Yüzü gözü sürekli patlıcan gibi moraran çocuklarına Patlıcan Bağımlılığı teşhisi konulduğunu öğrendiklerinde dünyaları başlarına yıkılan anne baba, oğullarının bu yaşta böyle bir illete nasıl bulaştığını sorgularken diğer yandan ona nasıl patlıcan yetireceklerini düşünmekle meşgüllerdi. Kemal ise küçücük bedeninde baş gösteren patlıcan bağımlılığının henüz farkında olmadan mor renkli emziği ile oynuyordu.
Doktorun anlattığına göre milyarda bir görülecek türden bir bağımlılıktı bu. Bir nevi özel hissettiriyordu insanı. Tıpkı bütün çocukların yaramaz değil de hiperaktif olması gibi bir şeydi yani. İlk başta hafif seyreden bu bağımlılık, ilerleyen evrelerde tüm insanlığın başına dert olabilecek kadar tehlikeliydi. Bu hastalığa yakalananların hemen hepsi uzun süren krizlerle mücadele etmelerinin yanında, istedikleri miktarda patlıcan yiyemedikleri an çevrelerine ciddi zararlar veriyorlardı. Ailenin aklında beliren eşkâl ise ağzından tükürükler saçıp hebele hübele diyen Tazmanya Canavarı’na benziyordu.
Patlıcan Bağımlılığı da çoğu hastalık gibi genetikti. Anne baba bu tuhaf durumdan önce kendi aralarında büyük bir ciddiyetle senin sülalenden bulaştı tartışmasına başladılar. Tartışmanın ardından ilk olarak -doktorun tavsiyesi üzerine- patlıcan ismini bile ağızlarına almayacaklarına, patlıcandan yapılan hiçbir şeyi -reçel dâhil- yemeyeceklerine ve doktor teşhisinden kimseye bahsetmeyeceklerine dair birbirlerine söz verdiler. Ama bir sorun vardı. Kemal’in babası bu hastalığı sanki kırıp atılacak sigara gibi kafada biten bir bağımlılık olarak görüyor, annesi ise sülalesinden aldığı etkiye dayanarak deyim yerindeyse ölüp ölüp diriliyordu. Yani bildiğimiz anneler gibi.
İlk evreyi kısmen rahat atlatan ve durumu konu komşudan büyük bir titizlikle saklayan anne babanın asıl zorlanacakları aşama bağımlılığın ikinci aşamasıydı. Yani Kemal’in patlıcan diye bir nimetin var olduğunu duyma ihtimali. Konuyu şu ana kadar kimseye açmamışlardı fakat Kemal’in, yaşı ilerledikçe artan arkadaşlarının sadece patlıcan demesi bile Kemal’in içindeki patlıcan canavarını hortlatabilir ve durum içinden çıkılamaz bir hale gelebilirdi (Çünkü filmlerde genelde böyle olur). Anne baba bunu önlemek için uzun bir süre ne bir misafir davet etti ne de misafirliğe gitti. Kapıya gelenleri bir şekilde geri çeviriyorlardı. Yavaştan işkillenmeye başlayan akraba ve komşuların homurtuları ise giderek artıyordu.
Kemal ise kimseye çaktırmadan büyüyordu. İçinde büyüttüğü bağımlılığın tesiriyle -hiç kimseden duymamasına ve hiçbir yerde görmemesine rağmen- resimlerinde en çok mor rengi kullanıyor, kazağından ayakkabısına, oyuncağından defterine kadar her şeyin mor renklisini istiyordu. Annesine anlattığı rüyalarda -patlıcanı tarif ederek- mor şeyler gördüğünü, annesinin sürekli o mor şeylerden yemek yaptığını ve adına da karnıyarık dediğini anlatıyordu. Annesi ise sanki korku filmi izliyor gibi gerilmiş -patlıcan müptelası olan- çocuğuna bakıyor ve içinden şöyle diyordu: “Ya Rabbim noolur o patlıcan olmasın!”
Baba mevzuyu, oğlunun mora duyduğu sevgi ve karnıyarıklı rüyalarından dolayı az da olsa ciddiye almaya başlamıştı. Bir gün Kemal’in amcası ile dışarıda otururken konu nereden açılmışsa büyük büyük dedelerinden açılmış ve Kemal’in amcası dedelerinin patlıcanı çok sevdiğinden bahsetmişti. Baba şok olmuştu. Oysa insanların patlıcanı sevmesi olağan bir şeydi. Kemal’in amcası ne kadar sorduysa da bu şaşkınlığını ona anlatmadı. O konuşma sanki beklenen bir işaretti. Gece olup Kemal uyuduğunda baba konuyu eşine açtı. Anne, ben sana demiştimle başlayan birçok cümlenin ardından haklı olmanın verdiği huzurla arkasını dönüp yattı. Kemal’in babası bir süre daha büyük büyük dedesini düşünerek uykuya daldı. Rüyasında şiddetli bir şekilde kapı çalıyordu. Gelen kocaman bir iguanaya benzeyen büyük dedesiydi ve elinde koca bir karnıyarık tepsisi vardı. Sislerin içinden “Ben geldim evlat” dedi. Kemal’in babası -bu defa rüyada- ikinci kez şoka girmişti. “Dede Allah aşkına söyle, sen de mi bağımlıydın, yoksa sadece masum bir patlıcan sevgisi miydi bu?” diye sordu. Dede, “Hem de ne bağımlılık. Al! Bu tepsiyi de ona getirdim. Sakın ha torunumu patlıcandan mahrum etmeyin yoksaaa…” dedi ve bir anda buharlaştı. Kemal’in babası tahmin edileceği üzere “Dedeeee” diye uyandı.
Gördüğü rüyanın etkisinden çıkamayan baba, Kemal’i karşısına alıp durumu anlatmaya karar verdi. Anne defalarca itiraz etti ama bu bağımlılığın büyük büyük dedesinden Kemal’e yadigâr kaldığını eşine söyleyemezdi. Bu yükü artık taşıyamayacağım diyerek -gerçekten çok ağırdı- Kemal’i yanına çağırdı. Çünkü babası ona anlatmazsa ve tedbir almazlarsa gideceği okulda bunu illa ki öğrenecek ve bir anda korkunç bir yaratığa dönüşecekti. Kemal, babasının gözlerine boş boş bakarken korkudan ve heyecandan dolayı ne diyeceğini bilemeyen baba, patlıcanı kem kümlerinin arasına sıkıştırıyordu. Pat diye “Sen bir patlıcan bağımlısısın oğlum” da diyemezdi. Kendini biraz toplayıp “Oğlum…” dedi. Kemal bakıyordu. “Oğlum, senin büyük büyük deden…” Kemal bakmaya devam. “Oğlum sen…” Bu heyecana kalbi dayanamayacak gibi oldu ve hop bayıldı. Zaman genişleyip her şey karıncalanmış bir televizyon içinde oynamaya başladı. Patlıcan kelimesi babanın ağzından ipini koparmış deli dana gibi çıkıyor, Kemal’in beyninde şimşekler çakıyor, gözleri büyüyor, yüzü iyice kızarıyor ve ağzı kocaman açılıyordu. Kemal âdeta bir gobline dönüşüyor, bir o yana bir bu yana tüm evi alt üst ederek patlıcan arıyordu. İnsanların gördüklerinde Godzilla’ya dönüşmesini bekleyecekleri Kemal’i babasının “Al sana patlıcan” diyerek fırlattığı kuvvetli mi kuvvetli uyku hapı güçlükle durdurabiliyordu. Büyük bir korku içinde kendine gelen baba karşısında Kemal’i görünce -sanki yaşanacakları görmüş gibi- anlatmaktan vazgeçti ve buna bir çözüm bulacağına dair yemin etti.
Okunmuş sular, muskalar, Yasinler… Kemal’in bağımlılığına şifa bulmak için âdeta her yolu denemişlerdi ama olumlu yönde hiçbir ilerleme olmamıştı. Anne babanın gitmediği doktor kalmamıştı hatta doktorlar bağımlılığın hâlâ devam ettiğini ve durumun gün geçtikçe daha tehlikeli bir hal alacağını söylüyorlardı. Bir gün doktorlardan biri çevre illerde farklı bağımlıların olduğunu ve çocuğu bağımlı olan ailelerin bir araya gelmesi gerektiğini söyledi. Doktora göre ortak beyin fırtınası yapmak -nasıl oluyorsa artık- faydalı olacaktı. Bunun işe yarayıp yaramayacağından zerre ümidi olmayan baba, teklifi çaresiz kabul etti ve bağımlı ailelere ulaşıp durumu iletti. Aileler de tıpkı Kemal’in anne babası gibi çaresiz olduklarından derhâl hazırlanıp yola çıktılar.
Kararlaştırılan yere gelen aileler büyük bir halka kurup oturdular. Sanki terapi gören ve birbirlerini dinleyip teşekkür eden madde bağımlılarını andıran bu insanlar, çocuklarının bağımlılığından ve çocuklarına duyurmamak için başlarına gelen sıkıntılardan bahsediyorlardı. Sıra Kemal’in babasına gelene kadar cam yeme bağımlısı, toprak yeme bağımlısı, odun kemirme bağımlısı gibi gerçekten madde bağımlıları söz aldı. Kemal’in babası ise oğlunun üstün bağımlılar derecesine girememesinden yakınır gibi “Bizimki de patlıcan bağımlısı işte” dedi. Toplantının sonunda çıkan karardan dolayı herkes ümitlenmişti. En kötü ihtimalde bile bağımlı oldukları şeyin ismini duyduklarında çocukların nasıl tepki vereceğini görmüş olacaklar ve ona göre hareket edeceklerdi.
Karara göre çocuklar gözleri bağlı şekilde şehirden çok uzak bir yere götürülecek ve her birinin bağımlı olduğu şey diğerinin elinde olacaktı. Aileler de çocuklarını uzaktan izleyeceklerdi. Seçilen fedai, çocukların bağımlı olduğu şeylerin ismini söyleyecek, ardından çocukların gözlerini açacak ve kaçabilirse kurtulacaktı. Fedai seçmek için kendi aralarında kura çektiler ve bu iş Kemal’in babasının başına kaldı.
Aradan bir hafta geçti. Aileler sabahın ilk ışıklarında anlaştıkları yere geldi. Kemal biraz ürkek hareketlerle çocukları yönlendiriyor, çocuklar ise oyun oynadıklarını zannediyordu. Bir tarlanın ortasına kadar gelen baba çocukları çember şeklinde yerleştirdi. Uzaktan kutu kutu pense oynayan cinlere benziyorlardı. Ardından “Hazır mısınız hooo” diye bağırdı. Oradaki “hooo”nun anlamını sadece Kemal’in babası ve diğer aile üyeleri biliyordu. Çocuklarını uzaktan izleyen aileler heyecanlı, Kemal’in babası ise televizyonda gördüklerini yaşayacakmış gibi gergindi.
Aileler “Hazırız hooo” diye işaret verdikten sonra Kemal’in babası gözlerini kapattı. Son nefesini veren biriymiş gibi şehadet üstüne şehadet getirip kuvvetli bir besmele çekti. Sık sık ailelerin olduğu tarafa doğru dönüyor ve Allah aşkına ben yapmamayım dermiş gibi acınası halde onlara bakıyordu. Önce Kemal’in eline bir parça cam verdi. Cam bağımlısının avucuna toprak koydu, toprak bağımlısına ise iri bir odun verdi. Çocuklar bunun nasıl bir oyun olduğunu anlamasalar da -onlara oyun olsun yeter- Kemal’in babasını ebe yerine koyup beklediler. Baba soğuk terler dökerek uzaktaki ailelere eliyle tamam işareti yaptı. Tüm nefesini ciğerlerine doldurup “Cam, toprak, tahta, patlıcaaaann” diye bağırarak çocukların gözlerindeki yazmaları çıkarıp koşmaya başladı. Tarlada olduğundan üçüncü adımda kaydı ve yere düştü. Çocuklar çılgına dönmüş gibi bağırmaya başladılar. Kemal ise babasının elindeki patlıcana bakıyordu.
N. Cihan Karakurt
1 Yorum