Tozlu Diploma

Ellerim üşüyor ve ayaklarım… 55’te yanan doğalgazdan bihaber yüreğim, eşlik ediyor onlara. Titriyorum, kimse farkında değil! Bağırsam şöyle avazım çıktığı kadar sokak ortasında… Kim dinler ki beni? Herkes bir şey söylüyor. Söylemekle de yetinmiyor, haykırıyor! Benim gibi kısık sese kulak verecek var mı? Sanmıyorum! Dışarıdaki soğuğu içine çeken dört duvar üzerime geliyor, pervasızca. Yine de evden çıkmak haram bana! Adı çalışma olan masanın üzerinde üniversite yıllardan kalan, okuyunca içimdeki depresyonu artıran üç beş öykü kitabı ve karaladığım ajandanın beyaz sayfalarında devasa ümitsizlik hâkim… Bir de alt tabağı bulunmayan demli çay bardaklarının farklı yerlerde bıraktığı izler var. Hepsi bir mana taşıyor aslında! Bana göre karamsarlık anneme göre çocukluğumdan kalma düzensizliğim…

Bir an içimde biriktirdiğim kin ile kitaplığın en üst rafından etrafı sinsi gözlerle süzen diplomamla bakışıyoruz. En güzel çerçeveyle süslemişti, rahmetli babam. Gururluydu. Tek bir oğlu vardı, onun büyük puntolarla ismimim yer aldığı kâğıt parçasını, eve gelenlerin görmesini istiyordu. Ev sahibini karşısına almak pahasına çivi dahi çakmıştı, oturma odasının duvarına. Ne oldu şimdi? Korkunca altına sığındığım çınar ağacım, dalgalar arasından çekip çıkaran kaptanım gitti, uzun zamandır bir işe yaramayan bu beyaz kâğıt kaldı geriye. Şeytan boş durmuyor, bir gıdıklanma başlıyor beynimde. “-At gitsin şu beyhude kâğıdı!” diyor, “Belki karton toplayan kirli sakallı abinin işine yarar…”

Akrabalarım, arkadaşlarım, dostlarım… Hepsi kesmiş olacak ki ümidi; sormuyorlar halimi, hatırımı eskisi gibi… Faturasını ödeyemediğim telefonum, müşteri hizmetleri haricinde çalmıyor! “Geçen bahsettiğin işten bir haber var mı?” sualini yöneltenler, neredesiniz Allah aşkına? Nereye kayboldunuz? Bir dönem ruhumu daraltan bu sorunun kıymetini anlıyorum şimdi. Meğerse yüreğimin derinliklerinde ‘bir gün yeşerir mi?’ ümidiyle beslediğim, hayat mücadelemmiş, o suallerin hepsi…

O derinliklerden hayat mücadelemi çıkaracak bir babayiğit de yok, etrafımda. Hasan vardı, bir dönem. Çocukluk arkadaşım, sırdaşım, yıkılmaz sandığım son kalem… Hasan… O da uçtu, gitti; sakat kanadıyla beraber takıldığımız günleri unuturcasına. Ardına bakmadan. Bir “Allahaısmarladık!” demeden.  İnan bana memurluk sana yakıştı, Hasan. O hiç sevmediğimiz takım elbisenin senin üzerine ne kadar oturduğunu gördüm, geçen gün feysine yüklediğin fotoğrafında. İş arkadaşlarınla takıldığın kafelerde mutluluğun gözlerine yansımış, verdiğin pozlarda! Yaa ben Hasan? Mahalle maçlarında top koşturduğun arkadaşını unuttun. Unuttun, bisiklet turnuvalarını, ailelerden gizli çektiğimiz, ilk sigara nefesini. Haklısın dostum! Gücendiğimden değil! Boşluğa düşünce oluyor, bütün saçmalıklarım. Bir yerlerden tanıdık geliyor, bu acı hikâye. Cebinde sigara alacak parası olmayanların, çay ocaklarında korkulu gözlerle adisyonu izleyenlerin, evden dışarı çıkmayıp tozlu diplomaya öfkeli gözlerle bakanların; sonuç bölümüdür, bütün yaşadıklarım. 

Olsun! Güzel hatıralar kaldı, aklımda. Hani durmaksızın kapitalizme saydırdığımız çay ocaklarında, boş bardakları almaya gelen pos bıyıklı dayının “Çay gelsin mi gençler?” sorusuna, “Birazdan abi!” dedikten sonra; cebimizdeki demir paraları sayıyorduk, kahverengi bez örtülmüş tahta masanın üzerinde. Hani “Bu ülkede işsizlik değil, iş beğenmeme var!” diyenlere, zorunlu eğitim sisteminin bize dayattıklarını hatırlatıyorduk. Hani öğretmen alımı mülakatlarında dayımızın olmamasından dem vuruyorduk, acı acı gülerek… Hani… Hani… Boş ver be Hasan! Sen haklısın! Babanın yakın ahbabı Salim amca da sağlam referans, daha ne olsun? Unutma ama benim de haklı olduğum gün gelecek. İşte o zaman ben de kibirli ses tonumu yanıma alarak “-Yeni nesil iş beğenmiyor canım!” diyeceğim, maaşımın promosyonunu hesap ederken.

Şu an ne yapmak istiyorum, biliyor musun? Çok hayal ettiğimiz ve sürekli söylemde kalan o ütopyayı gerçekleştirmek. Diplomamı, kenarları Osmanlı desenleriyle süslü çerçeveden çıkarıp, uçuşa hazır hale getirmek! Kanatlarına şöyle yazacağım; Biz sizi arayacağız diyenlerden, ‘Referansın var mı?’ suallerinden sana sığınıyorum Rabbim! Biliyorum ki rızkı veren sensin! Sonra var gücümle fırlatmak istiyorum odanın balkonundan. Ne dersin, uzaya gider mi; biriktirdiğimiz bütün acıları toplayarak? Beni okutmak için cefa çeken, yurt paramı denkleştirmek adına pazar ihtiyacının yarısını kısan beyaz sakallı babamın fotoğrafını koyarım, o güzel çerçevenin içine. Hiç yoktan, içimi ferahlatan tebessümüne bakınca yüzüm güler, ruhum dinlenir. Belki arkasına ‘Babam sağolsun!’ yazdırırım, kim bilir… Onun hatırası yeter…

Abdullah Uluyurt

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Bahar , 19/03/2019

    İşte koca bir neslin umudunu, hevesini, yaşama isteğini böyle yok ettiler.

  • ÖNDER , 15/03/2019

    Oda arkadaşım Abdullah. Kendimi Replay moduna kilitledim, mükemmel ötesi bir yazı.
    ‘Şu Diyarbakırspor atkısını veririm sana ama kaybetmeyeceksin, aradan 10 yıl geçse de hâlâ sende olduğuna dair fotoğraf isterim bak’
    7 yıl su gibi geçmiş .
    Sağlıcakla kal..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir