İmam Gazzâlî’nin risalelerden “Eyyühe’l-Veled” (Ey Oğul), talebelerinden birinin sorduğu bazı sorulara cevap olarak yazılmış. Soruları soran kişi, yıllar boyunca öğrendiği ilimlerden hangilerinin kendisine ahirette faydalı olacağını merak etmekte ve bununla ilgili meseleleri hocasının küçük bir risalede özlü ve derli toplu bir biçimde kaleme almasını rica etmektedir.
***
Şiblî’nin (r.a.) dört yüz üstada hizmet ettiği rivayet edilir. Şöyle der: “Dört bin hadis okudum, bunlardan bir hadisi seçip onunla amel ettim, kurtuluşumun bu hadiste olduğunu anladığım için gönlümü diğer şeylerden temizledim. Öncekilerin ve sonrakilerin bütün ilminin bu hadiste mevcut olduğunu gördüm ve bununla yetindim. Bu hadis de şudur: Resulullah (s.a.v) bazı sahabilerine şöyle buyurmuştur: ‘Dünyada kalacağın kadar orası için çalış, ahirette kalacağın kadar da orası için çalış. Allah’a olan ihtiyacın nispetinde O’nun için çalış, ateşe sabrın kadar da ateş için çalış.’”
Oğlum! Eğer bu hadisle amel edecek olursan çok fazla ilme gerek yoktur. Diğer hikâyeleri de göz önünde bulundur; Hâtim el-Esamm, Şakîk Belhî’nin öğrencisiydi. Bir gün Şakîk Hâtim’e şöyle bir soru sordu: “Otuz senedir benimle berabersin, bu süre içinde benden ne öğrendin?”
“İlimden sekiz şey öğrendim ki bu da bana kâfi geldi. Çünkü ben necâtımı ve kurtuluşa ermemi bunlardan bekliyorum.”
Şakîk: “Nedir onlar?” diye sordu, Hâtim el-Esamm şöyle cevap verdi:
“Birincisi: Halka baktım, her birinin bir sevdiği, bir mâşuku olduğunu gördüm. Bu sevilenlerin bazısı kişiye ölüm döşeğine kadar, kimisi de kabrin başına kadar eşlik ediyor; daha sonra hepsi geri dönüp kişiyi tek başına bırakıyor, hiçbirisi kabre onunla birlikte girmiyordu. Düşündüm ve dedim ki: İnsanın en hakikatli sevdiği, kabre onunla birlikte giren ve orada onunla birlikte arkadaşlık edendir. Salih ameller dışında böylesine rastlamadım, böylece onu, mezarımda bana bir aydınlık olsun, benimle arkadaş olup tek başıma bırakmasın diye kendime dost edindim.
İkincisi: Halkın hevâlarına uyduğunu, nefislerinin arzularını derhal yerine getirdiklerini gördüm. Allah Teâlâ’nın şu buyruğunu düşündüm: ‘Rabbinin makamından korkan ve nefsini hevâsından alıkoyan için cennet varılacak yerdir.[1]’ Daha sonra iyice kanaat getirdim ki Kur’an hak ve sådıktır; böylece nefsimin arzuları hilâfina yöneldim, onunla mücadeleye ve onu hevâdan uzaklaştırmaya giriştim, tâ ki Allah Teâlâ’ya boyun eğip kulluk etmeye razı olsun.
Üçüncüsü: Bütün insanların dünyanın çerçöpünü toplamak için koşuşturduğunu ve avuçlarında onu sımsıkı koruduğunu gördüm. Allah Teâlâ’nın şu kelâmı aklıma geldi: ‘Sizin yanınızdaki fena bulur, yok olur; Allah’ın yanındaki ise bâkidir.[2]’ Bunun üzerine dünyadan elde ettiklerimi, Allah Teâlâ katında bir hazine olsun diye O’nun yolunda sarf ettim, fukaraya dağıttım.
Dördüncüsü: Bazı insanların, şeref ve izzetlerinin kaynağının aşiret ve akrabalarının çok sayıda oluşunda yattığını zannettiklerini ve bununla gururlandıklarını gördüm. Kimilerinin de şeref ve izzetin, servet ve evladın çokluğunda yattığını düşündüklerini ve bunlarla övündüklerini gözledim. Diğer bazılarının da bu özelliklerin, insanların mallarını gasp etmek, onlara zulmetmek ve kanlarını dökmekle gerçekleştiğine inandıklarını; bir grup insanın da şeref ve izzeti, serveti lüzumsuzca harcayıp onu israf etmekte bulduklarını gördüm. Yüce Allah’ın şu âyetini hatırladım: ‘Allah katında en üstününüz, en çok takva sahibi olanınızdır.’[3] Böylece takvayı seçtim, Kur’an’ın hak ve sâdık olduğuna inandım, bu insanların zanlarının ve kuruntularının tamamen yanlış ve bâtıl olduğuna kanaat getirdim.
Beşincisi: İnsanların birbirini kötülediğini ve haklarında gıybet ettiğini gördüm; bunun sebebinin ise para, mevki ve bilgi hususlarında birbirlerine duydukları hasetten kaynaklandığını anladım. Allah’ın (c.c.) şu kavl-i şerifi üzerinde düşündüm: ‘Dünya hayatında onların arasında maişetlerini taksim eden Biziz.’[4] Bunun üzerine bildim ki taksimi ezelden gerçekleştiren Allah Teâlâ’dır, böylece kimseye haset etmedim ve Allah’ın taksimine razı oldum.
Altıncısı: Bazı sebeplerle insanların birbirine düşmanlık ettiğini gördüm; Allah Teâlâ’nın şu âyetini teemmül ettim: ‘Şeytan sizin bir düşmanınızdır, siz de onu düşman belleyin.’[5] Böylece anladım ki şeytandan başka kimseye düşmanlık etmek caiz değildir.
Yedincisi: Herkes aşırı bir gayretle rızık ve geçimleri için çalışıp çabalıyorlar, öyle ki bu hususta şüpheli ve haram olan şeylere giriyor, kendilerini alçaltıyor, değerlerini küçültüyorlar. Şu âyet gözümün önüne geldi: ‘Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki onun rızkı Allah’a ait olmasın.’[6] Böylece bildim ki rızkım Allah’a aittir. Buna kefil olan O’dur. Bunun üzerine ibadetle meşgul oldum, bunun dışındaki şeylerden arzumu kestim.
Sekizincisi: Herkesin yaratılmışlardan bir şeye tutunup ona güvendiğini gördüm; kimisi paraya, kimisi mal ve mülke, bazısı meslek ve sanata, bazısı da kendileri gibi insanlara dayanıyordu. Yüce Allah’ın şu buyruğunu hatırladım: ‘Her kim Allah’a tevekkül ederse O ona yeter. Allah’tır emrini yerine getiren. Allah her şeye bir ölçü tayin etmiştir.’[7] Bunun üzerine Allah’a tevekkül ettim; O bana yeter, ne güzel vekildir O.”
Şakîk dedi ki: “Allah seni muvaffak kılsın. Ben Tevrat’ı, İncil’i, Zebur’u ve Furkan’ı inceledim. Dört kitabın bu sekiz konu etrafında döndüğünü gördüm. Bunlarla amel eden, bu dört kitabın hepsiyle birden amel etmiş olur.”
Kaynak: Gazzâlî – Hakikat Çağrısı Ey Oğul / Eyyühe’l Veled & Ledunnî İlim Risalesi, Tercüme Asım Cüneyd Köksal, KETEBE Yayınları
[1] Nâziat: 79/40-41.
[2] Nahl: 16/96.
[3] Hucûrât: 49/13.
[4] Zuhruf: 43/32.
[5] Fâtır: 35/6.
[6] Hûd: 11/6.
[7] Talâk: 65/3.