Yenilginin Katmerlisi

Dünyanın bütün akşamlarında sitem ederek evden çıkıyordum. On beş yıl olmasına rağmen gece vardiyasına bir türlü alışamamış, yine söylene söylene servise binmek için durağa doğru yol almıştım. İnsanlar işten dönerken, ben işe gidiyordum. Ağzımda, “Herkes gider Mersin’e, ben giderim tersine” lakırdısı. Birazdan, kulaklarımdan ruhuma sarkıntılık edecek makinelerin mekanik uğultusunun içinde bulacaktım kendimi. Aklımı ve kalbimi sabaha kadar makinelere kiraya verecektim.

Sağanak halinde yağan yağmur yüzümü dövmeye başladı. İnsanlar soğuktan ve yağmurdan korunmak için hızlı hızlı yürüyordu. Kalabalığın ve hızın arasında gözüme köşedeki baskül ve başında bekleyen çocuk ilişti. Hızımı kesip gerisin geri döndüm ve kimselerin görmediği, görenlerin de görmezden geldiği çocuğun yanına yaklaştım.

– Merhaba, Suriyeli misin?

– Hayır abi, Mardinliyim.

– Adın ne?

– Muhsin.

– Kaç yaşındasın?

– 6

– Bu yağmurda kimse tartılmaz, evine gitsen?

– Yok abi, çalışmam lâzım.

– Günlük kazandığın parayı vereyim, evine git.

– Abim ve babam kızar.

– Kaça kadar burada duracaksın?

– Ona kadar.

– Daha dört saat var, soğukta hasta olacaksın, kazandığın para hastane masraflarına yetmez. Zabıtayı çağırayım seni evine götürsün.

– Babam ve abim kızar. Ben alışığım bir şey olmaz abi. Benim için hiçbir şey yapmaman daha iyi.

Çocuğun yüzündeki mahcubiyette,  gözlerindeki korkuda, sesindeki kırgınlıkta kaderine küskünlüğün değil, mağlubiyeti kabullenmenin izleri vardı.

Servise yetişmek için hızlandıkça yağmur ve soğuk da şiddetini artırıyordu. Sıcacık servise binerken kalbimi burkan şeyi merak ediyordum. Merhamet mi yoksa Mardinli Muhsin’de gördüğüm kendi çocukluğum mu?

İşyerinin kapısından girerken, “Bu dünya yenilgiyi kabullenenlerin, bir kez olsun baş kaldırmayanların, bir sefer isyan şarkısı söylemeyenlerin, bir defa isyan şiiri yazamayanların, içlerindeki uyumsuzluğu dışa vuramayanların yüzünden her gün daha kötüye gidiyor, belki de asıl suç yenilgiyi kabullenenlerde” diyerek söylenmeyi sürdürürdüm. İş elbiselerimi giydim, gözlüğümü ve kulak tıkacımı taktım. Ruhumu, aklımı, bedenimi hurdahaş hale getirecek makinelerin arasına doğru yürüdüm ve bitmek bilmeyen seremoniyi sürdürdüm.

Celal Kuru

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • lisanı_münasip , 27/11/2018

    GÖNLÜNE SAĞLIK CELAL KURU…

  • A.İhsan , 27/11/2018

    Bazıları gece vardiyasina mahkûm, bazıları sağanak yağış altında kalmaya… Ruhunu şeytana satanlar ise dünyanın saltanatını sürmek pesindeler. Celal Kuru hikayelerini seviyorum. Bu hikaye de oldukça hoş.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir