üç günlük, dünya

büzgünlük

Bugün yeni iş yerimdeki ilk izin günümdü. Her ilk hafta gibi alışmaya çalışarak geçti günlerim ve çok yorulmuşum. Gün boyu evdeydim. Geç uyandım, uyandıktan sonra bir süre daha uzandım, kafamı toplamaya çalıştım. Hayatımın seyri üzerine düşündüm. Neler olmasını istiyordum, neler oluyordu, neler olmasını istemiyordum, neler olmuyordu… Birkaç saat düşündüm bir sonuca varamadım. Kalktım, kahvaltı hazırladım kendime. Kahvaltı diyorum çünkü günümün ilk öğünüydü. Varoluş sancılarıma, modern insanın olmazsa olmazı yalnızlığıma, uyanış saatime ve uyanamayışıma filtre kahveyle geçiştirilmiş bir kahvaltı harikulade yakışırdı ama öyle yapmadım. Önce çay koydum, çay olurken biraz peynir doğradım, aynı tabağa üç tane zeytin koydum, başka bir tabağa bir tane salatalık doğradım ve yanına biraz maydanoz… Tabakları masaya koydum, bardağı ve çatalı da. Haftalardır hiç eksilmeyen reçeli de koydum masaya. Ben bunları hazırlarken çay demlendi. Kahvaltımı yaparken Sema Moritz’den Hasret şarkısını dinledim, on yedi defa… Yani yaklaşık bir saat, dokuz dakika sürdü kahvaltım. İzinli olduğum günlerde yorgunluğum geçmiyor, azalmıyor, katlanıyor sanki. Bugün de öyle oldu. Dinlenmeyi umarak salona geçtim, biraz da Fransız balkonumun önündeki tekli koltukta deneyecektim. Kapıyı açtım müthiş bir esinti vardı, uçuşan perdeleri köşede topladım ama faydası olmadı. Gittim odamdan hırkamı getirdim, evet hırka, daha zarif bir şey de olabilirdi şal, tülbent ya da fular gibi ama o an düşünemedim, hırkamın kollarıyla perdeleri bağladım, ergen kızlara benzediler. Gülümsedim, bu benzerlik hoşuma gitti. Oturdum dışarıyı seyretmeye başladım. Hafta boyunca her şeyi dışarıdan seyreden ben, haftanın bir günü dışarıyı seyretme imkânına sahip oluyordum, güzeldi. Rüzgâr yüzüme çarptıkça gözlerimi kapatıyordum, rüzgârı gözlerim kapalıyken de görüyordum, güzeldi. Savrulan yapraklara bakıyordum, savrulan insanları görüyordum. Dimdik ağaçlara, ağaçların sapasağlam gövdelerine bakıyordum, rüzgârın onlara çarpınca yarılışını görüyordum. Tam karşımda duran otobüs durağına bakıyordum, bekleyen insanları görüyordum. Ben bakarken bir otobüs geldi, otobüs gidince yarısı kalmıştı bekleyenlerin, bir otobüs daha geldi, kalanların da yarısını götürdü üç kişi kaldı, iki kişi oturuyordu biri ayaktaydı. Ayaktakini de bir dolmuş aldı, götürdü. Duraktaki bankın iki kenarında oturan iki kişi kaldı, otuzlu yaşlarda bir adam ve onlu yaşların sonunda ya da yirmili yaşların başında bir kız. İkisi de eğreti duruyordu, zannediyorum tanışmıyorlardı. Saatlerce onlara baktım, hiçbir şey yapmıyorlardı. Kız ara sıra çekinerek ve yakalanmamaya azami özen göstererek adama bakıyordu o kadar. Bence adam da fark ediyordu kızın baktığını ama utandırmak istemiyordu. Otobüsler, dolmuşlar, taksiler geçiyordu, adam ve kız duruyorlardı. İlk önce hangisi hareket edecek, kim gidecek kim kalacak çok merak ediyordum. Kız adama herhangi bir şey diyecek mi, adam kızın bakışlarından rahatsız olacak mı diye çok merak ediyordum. Belki de aynı otobüse binip gideceklerdi, belki de yanılıyordum tanışıyorlardı, belki kavgalılardı, küsmüşlerdi. Çok merak ediyordum ama sıkılmıştım, kıpırdayacakları yoktu, esinti başımı ve boğazımı ağrıtmaya başlamıştı, ada çayı yapmak için mutfağa gittim. Döndüğümde ikisi de yoktu, sağa baktım, sola baktım, yoklardı. Merakım, heyecanım, umudum ne yapacaklarını şaşırdılar. Çayımı, koltuğumun yanındaki minik sehpanın üzerine koydum, oturan bir cenin gibi koltuğa sindim. Biraz sonra sokak lambaları yanmaya başladı. Gün bitti.

özgünlük

Merhaba günlük,

Dün kafam çok doluydu iyi bir gün geçirmemiştim ve nasıl anlatacağımı bilemedim, bu yüzden yazamadım. Bugün dünü de anlatacağım. Biliyorsun en son bir ödevden bahsediyordum, bir resim çizmem ve hikâyesini anlatmam gerekiyordu. Sonunda bir fikir bulabildim ve yan yana konumlanmış iki çiçekçi dükkânı çizdim. Bu dükkânların sahipleri tamamen farklı karakterlerde olmalarının yanı sıra biri işini ve çiçekleri çok seviyor diğeri ise neredeyse nefret ediyordu. Biri çiçeklerin ruhuna inanıyor incitmemeye gayret ediyor, diğeri sadece kazanç sağlamak için araç olarak görüyordu. Bunu şöyle resmettim ki, bir dükkânın önünde capcanlı, rengârenk çiçekler ve onlara gülümseyerek bakan çiçekçi, diğerinde solmuş, boyunlarını bükmüş çiçekler ve somurtan çiçekçi… Ödevi doğru yaptığımdan emin değildim ama yaptığım resmi sevmiştim. Teslim ederken ise bütün tereddüdüm uçup gitti. Çünkü hocamın resmime nasıl baktığını gördüm. Bu bakış alacağım nottan daha büyüktü. Resmin hikâyesini de anlattıktan sonra yerime geçecektim ki hocam, bir dakika dedi. Durdum, şaşırdım, ne söyleyeceğini merak ediyordum. Hocam, herkes buraya baksın, dedikten sonra bir sürü övgüler söyledi resmime. Bu kadarını hak ettiğini hiç düşünmemiştim. Hikâyenin öneminden bahsetti, benim ne kadar iyi bir gözlemci olduğumdan, sık sık çıkıp dışarıyı seyrettiğimden, yeni hayatlar,  yeni yerler, yeni insanlar keşfetmeyi sevdiğimden… Konuştukça yanlışa evriliyordu sözleri. Biliyorsun sevmem tüm bunları. Hocam konuşuyordu ben susuyordum, sustukça küçülüyordum. Herkes bana bakıyordu, ben kimseye bakamıyordum. Dışarı çıkmaktan hiç hoşlanmadığımı defalarca söylemiştim arkadaşlarıma, o an bir yalancıya baktıklarını düşünüyorlardı, eminim. Hocama “hayır böyle değil” diyemiyordum, diyemedikçe kızarıyordum, herkes bana bakıyordu, kimse görmüyordu. İnsan övgülerle de girebiliyormuş yerin dibine. Gün boyu kötü hissettim, akşam eve gelince de hemen uyudum. Bu sabah uyandığımda da devam ediyordu o korkunç his. Evden çıkıp durağa gidene kadar kafamı hiç kaldırmadım. Duraktaki sesleri duymasaydım orada da kaldırmayacaktım. Otobüs şoförü art arda korna çalıyordu, birden fazla kişi bağırıyordu, bir sürü kişi toplanmıştı. Bir adam sağ ayağını otobüsün merdivenlerine koymuş duruyordu. Herkes ona bakıyor, herkes ona bağırıyordu. “Hadi binsene” diyordu biri, “seni mi bekleyeceğiz” diyordu diğeri, “geç kaldım” diye bağırıyordu öteki. O duruyordu. Ben bakıyordum. Sanki her şey durmuştu, bağıran adamlar dışında. Sonra şoför upuzun bastı kornaya, sonra da ilerledi ve adam düştü. Otobüs ilerleyince az önce duran adama bağıranlardan birkaçı şoföre bağırmaya başladı. Vicdani bir denge vardı ve çok garipti. Duran adamın iyi olmadığını akıl edebilen biri, “iyi misiniz?” diye sordu, adam yere bakıyordu, bakmaya devam etti. “Su getirin” diye bağırdı biri, “hadi banka taşıyalım biz de” dedi birkaç kişiyle göz teması kurarak, sanki ona o anı koordine etme görevi verilmişti. Adamı duraktaki bankın sol tarafına oturttular. Adam bir şey gibiydi, biri değil. Bazıları gitti, bazıları biraz adamla ilgilendikten sonra gitti, ben hâlâ bakıyordum. Herkes gittikten sonra başka herkesler geldiler, otobüsler geldi onlar da gittiler. Hocamın bana peşinen yakıştırdığı görevi kabul etmiştim galiba, bir hikâye bulmuştum ve bakıyordum, görmeye çalışıyordum. Bankın sağ tarafına oturdum. Uzun süre oturduk, sık sık bakıyordum, bakarken belli etmemeye çalışıyordum. O bana hiç bakmadı. Onun bana bakmadığını bildiğime göre o da benim baktığımı biliyordu. Hiçbir şey yapmıyordu. Bekliyordum, zaman geçiyordu, otobüsler geçiyordu, dolmuşlar, taksiler, arabalar, insanlar geçiyordu, bekliyorduk. Anlam veremiyordum. Saatler geçti, gün bitti. Güneş batmışken ama hava kararmamışken yavaş yavaş kalktı yerinden karşıya geçti. Gelen ilk otobüse bindi. Ben de hayal kırıklığımla beraber eve döndüm. Hem okula gidemedim hem de hikâye bulamadım. Üstelik bu fırsatçı tavrımdan dolayı çok utanıyorum. Hiçbir şey yapmadan günüm bitti ve çok yorgunum.

üzgünlük

Bugün bir şey oldu. Maalesef mi demeliyim, iyi ki mi demeliyim bilmiyorum. Hislerim birbirleriyle çarpışarak yok oldular sanki. Ne hissettiğimi bilmiyorum. Uyuşmuş gibiyim, hâlâ. Sabah, hiçbir şey son on yedi yıllık rutinimden farklı değildi aslında. Uyandım, duş aldım, tıraş oldum, giyindim, kahvaltı yaptım. Tabağı, bardağı, çatalı, bıçağı makineye yerleştirip ellerimi yıkadım. Aynanın karşısına geçip kendime çeki düzen verdikten sonra çıktım evden. Çıkarken çöpü attım. Her şey her günkü gibiydi. Durağa giderken bir şey beni çok rahatsız etti, bir sonraki durakta binmeye karar verdim otobüse. Belki yürümek iyi gelir diye düşündüm, ben düşünmedim aslında hep böyle söylerler. Doğru değilmiş, iyi gelmedi. Durağa geldiğimde kafamın içinde bir el varmış ve rastgele beynimin tuşlarına basıyormuş gibi hareket ediyordum. Hareketlerimi kontrol edemiyordum. Biraz bekledikten sonra bir otobüs geldi, nereden geldiğini nereye gideceğini bilmediğim. Binmeye kalktım otobüse, sağ ayağımı attım ve durdum. Kafamdaki el yürümemi sağlayacak tuşa basmıyordu sanki, duruyordum. Herkes bana bakıyordu ben hareket edemiyordum. Herkes bana bağırıyordu ben bir şey diyemiyordum. Kafamın içinde bilmediğim bir dilde konuşuluyor, bilmediğim başka bir dilde alt yazı geçiyordu. Hiçbir şekilde anlayamıyordum. Göz kapaklarımı kırpamadığım için gözlerim yanıyordu. Ağlamak istiyordum ama kupkuru olmuştu gözlerim, ağlayamıyordum. Bana yeterince bağırdıktan sonra insanlar, otobüs şoförü ilerlemeye karar verdi, o ilerleyince ben düştüm. Az önce bana bağıran insanlar beni tuttular, hatta bazıları otobüs şoförüne bağırmaya başladı beni düşürdüğü için. Beni aldılar duraktaki banka oturttular. Ben, bana hiçbir şey yapamıyordum. Önümden insanlar geçiyordu bakamıyordum, yüzüme güneş geliyordu kıpırdayamıyordum. Yanıma biri oturmuştu, bakamıyordum. Saatler olmuştu yanımdaki kalkmıyordu, bakamıyordum. Bir “şey” gibi duruyordum. Böyle geçti zaman, akşam oldu. Bir otobüs geçti karşıdan. Eğer işe gidebilmiş olsaydım muhtemelen o otobüste eve dönüyor olacaktım. Onu görünce bugün işe gitmediğimi idrak ettim. Sanki kat kat zincirlere vurulmuştum da hepsini tek tek kırıyordum. On yedi yıldır ilk defa işe gitmemiştim. Rutinim bozulmuştu. Nefret ettiğim, her gün bana zulmeden, değiştirmeye nereden başlayacağımı bilemediğim rutinim. Sonunda bozulmuştu. Ben bunları düşünürken, kafamdaki el, ellerini çekti üzerimden. Kıpırdadım. Güneş battı, alacakaranlıktı. Sanki bir çocuktum ve yürümeye başlamıştım. Karmakarışıktım ve çok heyecanlıydım. Çözünüyormuşum gibi yavaş yavaş hareket edebiliyordum, canım çok yanıyordu. Ama bir şey olmuştu, değişik bir şey, her zamankinden farklı bir şey. Hem de bir şey yapmama gerek kalmadan.

Şadiye Sare Kaplan

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Sancı Dağı , 14/09/2021

    Üç dünyalık gün…

  • Pörsümüş Beyaz Kulaklık Cakı , 14/09/2021

    güray süngü bu hikayeyi beğendi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir