Uzak, Soğuk, Sessiz

     

   

Soğuk ve kar yağışlı bir günde, belki de hayatının en soğuk ve en kar yağışlı bu gününde, ilçe minibüsüne binmiş dalgın ve yalnız biri olarak, görev yapacağı yere doğru gidiyordu. Yol, daha önce greyderlerin açıp bir hat halinde yolun kenarına yığdığı karlardan anlaşılıyordu. Gerisi sadece beyazlıktı. Fırtına ve tipinin yola serptiği kar taneleri açılan hattın gittikçe kapanmasına sebep oluyordu. Şoför, bu hattı izleyerek yol olarak açılan ve kaybolmaya başlayan bu çizgiden ilerlemeye çalışıyordu.

Bu manzarayı gördükçe tüm şevki ve ilkeler ona uzaktan el sallıyor ve onu terk ediyordu sanki. Daha önce bu ilçe hakkında duydukları ve özellikle kışın yaşanan ağır mevsim şartları, dediklerine göre insanları bezdirecek duruma düşürürdü. Bunu da kışın şehir merkezine gelen ve kışın bu zor şartlarında bir gece yarısı, hastası olduğu için saatlerce bir ambulansta yol alıp zar zor hastaneye yetişebilenlerden öğrenmişti. Bağlı olduğu şehir merkezine iki saat mesafede olan, lakin yüksek dağların arasında neredeyse hiç ulaşılmayacak bir yer olması nedeniyle iki saatlik mesafe altı saate çıkar, mevsim ve yol şartlarına göre bu sürenin daha da uzadığını çok duymuştu.

Yaz şartlarında dahi ulaşılması zor olan bu yerin, karlı ve soğuk günlerin burayı örtmesiyle bu ulaşılmazlığı aylarca sürermiş. Ne yeni açılan yol, ne de düzeltilmeye çalışılan şartlar bu ağır fiziki şartları alt edemezmiş.

Bir ara televizyon izlerken ulusal kanallardan biri buranın belediye başkanıyla telefon görüşmesi yapmış. Haber spikeri kış mevsimi olması ve o zaman burada yaşanan sert şartlar hakkında sorular soruyormuş. Belediye başkanı bir cümlesiyle aslında durumu özetlemiş. Haber spikerinin tüm sorularının cevaplarını böylece özetlemiş. ‘’Burayı birkaç avcı tilki avına çıktığı zaman keşfetti, buranın değişmez talihini bu keşif belki yıkar dedik; ama dediğim gibi bu değişmez bir talih’’ diyerek nükteli bir cevap vermiş.

Yol boyunca bu ve buna benzer örnekler beyninde dolaşıp duruyordu. Bazen o kadar ruhu daralıyordu ki şoföre ‘geri dönelim’ diyesi geliyordu. Bazen neden buraya gelmeyi kabul ettim diye kendine içten içe kızıyordu. Araç durmuyor veya geri dönmüyordu. Oraya doğru yol alıyordu durmadan. Boğazında sıkışan bir hıçkırık gözlerini hep geriye çevirse de onu susturan ve oraya çeken başka şeylerde sessizce yol almasını söylüyordu.

Minibüsteki yolculardan biri her zaman haber bültenlerinde duymaya alıştığımız ve yakın bir zamanda başından geçen bir olayı anlatmıştı. Eşi hamileymiş ve gündüz doğum sancıları tutunca sağlık ocağına götürmüş. Burada ona doktorun izinli olduğunu ve yirmi günden önce gelmeyeceğini söylemişler. O da çaresizlik içerisinde oradan oraya koştururken bir türlü yardım edecek kimseyi bulamamış. Belediye başkanına çıkıp durumun aciliyetini ona anlatmış. Başkan, hemen ambulansın hazırlanıp kadının şehir merkezine götürülmesini emretmiş. Karısı hala sancılar içerisinde kavranırken ambulansa bindirilmiş ve doğruca şehrin yolu tutulmuş. ‘’Mevsim yazdı ve engel olarak sadece yol şartları kalmıştı bize’’ diyordu. Dört saatlik zorluklardan sonra şehir merkezine varmışlar. Müdahale yapılmış lakin doktor erken gelmelerinin birçok olumsuz durumu ortadan kaldırdığını söylemiş. ‘’Eğer kışın gitseydik belki de karımı ve çocuğumu kaybedecektim’’ diye de ekledi. Bunları duyunca ister istemez aklında ‘hasta olursam halim nasıl olur’ diye sayısız endişe beliriyordu.

Buranın kış şartları her zaman bahsedilen ve korkulan bir efsane gibiydi. Saatler bu yolda durmuştu sanki. Yolda değişen hiçbir şey yoktu. Zamanın olmadığı dağlar arasından, yağan kar ve etkili tipi ile mücadele ederek ağır aksak ilerlemeye devam ediyorlardı. Minibüsün kliması bozulmuştu. İçerisi bir ısınıp bir soğuyordu. Bu yüzden aracın ön camı da ortasına kadar kalın bir buz tabakasıyla kaplanmıştı. Yan camlar sadece beyazlığın resmine açılıyordu.

Yolun çok kalıp kalmadığını minibüsteki diğer yolculara sorduğunda ona hep az kaldı diyorlardı. Bu şekilde sabah çıktığı yolculuk mevsim şartları nedeniyle akşama kadar sürdü. Bazı yerlerde yolda kalma gibi durumlarla karşılaşsa da, bir durup bir yağan kar yolları aşılmaz ve çekilmez kılsa da, gündüz olması yol açma çalışmalarını da sürekli kılıyordu.

Bu şartlar altında akşam saatlerinde ilçeye vardı. İlçe denilirse tabi. İlk olarak yaptığı kalacak bir yer bulmak oldu. Yiyecek bir şeyler aldı ve otelin yolunu tuttu. İlçenin tek oteli vardı. Oraya gidip bir oda ayarladı. Otel denilen yer iki katlı bir barakayı andırıyordu adeta. Ona verilen oda da bundan farklı değildi. Halısı ve perdeleri eski ve kirliydi. Yataklar ise bunlardan aşağı kalır değildi. Otel sahibini çağırıp çarşaf ve nevresimleri değiştirmesini söyledi. Oda, ortaya yerleştirilmiş bir soba ile ısıtılıyordu. Soba da yakıldıktan sonra bir şeyler atıştırıp hayatının o en soğuk gününde, daha fazla üşümemek için erkenden kendini yorganın altına atıp uyumak istedi. Onu karşılayan sanki hiç ısınmayacak gibi görünen yorganın soğukluğu oldu. Bir süre üşüdükten sonra göz kapakları derin bir uykuya kapandı.

Ertesi gün sabah otelden ayrılıp bir pide ve biraz peynir alıp ilçenin kahvehanesine gitti. Sıcak bir çay ve yanında getirdikleriyle karnını doyurdu. İlk iş olarak orada oturanlara kiralık ev sordu. Hemen bir ev bulup yerleşmesi gerekiyordu. Kahvehane sahibi neredeyse ilçede ki herkesi tanıdığı için sorulması en uygun kişiydi. Durumunu anlattıktan sonra kahvehane sahibi kiralık evi olan birinin olduğunu söyledi. Telefonla evini kiralamak isteyeni arayarak kendisi için bir kiracı bulduğunu ve eğer isterse çırağıyla birlikte evi görmesi için gönderebileceğini söyledi.

Çırak önde o arkada kiralayıp yerleşeceği eve gitti. Şöyle bir durup etrafa baktı. Ev duvarları her an birbirinden kaçacak ve yıkılacak gibi duruyordu. Yarı beton sıvalı, yarı toprak. Çatısı yere yakın, adeta yere dokunmak ister gibi. Binlerce darbe yemiş gibi duran kapı ve pencerelerle çok ihtiyar ve çok yıpranmış bir yapıydı bu ev. Onları kapıda bekleyen kalın Rus berelerinden giymiş biri, ona evi tanıttıktan sonra evi kesin tutmak istiyormuş gibi anahtarı eline sıkıştırıp gitti. Zaten başka da seçeneği yoktu. Onca yol yorgunluğu ve içinde dolaştığı boş bir ev… Mutfak diye kullanılan küçük bir köşe, küçük bir oda, banyo ve tuvalet bir arada.

Benden önce geçici görevle gelen başka bir memurun kaldığı bir evdi burası. Burada birçok hatırası olan ve seçeneği olmadığı için istemeyerek de olsa bu evde yaşamak zorunda kalmış birinin silueti hala dolaşıyordu sanki çevresinde. Belki de benden başkası değildi buralarda dolaşan. O ve onun yaşayacakları sessizce fısıldar gibi sesleniyordu sanki her taraftan.

Alınması gereken birçok eşya vardı ve biran önce gidip alması gerekiyordu. Çıkıp, aklına gelip de lazım olabileceğini düşündüğü birçok şeyi almak istedi, lâkin bu ilçenin şartlarında bu pek de mümkün olmadı. Küçük ve dar çarşıdan birkaç parça eşya ile soba, kömür ve odun alıp geri döndü eve. Soğuk ve çetin günler içerideki soba yandıkça uzak görünüyordu, ama soba söner sönmez tekrar başucunda dikiliyorlardı.

Bir süre dinlendikten sonra işe başlayacağı kuruma gitti. Oradaki işleri halledip ilçe kahvehanesine uğradı. Köy kadar bir ilçeydi burası. Çayı kaçaktı, lakin insanlarının sıcaklığı çok yerliydi. Arada bir kendilerini ilçenin merkezi sananları saymazsak tabi. Havalar çok soğuk olmasına rağmen çabuk ısınmıştı buraya. Birileriyle sohbet etmek halleşmek istiyordu. Çevreye göz gezdirdi. Her zaman yaşlı amcaların sohbeti çok hoşuna gittiği için o da bir amcaya yanaştı. Selam verip izin istedi yanına oturmak için. Kısa bir hasbihalden sonra derin bir sohbete daldılar.

Cümleleri, aynı hallerin birbirine bağlanmış uzun ipleri gibiydi. İçinde biriken karları yüreğinin üzerinden silip pencerelerini sonuna kadar açtı. Özü güzel olanın sözü de güzeldi. Pencereden içeri giren hoş bir esinti dolduruyordu göğüs kafesini. Daha sonra uzun sürecek sohbetlerin ve hemhal olmanın ilk adımıydı bu. Zira sonra ki her gün, o amcayı aradı.

Zaman durdurulamaz akınıyla sürekli geçiyordu üzerinden. Acılar geçen her gün suyu çekilen koca bir deniz gibiydi. Yerine hemen sular dolsa da bu çekilme sürekliydi. Bir sabah uyandığında önceki akşam başlayan kar hiç kesilmeden yağmış ve neredeyse pencerenin üst kısmına kadar yükselmişti. İlk defa böyle bir manzarayla karşılaşıyordu. Şubat ayı, kar ayı derlerdi. En haşin haliyle gelmişti buraya. Zaten bu aylarda böyle yağan kar en az on beş gün, bazen bir ay yolun kapalı olması demekti. Ki köy yolları bazen iki aydan fazla kapalı olurdu.

İlçe merkezindeki yolları insanlar kendi elbirliğiyle açarlardı. Metrelerce yükseklikteki kar yığınları arasında dolaşmak ayrı bir zevkti ve her yerde karşılaşılabilecek bir durum değildi. Kendine has ve sadece burada yaşanılabilecek özellikte şeylerdi bunlar.

Yalnızlık günlerinde, ona evde arkadaşlık eden kitapları artık yeni arkadaşlara gerek olduğunu söylüyorlardı. Yeni kitaplar alması gerekiyordu. Beyazın aylarca hüküm sürdüğü bu dağlar arasında ve hâlâ kapalı olan yollar açılmayı beklerken, bunu nasıl yapacağını kara kara düşünmekten başka yol kalmıyordu ona. Bazen kahvehane de acil bir durumda neler yapılacağı günlerce tartışma konusu olurdu, fakat yolların kapalı olması bu tartışmayı ilçe dışına çıkarmazdı ve tüm fikirler sonuçsuz kalırdı.

İçinde yer eden burukluk, boğazından diline bazen kendini salınca, mahrumiyetin asıl yönetici olduğu bu ilçe de, buradan kaçmaktan başka düşünce dile gelmiyordu. Burada doğup büyümeden kimse buraya ait olamazdı ve sonradan gelenler her zaman bir aidiyet problemi yaşardı. O da yaşadı. Yollar açılır açılmaz ilk işi buradan gitmekti ve bunu daha buraya geldiği ilk günden beri düşünüyordu.

Metrelerce kar arasında iş, ev ve kahvehane üçgeninde yaşamak zordu. Bazen ekmek bulmak bile zorlaşıyordu. Burada tek ve yarım yamalak çalışan bir ekmek fırını vardı. Tek bir manav vardı ve kışın zaten sebze ve meyve neredeyse hiç yoktu. Tek tük bakkal adı altında açılmış dükkânlar ve bir iki tane, içerisinde birkaç parça elbiseyi satışa sunan giyimciler ve ilçenin en önemli yeri kahvehane. Gerisi barakaları taklit eden evler, evleri taklit eden resmi kurumlardı. Telefon şebekesi yoktu. Sevdikleri ve ailesiyle görüşmek istediğinde her seferinde ilçe karakoluna gidip telefon açıyordu. Bir ara uzun süre ailesini aramayınca acaba başına bir şeyler mi geldi diye karakolu aramışlar ve uzun zamandır onları aramadığını karakol komutanına söylemişler. Aynı gün onu gönderip beni aratmışlar. Durumdan haberdar olunca gidip ailesini aradı ve buradaki şartlardan dolayı bazen böyle uzun süre arayamayacağını ve merak etmemelerini söyledi.

Buraya geleli neredeyse dört ay oldu. Buradakiler, senenin yarısından fazlasını kar altında geçirdiklerini söylüyorlardı. Ölü dağları yemyeşil giydiren kısa süreli bir ilkbahar ve yaz mevsiminin ara sıcaklarından sonra, yeniden kışın insanları ve burayı hayatın gözlerinden saklayan beyaz örtüsüyle örtmesi sanki yarın kadar yakın geliyordu insanlara. İlkbahar ve yaz kısa olduğu için yapılan planlar, sadece yeniden başlayacak olan kış soğukları için acil hazırlıktan başka bir şey değildi.

Kahvehane ilçenin iletişim merkezi gibiydi. İnsanlar burada toplanır ve gelişmelerden burada haberdar olurdu. Aile problemleri, geçim derdi, çoluk çocuğun yeterli düzeyde eğitim alamaması, işsizlik, ilçenin kendi problemleri, sağlık sorunları, doktorların ve öğretmenlerin yokluğu gibi birçok sorun, neredeyse her gün birlikte içilen çaylarla masaya yatırılıyor, lâkin her şey kahvehanenin duvarları arasında kalıyordu. Daha önce gelen öğretmen ve doktorlar sonbahar şartlarında buraya gelmişler, her şeyin böyle gideceği beklentisiyle böyle devam etmişler. Kışın gelmesi ve yağan metrelerce karın yolları kapatması, çetin kış şartları, nisan ayına kadar hiçbir geçit vermeyen bu dağlar arasında mahsur kalmaları, ilk iş olarak tayin isteyip buradan kaçmalarına neden olmuş. Yerlerine yenilerinin gelmesi de uzun sürdüğü için, ilçenin insanlarda bu duruma tepkili olsa da kabullenmekten başka çareleri kalmamış. Herkes kendi sessizliğinde dağların hükmüne boyun eğmek eğmişti.

Birkaç zaman önce soğuk algınlığı nedeniyle bir hafta kadar hasta yattı. Bazen çok kötü durumlara düştüğü oldu. Böyle durumlarda yolun sonuna geldiği düşüncesi defalarca beyninde ve içinde bir mermi gibi dolaşır dururdu. Yarım yamalak bir bakımla iyileşmeye çalıştıysa da bu daha çok hastalığın uzamasına neden oldu. Ağır seyreden bir hastalıkta olsa atlatmayı başardı. Defalarca yaşadığı buna benzer durumlar istifa edip gitmeye zorluyordu onu. Defalarca kendine kızdığı oluyordu. Ancak her seferinde de kalmaktan başka çaresi yoktu.

Mart ayının sonlarına doğru nisan ayının gelişinin heyecanı sarmaya başlamıştı onu. Yollar açılacak ve şehir merkezine gidip buradan kurtulmamın yolunu arayacaktı. Zaman yaklaştıkça daha bir diriliyor daha bir heyecanlanıyordu. Yolların açıldığı haberini alınca ilk işi ertesi gün şehir merkezine gitmek oldu. İlçeden ayrıldı ve aşılmaz yollarına düştü. Aylar sonra yine o uzun süren yolculuk bu defa tersine olmak üzere yeniden başlamıştı. İlçeye gittiği zaman onunla aynı minibüste olan hiç kimseyi tanımıyordu. Bu defa ise çoğunu tanıyordu. Yolculuk muhabbetle geçiyor ve herkes hemfikir bir şekilde aynı şeyi soruyordu ona: ‘geri dönecek misin? ’diye. Bu soruya cevabı hep susmak oldu.

İş makinalarının açtığı yol yağan karın ne kadar fazla olduğunu gösteriyordu. Bazı yerlerde kar kalınlığı dört metreye ulaşıyordu. Dört metrelik beyaz duvarlar arasında bir ipin üzerinde gidiyor gibiydi. Yükseltinin fazla olması, yolların bozukluğu yolculuğu çekilmez kılıyordu. Zor, yorucu bir yolculuktan sonra şehir merkezine vardılar. Şehre yeniden dönmek uzun süreli bir hapis cezasından kurtulmak gibiydi. Doğduğu topraklara yeniden kavuşan bir sürgün gibi hissediyordu kendini.

Merkezde birçok yetkili kişiyle görüşüp tayinini aldırmak istediğini söyledi. Ona verilen cevap ezberlenmişti ve herkes bir ağızdan, yerine gidecek kimse olmadığı için bunun mümkün olmayacağını söylüyordu. Günlerce uğraşmasına rağmen bir netice alamıyordu. Daha üst düzeyde yetkililerle görüşmesi de sonuç vermedi. Eğer yardım etmezlerse istifa edeceğini söyledi fakat bu onları pekte ilgilendirmedi. Umudu kesip bir süre ortalıkta dolaştı durdu. Tanıdık tanımadık herkese durumu bildirdi. Geçen her gün umudunu daha da sığlaştırıyordu. Bir aydan fazla bu iş üzerinde uğraştı. Siyasilerle yaptığı görüşmelerde de bir sonuç alamayınca istifa kararı kesinleşmeye başlamıştı. Bir süre daha belki bir sürpriz olur diye bekledi. Hiçbir sonuç çıkmayacağına iyice kanat getirince ilgili birime istifa dilekçesini verip memleketine döndü, çünkü o ilçeden çıkarken bir daha oraya dönmeyeceğine söz vermişti.

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir