Tribünde Kum Gibi Ol

Kayseri’nin ateşli taraftar grubu 38 Derneği, 2010 yılında hiç kimsenin beklemediği bir hamle yaptı. Grup üyeleri, yazdıkları mektubu FIFA’ya gönderdi ve 3 Mayıs tarihinin ‘Dünya Taraftarlar Günü’ olmasını talep etti. Tribüncülerin vefasını ortaya koyuyordu bu olay. Zira 3 Mayıs’ın Kayseri ve Kayserililer ile herhangi bir ilişkisi yoktu. Bu duruş ancak şehri müdafaa yapanların ‘gönül birlikteliğiyle’ açıklanabilirdi.

Hikâyeme “Takvimler 3 Mayıs 2003…” cümlesiyle başlamak istemiyorum. Zaten öyle çok eskilere gitmeyeceğiz, kadim tarihten ne bir padişahın hikâyesini anlatmaktır gayem, ne de aristokrat birinin bizi düşüncelere sevk eden sözünü irdelemek… Bir sevdaya kulak verelim bu defa, ne dersiniz? Sıradan bir insanın kahramanlığından iktibas edelim!

“Türkiye’nin yüzölçümü bakımından en büyük ili Konya’dır” cümlesi, lise coğrafya derslerinin vazgeçilmez bilgileri arasındadır. Bu, öyle kuru ve mağrur büyüklüğü anlatan bir malumat değildir! Selçuklu medeniyetine başkentlik yapmış, kartalın doğuyu ve batıyı izlediği yerdir, gönüllerin şehri Konya. “Aşk, sandığın kadar değil yandığın kadardır” derken Hz. Mevlana; Konyalının, Konya aşkından ‘yanması’ ilham olmuştur kanaatimce kendisine. Neyse! Kadim tarihten ince bir kopya çekmemizin ardından 21. yüzyıl başlarına dönelim. Konyalının memleket aşkına, şehir sevdasına hatta kentin takımına olan bağlılığına…

Hani, stadyumlarda koltuklara betona oturduğumuz günler, 42’inci dakikada akıllı telefonlarımızın feneriyle coşmadığımız yılları hatırlayalım. Stadyumların arenaya dönmediği, passolig başvurusu için internette sörf yapmadığımız zamanları ne çabuk unuttuk! Hatırlasana, kankinle 1’e 2 yaparak geçtiğin turnike kapılarını, “eski açık yeşil desene” tezahüratlarını…

Konyalı futbolseverler iyi bilir, şimdi yerinde yeller esen Atatürk Stadyumu’nda “Nalçacı” adıyla çok tribün grupları kuruldu. Büyüğüyle, küçüğüyle, vefası ve cefasıyla anılarda kaldı o vakitler. Recep Kum da o zamanların ‘fiyakalı’ ismi, tribünde sözü geçen abilerden biri. Tabiri caizse maratonun allâme-i küllisi. Konya’yı ve Konyaspor’u özümsemiş bir insan. Tutulmuş bir aşka… Yürümüş yıllarca sevdasının peşinden. “Ne zaman bitecek bu tribün aşkı abi?” diyenlere, “Koçum, üzerindeyse yeşil-beyaz forma, bırakılmaz yarı yolda arma” cevabını vermesi, yüreğindeki Konyaspor sevgisini kanıtlar nitelikte.

Aslen kendisi de farkında her şeyin! Yaşının kırka yaklaştığını, yetişmesi gereken üç çocuğunun olduğunu ve gençken inanılmaz zevk veren deplasman yollarının artık çilekeş hale geldiğini… O, dileği gerçekleşince bırakacaktı bu önden gitmeyi, arkadan gelenlere yol yordam gösterecekti geriden. Konyaspor’u yeniden birinci ligde mücadele ettiğini bir görse, yeni yetişen gençlere bırakacaktı abiliği ve tribüncülüğü. Tek isteği, yeşil-beyaz formanın hak ettiği yerlere gelmesiydi.

Üzüntüler, sıkıntılar derken takımın düşmesinde tam olarak on iki sene sonra her şey istediği gibi gidiyordu. Sezon öncesi yapılan transferler takıma adapte oluyor, gelen peşi sıra galibiyetler neticesinde şehir bir bütün olarak takımının yanında saf tutuyordu. Her şey o kadar güzel gidiyordu ki o sezon! Kum’un hayali gerçekleşmesine sadece günler kalıyordu.

Takım, son maça çıkmadan bir üst ligde mücadele etmeyi garantiliyordu artık. Recep Kum ve Konya halkı prosedürden ibaret olan otuz dördüncü haftanın son düdüğünü bekliyordu. Hakem maçı bitirdiğinde Konyalılar kutlamaya başlayacaktı, takımının üst lige çıkmasını. Eee tribüncülere öyle kolay değildir, son düdüğü beklemek. Önce hazırlıklar başlayacak ve şehir fener alayına hazırlanacaktır. Her köşe başına, şehrin her bölgesine, girişlerine, çıkışlarına yeşil-beyaz bayrak asılacak, Konya’nın tek ses olduğu Türkiye’ye gösterilecekti.

Başlar organizasyonlar. Görev dağılımları yapılır. Ekiplerin bayrakları nerelere asacağı belirlenir. Recep Kum ve dört arkadaşı, ellerindeki Konyaspor bayraklarıyla görev yerlerine gelir. Her şey tamamlanmış ve elde kalan son bayrağın asılmasıyla evlerin yolu tutulacaktır. Saatler gece yarısına yakın, ekip yorulmuş, bitap düşmüş. Gözlerden yorgunluk akıyor. Son bayrakta dalgalanınca yayılacaktır her yere yeşil-beyaz kokusu.

Bayram, ekibin en küçüğü… Alır eline, altıya dokuz ebadındaki bayrağı, bir ucunu bağlayacağı büyük elektrik direğine tırmanmaya başlar. Arkadan bir ses, “Kardeş! Sen kal, ben çıkarım. Orası tehlikelidir şimdi! Ben halledip inerim.” Bayram, “Olur mu abi? Ben bağlarım” falan dese de, büyükler ısrarcıdır. Azrail, sanki Recep abiyi çağırıyordur. Gençliğinde kafasına ameliyat ile yerleştirilen platinin elektriği çekeceği kimin aklına gelir ki? Bayrağı kavradığı gibi tırmanmaya başlar Kum. Birinci basamak, ikinci basamak, üçüncü, dördüncü, beşinci… Basamaklar biter, ruhu yükseklere tırmanmaya devam eder. Teslim etmiştir o vakit, 37 yıllık canını.

Bu talihsiz, elem olayın üzerinden yaklaşık olarak 15 yıl geçti. Bu süre zarfından Konyaspor sadece stadını değiştirmekle kalmadı, yeri geldi ‘asansör takım’ yakıştırmalarına maruz kaldı, yeri geldi acılara tanıklık etti; kulüp binalarına hatta takım otobüsüne varıncaya kadar hacizler yaşadı. Transfer yasağı yedi fakat yine de Recep Kum ruhunu kaybetmedi. Kartalın iyileşince kanadı, her daim yükseklere uçmayı bildi. Ne zaman bitecek bu kederler derken, kocaman ümitler yeşerdi. Yeşil-Beyaz takım ligi üçüncü bitirdi, Türkiye Kupasını Konya’ya getirdi. Bir zamanlar sadece hayal olarak görülen UEFA Kupası’nda top koşturdu. Ne büyük başarılardı, küçük bütçeli bir şehir için. Ne unutulmaz anlardı, yeni stadyumda atkı şov yapıldığı kırk ikinci dakikalar… Belki görmeyi en çok hak eden insanlar, bütün yaşanan bu zaferlerden ne yazık ki mahrum kaldı. Tıpkı senin gibi Recep abi.

Son olarak sormadan bitirmeyeceğim. Harbiden neden 3 Mayıs Dünya Taraftarlar Günü olmasın ve Recep Kum Tribünü neden yeni Konya stadyumunda devam etmesin?

Abdullah Uluyurt

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Tribun lideri , 23/02/2019

    Efsane bi yazi. Kalemine saglik genç.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir