibril’in nefhiyle Meryem’in bâtınından İsâ doğdu. Bundan dolayı Meryem tabiatın suretidir. Kalem-i a’lânın hareketi onun üzerine bina edilmiştir.
İnsanın vücûduna iki türlü şehvet konmuştur. Biri sûrî silsileye diğeri ma’nevî silsileye sebeptir. Âyette “Sizin için bir kalma bir de emanet yeri vardır” (En’am 98) buyrulur. Buna göre nutfenin yeri anne rahmi, emanet bırakılan yer pederin sırtıdır. İkisinin izdivâcıyla sûrî veled olur. Evliyânın nefesinin yeri kabiliyyetli kişiler, emanet bırakılan yer ise fâil ruhun zahrıdır. İkisinin birleşmesinden ma’nevî veled hâsıl olup hilâfet mertebesine erişir.
İsmail Hakkı Bursevi (k.s.)
Kaynak: İsmail Hakkı Bursevî, (TUHFE-I ATÂİYYE), Kâbe ve İnsan, Veysel Akkaya, İnsan Yayınları, İstanbul 2000, s: 89-93.
1 Yorum