Yusuflar, Kuyular ve Elbette Leyla

Belediye, sosyal medya hesabından 3 gün süreyle su kesintisi olacağını ilan etmiş. Çarşamba günü saat 17.00 ile cuma günü saat 17.00 arası şu şu nedenlerden ötürü falanca mahallelerde su kesintisi olacaktır. Yahu kardeşim, senin sosyal medyadan paylaştığın uyarıdan kim haberdar olacak? Herkes sosyal medya kullanmak zorunda mı ayrıca? Hadi diyelim ki öyle bir şey mümkün oldu ve herkes sosyal medya kullanıyor. Herkesin önüne düşecek mi bu gönderi? Hadi ben cins bir insanım. Yaşadığım şehrin belediyesini takip etmişim. Herkes ben gibi cins mi? Mesela benim dedem. O nasıl haberdar olacak mahallesinde bilmem ne çalışması var diye sular kesileceğinden? Kesintinin yaşanacağı muhitlerdeki vatandaşın telefonuna mesaj göndermek de yeterli değil. Herkes akıllı telefon mu kullanıyor? Benim dedem nasıl görsün küçücük ekranı olan cep telefonundan o mesajı? Dedem biz mesaj atsak onu da görmez -daha önce yaşanmıştır. Bu sebeple biz dahi mesajla meramımızı anlatmıyoruz kendisine. Hem ayrıca hiç kimse telefon kullanmak zorunda da değil. Belediye dediğin anons yapar ne bileyim bir araçla sokak sokak gezip herkese duyurur. Hayret bir şey! Dedemi de çok andım bir arayayım bugün. Şimdi milletin gürültüsünden duymaz o beni. Ne dediğimi de anlamaz.

Durakta dolmuşun gelmesini bekliyorum. Yanımda biri duruyor. Bakmıyorum. Yere gölgelerimiz yansıyor. Gölgesinden kadın olduğunu anlıyorum. Tamam biraz da parfüm kokusundan… Benden beş santim falan kısa. Gölgelerimiz ne uyumlu bir çift oldu. Böylesi anlarda, ne bileyim işte karşılaşmalar rastlantılar falan olduğunda aklımda kuruyorum. Karşıma çıkan kişi kaderimmiş gibi hissediyorum. Sonra ne bileyim işe yetişeceğim diye bankada kuyruğa gireceğim diye sudan sebeplerden hayatımın aşkıyla bir türlü tanışamıyormuşum gibi hissediyorum. Çünkü diyemiyorum hanımefendi bir dakika yok bir az, bi’ yarım saat kadar beni bekler misiniz? Şuan yaşamaya yetişmekle meşgulüm.

Dolmuş tıklım tıklım. Tıklım ne kardeşim? Tıkamaktan mı geliyor tıkanmaktan mı geliyor, nereden geliyor? Tık mı şimdi bu kelimenin kökü? Canıma tak etti var mesela. Son raddeye geldim anlamında. Orada da tak. Yahu bizim atalarımız bu sesleri neden kullanmış? Mesela bir şeyi tamamıyla doldurmuşlar da tık diye bir ses gelmiş ve tık etti mi demişler, ne demişler? Sonra halk ağzında söylene söylene tıkandı mı olmuş, ne olmuş?

Şimdi ben böyle düşünüyorum. Düşünürken mantıklı geliyor. Ama düşüncelerimi millet bilsin istemem tabii. Şimdi hayatımın aşkı yakınlarda olsa ve düşüncelerimden haberdar olsa… Yok. Allah muhafaza. Düşüncesi bile kötü.

Oturabilsem kitap okurum. Ama ne mümkün! Bu millet evlatlarına dolmuşta kitap okuma imkânı dahi vermiyor. Kitap okumayı bırak, oturarak gitmek bile lüks! Şimdi ben böyle sıkış tıkış yolculuk yaparken o kişiyle nasıl tanışırım? Mesela ani fren yapan araçta iki kişinin birbiriyle çarpışması güç bir durum. Birbirimizin hava yastığı gibi bir şey olmuşuz. Hint filmleri ve Kore dizilerinde olur anca, böyle çarpışıp birbirine tutunmak sonra da yere düşen eşyaları birlikte toplamak.

Dakikalarca süren işkencenin son bulmasıyla kendimi dolmuştan atıyorum. Gökyüzü kapalı. Yüksek binalar ve zar zor görünen gri gökyüzü. Tefekkür etmeye bile imkân yok, Allah affetsin.

Kahvaltı yapmadan evden çıktım. Poğaça falan yerim artık. Sade poğaça favorim. Çünkü neyli poğaça alırsanız alın sadedir o poğaça. Poğaça dile gelir ve içinde olduğu iddia edilen peyniri, zeytini, patatesi falan inkâr eder sanki. Kendimi kandırmak istemem. Her türlü boş poğaça yiyeceğim.

Leyla. Girişteki koltuklardan birine oturmuş. Birazdan, saat tam sekizi on geçerken, başını kaldıracak ve…

“Yusufff! Ay gelebildin nihayet. Poğaçalar soğuyacak acele etsene! Seninki sadeydi değil mi?”

Ve iki elinde kraft çantayla bana doğru hızla geliyor. Çantalardan birinde poğaçalar birinde kahveler var.

“Selam Leyla. Nasılsın?”

“İyilik. Sen nasılsın?”

“Ben de iyiyim. Zahmet etmeseydin. Böyle her gün…”

“Ay lafı mı olur? Kaç yıllık arkadaşız şurada.”

“Doğru dedin. Bir gün de ben ısmarlayayım. Evim işyerine yakın değil işte…”

“Ay amma uzattın. Tamam sen de bir ara yemeğe götürürsün. Ödeşiriz.” Götürürüm. Belki. Leyla, bilmiyorum neden, beni çok düşünüyor. İşte her sabah poğaçalar, kahveler falan filan. Önemli bir haber mi aldı, açar telefonu, Yusufff, diyerekten ilk bana söyler. Sinemaya iki bilet mi var elinde, biri muhakkak benimdir. Yani ben bu kız için ne yaptım bilmiyorum ki. Hani seviniyorum da tabii, beni düşünen bir arkadaşım olmasına. Ama onca insan arasında neden ben? Annem derdi, oğlum saf olduğun belli, arkadaşların ondan çok seviyor seni. Buradaki saf, temiz anlamında. Bilmiyorum anne. Belki o kadar da saf değilimdir.

Kahvaltı sonrası masa başına geçiyoruz. Leyla’nın masası benim arkamda. Sandalyelerimizin sırtı birbirine dönük yani. Çalışırken bir şey mi oldu, yardım mı isteyecek ya da yardım mı edecek, ellerini masaya koyup sandalyesini iter. Sandalye tekerlekli. Benim masama gelir böylelikle. Bazen dengesiz hareket eder, sandalyelerimiz çarpışır. İlk başlarda, işin ilk başlarında yani, sinir olurdum bu duruma. Sonra alıştım. Tuhaf bir kız ama kendini bir şekilde sevdiriyor insanlara.

Öğle molasına kırk dakika falan var yaklaşık. Verilerin son hâlini sisteme aktarıyorum. Yahu çocukken öğle uykusu uyumayacağım diye niye diretmişim? Bu günlerin geleceğini bilseydim biraz fazla uyurdum. Şimdi gözümü dinlendirmeye bile vakit bulamıyorum. Annem arıyor. Tam da çocukluk günlerimi yâd ederken. Ofisten çıkıp koridora geçiyorum. Açıyorum telefonu. Ses gelmiyor. Ben selam veriyorum. Ses yok. “Anne?” Hıçkırık sesi geliyor önce. Sonra ağlamaya başlıyor. Korkuyorum. “Anne ne oldu? İyi misin?” Bir süre daha ağlıyor bir şey demeden. Bekliyorum. Deden, diyor sonra. Ben de ağlıyorum.

Öğle arası olmadan müdürle görüşmeliyim. Memlekete gitmek için izin kullanmam gerek. Sekretere iletiyorum. Bekletiyor beni. Öğle arasına yirmi dakika var. Öğle arası oldu mu hiç kabul etmez görüşmeyi.

Sekreter nihayet odaya yönlendiriyor beni. Mümtaz Bey oturuyor deri kaplama koltuğunda. Buyurun Yusuf Bey, diyor. Hoş geldin. Hoş buldum, diyorum. Yalan söylüyorum. Buyur konuşmak istemişsin, diyor. Öğle arasına da bir şey kalmadı şurada diye ekliyor. Kafasını kaşıyor. Saçları yok.

“Dedem vefat ettiği için memlekete gitmem lazım. İzin kullanmam gerek. Bunu söylemeye geldim.”

“Sen yakın zamanda izin kullanmadın mı zaten? Bu arada Allah rahmet eylesin.”

“Âmin, sağ olun. Evet, kullandım. Ancak daha kullanmadığım izinlerim var.”

“Biliyorsun şu sıralar yoğunluğumuz var.”

“Dedem vefat etti benim.”

“Anlıyorum canım. Mekânı cennet olsun. Ama dediğim gibi…”

Uzmanlar böyle durumlarda ona kadar saymayı mı tavsiye ederlerdi? Sakinleşmenin bir yolunu bulamazsam ya elimden bir kaza çıkacak ya hüngür hüngür ağlayacağım şurada.

“Yusuf Bey dediğim gibi…”

Bir… İki. Annem çok merhametli bir kadındır. Bizi de, yani beni ve abimle kız kardeşimi de, şefkat göstererek ve şefkat göstermeyi öğreterek yetiştirdi. Asla kötü bir söz duymazdık annemden. Bizim de kötü söz söylememize müsaade etmezdi. İşini her daim kendi görürdü. Hayvanlara da insanlara gösterdiği gibi merhamet gösterirdi. Ona dair hatırladığım bir şey var. Ben küçükken Şeyma diye bir komşu kızı vardı. Biraz itişip kakışacak olduk. Hemen müdahale etti. Kolumdan tutup beni karşısına aldı ve kızlara el kalkmaz dedi. Büyüdükçe anladım. Düşündüm. Kendinden güçsüz olana karşı güç kullanılmazdı. Sonra tanıdım, sevdim. Kadın Allah’ın yarattığı en güzel ayetlerdendi.

“Yani sizin durumunuzu da anlıyorum tabii..”

Üç… Dört. İmam hatipliyim ben. Liseye dair unutamadığım tek bir olay var. Arkadaşım Kerim’in ölümü. Onunla geçirdiğimiz son günlerde sıkıntılı bir hâli vardı. Merak ediyordum ama üstüne gitmek istemiyordum. Sonra ortadan kayboldu Kerim. Birkaç gün sonra ormanda bulduk onu. Kendini asmıştı. Elinde de sıkı sıkıya tuttuğu Kur’an-ı Kerim vardı.

“Yakın zamanda zaten izin aldınız. Daha dikkatli kullansaydınız…”

Beş… Altı. Üniversitedeyken tanıştım onunla. Kalpleri birbirine ısındıran Rabbim benim kalbimi ona ısındırmıştı da onun kalbini bana ısındırmamıştı. Sevmek nasılmış öğreten Rabbim sevilmeyi de öğretsin istedim.

“Şuan izin kullanan başka çalışanlarımız da var…”

Yedi… Sekiz. Beyaz yakalı oldum. Bir halatı andıran kravatımla her gün intihar denemeleri yaptım. Hafta içi her gün diyelim. Kendimi affettirmek için hafta sonları türbeler, tekkeler gezdim. O kadar yabancıydım ki, yakışmadım hiç oralara. Turist gibi gözüktüm. Ama içimde bir şey vardı. Kelimelerle anlatmak zor. Yabancı dursam da bir yanımı çok önce oralarda unutmuşum gibi bir his.

“Mümkün değil olmaz. Üzgünüm.”

Dokuz… On. Sömürüye son.

“İstifa ediyorum.”

“Anlamadım?”

“Diyorum ki, istifa ediyorum.”

“Yusuf Bey yapmayın böyle. Hem kendinize hem bize yazık edeceksiniz.”

“Sizin şartlarınız ne yazık ki benim için uygun değil. Bizim şartlarımız size hiçbir zaman uymadı zaten.”

“Yani şart falan diyorsunuz… Ayrıca biz… Kimsiniz siz? Anlayamadım ben.”

“İnsan gibi yaşayıp ölmek isteyen herkes. Evine ekmek götürmek için akıl almaz muamelelerle karşı karşıya kalmak istemeyen herkes. Eve iş götürmenin ne kadar saçma bir olay olduğunu bilen herkes. Mesai saatlerinin esnekliğinin insan yanımızdan bir şeyleri yonttuğunu bilen herkes. Karnını doyurmak için, giyinmek için, okumak için, yani yaşamak mücadelesi uğruna ölümle karşı karşıya olan herkes.”

Bir cevap vermedi. Ben de cevabını beklemeden odadan sert bir çıkış yaptım. Kendimi çok hafif hissediyorum. Sırtımda koca bir kaya varmış da az önce müdürün odasında bırakmışım sanki. Kendimi değerli hissediyorum. Daha önce hiç, belki de uzun süreden beri, hiç böyle hissetmemiştim. Oysa hepimiz değerli değil miyiz zaten?

Büyük bir neşeyle merdivenlerden iniyorum. Hani böyle filmlerde başrol karakter rakibini nakavt eder de arkadan alevler falan çıkar. Onun gibi sanki. Kendimi binadan dışarı atmak istiyorum bir an önce. Merdivenlerden inerken dönüşte bir çarpışma oluyor. Hiçbir zaman filmlerdeki başrol karakter kadar havalı olamayacağım düşüncesiyle üzülüyorum.

“Ya önünüze baksanıza… Aaa Yusufff. Sen miydin? Ne bu acele?”

Şimdi, durup dururken, sevdiğim şeylerden birinin de Leyla’nın sesinden ismimi duymak olduğunu fark ediyorum. Ona bakıyorum. Kocaman gülüyor. Leyla öyle ne bileyim çok güzel değil. Böyle dışarıdan bakınca göze çarpan herhangi bir şey yok yani. Nasıl desem… sıradan Leyla. Ama böyle kocaman bir gülüşü var. Gözleri hep parlıyor, bilmiyorum belki şuan biraz fazla parlıyor. Ondan sonra şen şakrak. Hep neşeli. Bazen kötü geçen günüm onun sayesinde güzelleşiyor. Daha önce bunun için hiç teşekkür ettim mi ona, bilmiyorum. Galiba Leyla güzel bir kız. Ben fark edememişim. Bir gün ismimi onun sesinden duyamayacak olma düşüncesi göğsümde bir ağrıya sebep oluyor.

“Yusuf, daha oturacak mısın? Kalksana hadi. Dosyaları toplamama da yardım et.” Kalkıp dosyaları topluyoruz.

“Hadi gel yemeğe gidelim. Önce şu dosyaları bırakayım ben. Bekle beni tamam mı?”

“Leyla.”

“Efendim?”

“Ben şimdi gelemem ama bekle beni tamam mı?”

“Niye? Ne oldu?”

“Ben şimdi gidiyorum ama gelip seni de alacağım. Seni de kurtaracağım buradan.”

“Yusuf hiç bir şey anlamıyorum.” Beni mutlaka bekle diyerek hızla çıkışa yöneliyorum. Arkamdan Yusufff diye sesleniyor. Gülüyorum.

Kendimi dışarı atıyorum. Ciğerlerime hava doluyor. Kravatımı gevşetiyorum. Bu kez bilinçli olarak ciğerlerime çekiyorum havayı. Oh be. Hayat varmış. Başımı kaldırıyorum. Yüksek binaların arasından gökyüzü gözüküyor. Masmavi.

Hasna Para

DİĞER YAZILAR

8 Yorum

  • Kadir PARA , 06/08/2022

    Çok beğendim, her şey para değildir bütün olumsuzluklara rağmen rızkı veren Allah (c.c) olduğunu bilmek her olumsuz durumda şükredip güzel görmek…

    • hasna para , 06/08/2022

      teşekkür ederim baba, beğenmene sevindim. haklısın, rızkı veren Allah. bizim soyadımız para ama cebimizde metelik yok mesela. (yok yok. harçlığım bitmedi. küçük bi’ mümin latifesi sadece.)

  • Emil Hikmet , 27/07/2022

    Güzel yazı, elinize sağlık.

    • hasna para , 27/07/2022

      âmin. teşekkür ederim.

  • sade bir okuyucu , 23/07/2022

    Çok güzeldi.. emeğinize sağlık, kaleminize kuvvet..

    • hasna para , 24/07/2022

      âmin. çok teşekkür ederim.

  • Ok. , 22/07/2022

    Güzel..

    • hasna para , 22/07/2022

      teşekkür ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir