***
Hayatımda farklı hiçbir şeyin olmadığı günlerden birinde, günüme farklılık katabilecek şeyleri düşünürken camda büyük bir gürültü koptu. Bir hışımla koştum. Gelen Şevki’ydi. Saçları diken diken, sıska ve orantısız bir vücuda sahip çirkin biriydi. Çatık kaşları ve çatallı sesiyle yardım istedi benden. Yardıma muhtaç biri neden kaşlarını çatar ki diye düşünmeden önce olayın garipliğini düşünmek aklıma gelmedi. Çok düşünmeden pencereyi açtım ve Şevki’yi içeri aldım.
Kim olduğunu ve neden cama çarptığını merak ettiğim bu gudubet şey sanki beni yıllardır tanıyan biri gibi rahattı evimde. Hayatımda ilk defa farklı bir şey oldu dur bakalım, diye düşündüm. Olaya bak! İlk yaptığı şey camdaki izi temizlemek oldu. Arkasında iz bırakmayan biriymiş Şevki. O camı temizlerken ben de yüzündeki kanları temizlemek için su ve bez getirdim. Yeni bir şeyin farkına varmış gibi baktım ona ve şöyle dedim, insanın zihninde oluşturabileceği karakter ancak Şevki gibi çirkin olabilir.
Cama çarpma konusunda tecrübeliydi sanki. Hal ve tavırlarından çıkarmıştım bunu. Biraz gergin biraz da tedirgin bir ses tonuyla “Kimsin sen?”, dedim. “Ben falanca hikâyedeki kahramanın arkadaşıyım”, dedi. Böyle bir cevap alınca neden cama çarptığını sormak abes olacaktı, sormadım. “Peki, o kahraman nerede, neden tek geldin?”, diye sordum. “O bir önceki hikâyede öldü, ben canımı zor kurtardım”, dedi sızlanarak. Başka karakterler tarafından arandığını ve onu bulurlarsa öldüreceklerini söyledi. “Seninle kalabilir miyim?”, diye sorunca da hayal ürünü olan birinin benimle kalmasını istemek ya da istememek arasında hiç kalmadığım için kabul ettim.
Birkaç gün birbirimize mesafeli davrandık ve güvenilir olup olmadığımızı düşündük. Daha doğrusu ben düşündüm. Biraz zaman geçtikten sonra ona güvenebileceğimi hissederek bundan böyle burası senin de evin demek için odanın kapısını araladım. Şevki elindeki torbanın içinden iyice düğümlenmiş ip gibi bir şeyler çıkarıyor, bazılarını yakıyor bazılarını ise cebine koyuyordu. Ne yaptığını, onların ne olduğunu deli gibi merak etsem de yanlış şeyler yapmayacağını düşünerek oradan ayrıldım.
Gün geçtikçe Şevki’ye ısındım. Sürekli beni dinliyor, sorular soruyor ve muhabbetimden keyif aldığını söylüyordu. Hatıralarımı, geleceğe dair planlarımı, düşündüklerimin hepsini anlatmıştım ona. “Bir gün ben de senin hikâyeni dinleyeyim”, dedim. “Boş ver beni, ben çok tekin biri değilim”, dedi. Tekin biri olmaması ile hikâyesini anlatmak istememesi arasında bir bağ kuramadım. Ayrıca Şevki’nin dışarıdan görünüşü -dediği gibi- tekin durmuyordu evet, ama yakından tanıdığımı düşündüğüm için bana öyle gelmiyordu artık. Yine de ısrar etmedim. “Peki”, dedim.
Şevki ile arkadaşlığımız günden güne pekişti. Ondan ayrı kaldığım zamanlarda bir boşluk hissediyordum içimde. Bunu başkalarına anlatsam sen delirmişsin, bile diyebilirlerdi. O yüzden gizledim Şevki’yi herkesten. Benden başkası bilmesin istedim. Gel zaman git zaman sırlarımı da döktüm ona. Bana akıl verdiği de oldu, eleştirdiği de. Bir keresinde onun çok tuhaf karşıladığı bir anımı anlattığımda bana, “Beni keşke sen yazsaydın!”, dedi üzülerek. Neden böyle dediğini anlamasam da üzerinde pek düşünmedim. “Asıl sen beni yazsaydın!”, dedim Şevki’ye.
Şevki bir gün dışarı çıktı ve üstü başı kirli bir şekilde döndü eve. Rengi atmış bir şekilde karşımda durdu. “Bu halin ne?”, diye sordum. “İşine bak” dedi bana. Kafamı yana çevirip hayal ürünü işte, boş ver dedim. Gerçek biri olsaydı gösterirdim ona. Yanından bir an bile ayırmadığı torbasıyla birlikte odaya kapandı. İçimdeki merak palazlandı birden ve pat diye odaya daldım. Şevki aniden torbanın ağzını bağladı. “Şevki ne yapıyorsun?”, demeye kalmadan yuttu torbayı. “Kim olursa olsun bir başkasının odasına böyle girmek hiç ahlakî değil”, diye karşılık verdi. “Sen o torbada ne saklıyorsun, anlat bakalım”, dedim. “Seni hiç ilgilendirmez”, diyerek tersledi beni. İyice bilendim, Şevki’nin hareketleri artık beni işkillendiriyordu.
Aramızda soğuk rüzgârlar esmeye başladı o günden sonra. Ama ne yapıp edip o torbada ne sakladığını öğrenmek istedim. Bir gece gizlice yanına kadar sokulup torbayı aldım ve ipini çözdüm. Tam içindekilere bakacaktım ki Şevki uyandı ve bana bağırmaya başladı. Kısa süren bir tartışmanın ardından öfkesine hâkim olamadı ve itti beni. Küçük olmasına rağmen öyle kuvvetle itti ki -sanki arabadan savrulmuş gibi- duvara çarparak yere düştüm. Tüm düşüncelerim, düşündüklerim, düşüneceklerim, hatıralarım, karakterlerim, hikâyelerim kısaca zihnimde ne varsa yere saçıldı. Beni çok zorladın, dedi Şevki. Yerdekilerin hepsini torbaya doldurup hiçbir iz bırakmadan buharlaştı.
O gün tüm mal varlığımı yitirmiş şekilde boş boş tavana bakarken, uğradığım bu ihanetin acısını hissediyordum kalbimde. Aklımdan tek bir düşünce geçmiyordu. Boşluğa daldığım halde gözümün önünde canlanan hiçbir şeyin olmaması ise beni içi boş bir albüme çevirmişti. İnsan böyle nasıl yaşayabilir? Evin içinde aylarca döndüm durdum. Belki eski halime kavuşurum diye kafamı her gün duvarlara vurdum, her irkildiğim seste cama koştum, her torbanın içine defalarca baktım, ama yok. Hiçbiri yoktu…
Olma ihtimali bulunmayan, olması teklif dahi edilemeyecek bir hadiseye kurban giden zihnimdekilerden artık ümidi kestim. Bir akşamüstü kafasına arkadan vurularak düşmüş bir ceset gibi yerde yatarken koltuğun altında bir şey dikkatimi çekti. Heyecanla elimi koltuğun altına uzattım. Bir hatıraya benziyordu fakat bir kenarı kırıktı ya da kopmuştu. Eksik tarafı aradım ama bulamadım. “Hangi hatıramdı acaba?”, dedim.
Ne kadar düşünmeye çalışsam da canlandıramadım zihnimde. Yarım hatıra bir insan etmiyordu çünkü. Ama hatırada bir kol saati vardı. Tek bir hatıranın peşine düşerek evin her yerini alt üst ettim ve bir kutunun içinde kordonu eskimiş, camı çatlamış, çalışmayan bir kol saati buldum. Altında da bir fotoğraf vardı. Bu annemdi, -annemi de unutacak değildim- saat de anneme aitti galiba. Bir hatırayla bir ömür yaşayabilirim, dedim sevinerek. Fotoğraf ve saati elime aldım. Saat ve annem, annem ve saat diye sayıklayarak tur attım evde. Tüm parçaları birleştirdiğimde bir hatıram olacak diye düşünürken salonun orta yerinde bir kadına araba çarptı. Ne yaptığımı, neden sayıkladığımı unutup hızla yerde yatan kadına doğru koştum.
N. Cihan Karakurt
3 Yorum