“Sıkıntının yurdu zihindir. Kaygılar ise insandan bağımsız yaşar.
Onları ancak insan zihni bağımlı hale getirebilir.”
Tevatürcü Ayfer
— Bir derdi varmış diyorlardı.
— Öyleymiş öyleymiş.
— Kimin derdi yok ki?
— Bu başkaymış.
Caddenin tüm gürültüsü eşikten içeri akıyor. Sel mübarek. Birazcık da güneş düşse ya içeri. Kuzeye bakıyor ev. Güneye baksa ne olacak sanki. Öyle olunca piştim Allah diyecek. Sonra da ekleyecek “Hiç esmiyor, hiç. Azcık esse ya.” Sıradan insanlar diye işaret edilenlerin sıradan sıkıntılarından başka sermayeleri olmazmış. Öyle derler. Kim sıradan değil ki? Önemli olan stresi yenebilmekmiş. Böylece depresif hallerden azat olunabiliyormuş.
— Biri varmış.
— Kim?
— Biri işte.
— Gönül işi miymiş?
— Öyle diyorlar.
— Kimin yok ki?
— Bu farklıymış.
— Heyder Baba sen de bizi iyice ütülüyon ha.
— Az sonra dürüp katlaycan.
— Beni dinle beni.
— Hep sen anlatıyon zati.
— Anlatıcı başka. Adı olup kendisi olmayan bir kuş o.
— Bu ne muğlaklıktır ya.
— Hasbi sen beni dinle beni.
Sabahları bir poğaça, öğlen simit ve zeytin, akşam yağlı ekmekle yaşayan bir adam varmış. Bu adam sabah iki poğaçaya, öğlen iki simite ve biraz zeytine, akşam ise iki yağlı ekmeğe burun kıvırmayacak bir kıza gönlünü açmış. Hemen her konuda mutabık kalmalarının ertesinde düğün kurmaya karar vermişler. Siz deyin beş gün ben diyeyim on güne dünya evine girmişler. Evleri de öyle güneye filan bakmıyormuş. Sokağın gürültüsü desen hepten evden içeri. Öyle bir hengâme ki çoluk çocuk evin orta yerinde tepinir sanırsın. Tüm imkânsızlıklara rağmen kadın hayatından memnun, adam hayatından memnun. Allah verdi, bir de çocukları olunca iyice gönülleri seyran olmuş. Her sıkıntıyı unutmuşlar çocuk sayesinde. Vara vara sıkıntısız bir hayata gelip toslamışlar. (Hâlbuki “kavuşmuşlar” demek daha doğru. Kısaca neden tosladıklarının izahı: Sıkıntısızlık kanunu, tüm çekim yasalarını yıkabilecek güçte bir ivmelenmeye sahip olduğu için bulunduğu mekânda küçük küçük boşluklar oluşturur. Bu boşluklar zaman içinde ancak ve ancak taze sıkıntılarla doldurulabildiği ölçüde kişiyi selamete çıkarır. Yani diyorum ki icat edilecek olan sıkıntılar, insanın dertlerinden azat olabilmesi içindir.) Çok geçmeden tahmin edeceğiniz gibi sıkıntılar icat etmeye başlamışlar. Bir müddet sonra çocukları bile dert olmuş. Okuluydu, hastanesiydi, yemeği, sütü peyniri, pabucu çantası kalemi, hani daha bizim masraflarımız nerde; faturalar, taksitler, yol parası, harçlıktı, çaydı çorbaydı derken rızıklarını sorgulamaya başlamışlar. Hoppala! O sabahları iki poğaça, öğlen iki simit ve biraz zeytin, akşamları iki yağlı ekmek gitmiş ve yerlerini sıradan sıkıntılar almıştı. Şu sıradan insanların icat ettikleri öldürülemeyen dert yok mu, işte o!
Mehmet Erikli