Kerim Kolat’tın satırları hastane koridorlarını dolaşıyor.
***
Koridor boyunca sağlı sollu kümelenmiş hareketsiz gölgelerin arasından sıyrılarak yolun sonundaki odaya ulaşmaya çalışıyordu. Bırakın oturmayı, ayakta duracak yer dahi yoktu. İlaç ve ter kokusuna rutubet de eklenince, dayanılmaz bir koku sarmıştı etrafı. Açılıp kapanan kapı aralıklarından sızan ışığın dokunduğu beton zemin dışında her yer karanlıktı. Duvara gömülmüş gölgeleri saymazsanız, terk edilmiş bir istasyonda gibiydiniz; rayları yosunlu, güzergâh tabelaları paslanmış, duvarları soğuk. Acının, elini kolunu sallayarak dolaşabilmesi için kalabalıklara değil, bekleyenlere ihtiyacı vardır. Acı, umudun olduğu yerde neşvünema bulur. Umut varsa, kapı aralığından onu gözetleyen bir acı da vardır.
Yanından geçtiği kısa saçlı, zayıf kadınların gözlerinde nedensiz bir parıltı görüyordu. Annesinin eline yapışmış bağıra çağıra ağlayan bir çocuk, boştaki diğer koluyla burnunu temizliyordu. Bir inilti duydu. Sesin geldiği yöne başını çevirdiğinde orta yaşlı bir kadının yerde oturduğunu gördü. Nefes almakta zorlanıyordu kadın, yanı başında duran iri kıyım adam ise çaresiz gözlerle ona bakıyordu. Hemen önündeki odadan üç kişi ağlayarak çıktı. Elleri yüzünde hıçkırdığı halde koridorun ortasına çöküp yere yığıldı esmer, uzun saçlı olanı. Başuçlarında duran genç kız duvara yaslanmış gayet ilgisiz bir şekilde müzik dinlemeye devam etti. Ağzındaki sakızı belli ki dinlediği şarkının ritmiyle çiğniyordu. Kasketli, paltolu bir adam yerde boylu boyunca uzanmış gence yardım etmeye çalışırken, o, adımlarını hızlandırarak yürümeye devam etti.
Yüzlerinden, zorla çalıştırılan kölelerin bıkkınlığı okunan iki görevlinin yanından hızla geçti. Yürüdükçe karanlık arttı. Hiçbirini anlamadığı konuşmaların sesi gitgide hafifledi. Ayakkabısının çıkardığı gıcırtılar ile ileride bir yerlerde olduğunu düşündüğü damlayan su sesi kaldı sadece. Nefes almakta zorlandığı bir yerde durdu. O bağırtılı koridordan soyutlanmış, bâkir bir oda vardı karşısında. Kapıyı açtığında biraz ışık, biraz nefes bulmanın ümidini taşıyordu. Cebinden not kâğıdını çıkarıp son kez oda numarasını kontrol etti. Kıyafetine son bir çeki düzen verdikten sonra kapıyı tıklattı. İçeriden hiçbir ses gelmedi. Kulağını yavaşça yaklaştırdı kapıya. Bırakın içeriye davet eden bir cümleyi; pencerelerinde demir parmaklıkları olan, içinde farelerin cirit attığı, el yordamıyla yürünebilen bir mahzenin önünde gibiydi. Yavaşça araladı kapıyı. İçeride hiçbir hayat emaresi görülmüyordu. Biraz daha araladı. Az önce kurtulmayı başardığı koridordan daha basık, daha korkunç, daha iç acıtıcı bir manzarayla karşı karşıyaydı. Beyaza boyanmış, demir yığını yatakta yaşlı bir kadın yatıyordu. Kolu yatağın bir yanından aşağı sarkmış olduğu halde kirli duvarlardaki anlamsız şekilleri izliyordu. Boynu kırılıp bir yana düşmüşçesine hareketsizdi. Göğüs kafesi hırıltılı soluklarıyla paralel inip kalkıyordu. Dizlerine kadar sıyrılan yorganın altından, çıplak bacak derisinin çatladığı, yer yer de döküldüğü görülüyordu. Uzamış ayak tırnakları korkutucuydu. Birbirine karışmış saçları taranamayacak kadar kirliydi. Mavi gözleri, sararmış yüzünde canlılık emaresi taşıyan tek yeriydi. Derin, lirik bir ifadesi vardı. Kayalıklar üzerinde meyve vermiş bir ağaçtan farksızdı bu gözler, çetin bir kayanın içinde patlayan bir tohum, ölümsüzlük iksiri içmiş bir büyücü ya da fenâ olmuş bir dervişin kalbiydi kim bilir? Yanına yaklaştıkça ne yapması gerektiğini tamamen unutmuştu. Yaşlı kadının başını çevirmesiyle irkildi. Yutkundu. Ağzında bir şeyler geveledi. Bir yerden başlamalı idi. Elindekileri göstererek söze koyuldu;
“Sizin için bir çiçek var efendim. Elimdeki adreste burası yazılı.” diyerek not kâğıdını kadına uzattı.
Kurumuş, uzun parmaklarının arasına sıkıştırdığı küçük kâğıdı aldı. Ağırlaşmış gözbebeklerini sağa sola gezdirerek okudu. Okudukça dudaklarını ısırdı. Gözlerindeki canlılığı kaybetmeden kâğıdı gence uzattı. Göz ucuyla başucundaki sehpaya koymasını işaret etti. Çember burunlu, şapkalı genç, bu hayalsiz mekândan ayrılmanın telaşıyla çiçekleri alelacele sehpaya bırakıp kapıya yöneldi. Birkaç adım attıktan sonra yaşlı kadına döndü. Gördüğü o ilk anki haline bürünmüş, silik duvarların çizgilerini izliyorcasına bakınıyordu.
Geldiği yolu kullanarak terk etti hastaneyi. Hızla arabasına atladı. Diğer siparişleri de bir an evvel yetiştirmesi gerekiyordu. Sıradaki müşterinin adresine ulaşmak için notlarını eline aldı. Yaşlı kadının okuyup kendisine uzattığı not kâğıdını o heyecanla çöpe atmak yerine cebine koyduğunu fark etti.
Merakını yenemedi. Bu çiçeği ona kimin gönderdiğini merak etmişti. Buruşmuş kâğıdı açtı. Gözlüğünü yeniden yerleştirdi yüzüne.
“Mutlu yıllar anneciğim,” yazılıydı kâğıtta. Altına da “Leyla” notu düşülmüştü.
Derin bir iç çekti. Kolunu direksiyona dayayıp, yoldan gelip geçenleri izledi birkaç dakika.
İnsanlar yürüyor ve susuyordu.
İnsanlar koşuyor ve gülüyordu.
İnsanlar kokluyor, öpüyor ve bakıyordu.
İnsanlar görüyordu, seviyordu.
İnsanlar ölüyordu…
Kararını değiştirdi, eve gidip annesini görmeliydi. Bir dua çok şeyi değiştirirdi. Gaza dokundu ve mahalle aralarından geçerek hızla uzaklaştı. Az önce terk ettiği odada ise bir çift mavi göz sarı boyalı duvarlara çoktan asılı kalmıştı.
1 Yorum