— Merhaba Amca, biz televizyondan geliyoruz, seninle biraz sohbet etsek, röportaj yapsak, olur mu?
— Biliyordum bir gün beni deli zannedip burnumun dibine bir mikrofonu dayayacağınızı. Çekin efendim biraz şunu. Soruya lüzum yok. Ben anlatırım neden bu kadar çok kediyle birlikte yaşadığımı. Zaten ilginç bir şey bulmasanız gelmezsiniz yanıma. Köpeğin insanı değil, insanın köpeği ısırması gibi bir şey değil mi bu? Lâkin ülkeyi benimle meşgul etmeyin bence. Yok illa ki dinleyeceğiz, nedir bu kedi merakı derseniz anlatayım efendim. Gelin şöyle banka oturalım. Zaten o banka benden başkası oturmaz. Herkes bilir “Pasaklı Metin”in yerini. Niye uzaklaşıyorsun hanım kızım. Pasaklı Metin lakabım benim. Tamam, eski püskü giyiniyor olabilirim ama kokmuyorum yani. Yoksa kokuyor muyum? Hiç olur mu öyle şey! İstirham ederim, hikâyenin sonundan başlamayalım. Zira bu bir koku hikâyesi. Biz basın olarak gerçekleri öğrenmeye geldik sen bize hikâye diyorsun bey amcam, deme sakın. Herkes bir hikâyeyi yaşıyor sonuçta. Şimdi gençsin. Belki bunu anlaman zor. Lâkin yalan dünyanın içinde hiç gerçek hikâye olur mu?
Ne demiştik? Hiçbir şey diyemedik. Girizgâh biraz uzun sürdü, farkındayım. Yaşlılığıma verin. Nedendir konu uzatmada üstüme yoktur. Eski mesleğimden ötürü herhalde. Kasaptım ben gençliğimde. Dikkat buyurun, konuya giriş yaptım. Kasaptım. Yani işimiz etle. Her gün et dağıtıyoruz millete. Kesiyor, tartıyor, veriyoruz; ne var canım, demeyin. Her gün taze iş yapmak zorundasınız. Etiniz taze, dağıttığınız her şey taze olacak. Üstüne üstlük el işi bu. Temiz olmalısınız. Üstü başı kan revan olmayacaksınız. Elleriniz temiz olacak. Bir de millete güler yüz, tatlı söz… Eksik etmeyeceksin. Velev ki eksik oldu müşteri bırakır gider. Müşteriyi elinde tutmaktır esnaflık, yoksa ürünü koy gören alsın, olmaz. Çok duyduk biz sırf muhabbetinin tadından dükkân seçen insanları. Övünmek gibi olmasın ama evladım ben de bu saydıklarımın hepsini harfiyen yerine getiriyordum. Zaten getirmesem nasıl sayayım değil mi, insan bilmediğini nasıl konuşsun?
Hâsılı, işin gücün içindeyiz o zamanlar. Sizin gibiyim işte. Babadan kalma işimi devam ettiriyorum. Askerliği yapmış gelmişim. İş var ev var ee… ne beklersin? Evimizde bir eş olsun, kapımızı açsın, diye bekliyorum; lâkin akşama kadar kasap dükkânında et doğra, kıyma çek derken etrafımıza baktığımız mı var? Zaten sen dediğime bakma. Bu işler etrafa bakmakla olmuyor. Bak şimdikiler etrafa baka baka bir hal oldular, hangisinden doğru bir evlilik çıkıyor değil mi? Öyle sert bakma bana güzel kızım. Siz bu aşk işlerini yanlış anlamışsınız. Ya da size birileri yanlış anlatmış. Gerçi kelin merhemi olsa kendi başına. Evli miyim? Değilim. Hiç evlenemedim. Çalışmaktan mı, yok. Parmağımdaki kesiği görüyor musun? Gerçi gösterebilsem daha derini yüreğimdedir. Ama parmak kesiği kadar rahat gösteremem ki o yarayı. Mahremdir. Bak yine aynı sancı. Kabuk bağlasa da yanıyor. İnsan alışamıyor. Neyse.
Dükkândayım, çalışıyorum, müşteriler var. Biz et kokusuna alışığız ya. Bu kokunun dışında bir koku duyarsak anlarız müşteri gelmiştir. İşte tam o sıralar oldu bu yara. Tüm dükkân gül bahçesine döndü. Başımı bir sefer kaldırabildim. Elimdeki satırla birlikte indi başım. Soğuk bir ter boşandı üzerimden. İçimde bir alev. Dengem bozuldu anlayacağın. O sıra elime bırakmışım satırı. Hastane falan, verilmiş sadakam varmış. Parmağı koparmadık. Ama iz kaldı işte. Ama ben satırın acısını hiç duymadım. Akıl baştan gitmiş tabiî. Sevda derler adına. Vücuda girince narkoz etkisi yapar. İşte bana olan da bu.
Sevda bir darağacı. İnsan öleceğini bile bile yürür mü? Yürüyor işte. İstiyorum ki bir daha gelsin dükkânıma. Bu sefer kolu kaptıracaksam yine gelsin. Kimdir, nedir? Hiçbir şey öğrenemedim. Apar topar götürdüler beni hastaneye. Ne evini bilirim ne sokağını. Tek çare, belki tekrar gelir, diye beklemek. O günden sonra dükkânda bir mahkûm gibi celladımı bekledim. İçeri giren her müşteride yüreğim yerinden çıkacak gibi oldu. Her gülümsemem surat asıklığına döndü. Yalandan gülümsemelerle geçiştirdim müşterileri günlerce. Geceler uykusuz. Sadece bir anlık gördüğüm yüzün hayaliyle dolduruyorum odamı. Sabah müşterilerin arasında arıyorum onu. Beklediğim günlerin sayısını ben de bilmem. Her günü aynı ama her acısı farklı günlerdi. Beklemek kâğıt kesiği gibi. Öldürmüyor ama sızısı yakıyor insanı. Ümidimi yitirmeye başladığım bir günün sabahı geldi aynı koku dükkâna. Şükür ki elimde satır yoktu. Olsaydı hiç düşünmez gene indirirdim aynı yaraya. Çünkü aynı satırlardan yüz tanesi aynı anda yüreğime girip çıkıyordu. Ya da satırlar sabitti. Yüreğim heyecandan satırlara çarpıyordu.
Söylediklerini tek tek dinledim. Rüya gibi. İstediklerini hazırlarken özellikle yavaş hareket ettim. Biraz daha kalsın dükkânımda. Diğer yandan da ne diyeceğimi, nasıl yapacağımı düşünüyorum. Ona içimdeki satırlardan bahsetmeliyim. Sözcük bulamıyorum ama. Sevda sözlüğünün içi boş demek ki. Tüm kelimeler döküldü ayağımın ucuna. Toplayamadım. Mecburen hazırladığım tüm paketleri verdim. Teşekkür etti. Arkasını döndü. Gidiyor. Sarsıldım bir anda. Yer altımdan kaydı. Ölüyorum sandım. Nasıl biri ki bu gelişi hastanelik ediyor gidişi hastanelik.
Dedim, gitmesine izin veremem. Beklerim beklemesine yine gelsin, yine şeref versin dükkânıma. Ama dayanamaz bu kalp. Bir gün ölür giderim. Koştum arkasından. Yetiştim. Durdurdum onu. Düşünüyorum hiç adını sormak aklıma gelmemiş. Bildirdim meramımı dinledi beni, uzun uzun… Öyle uzun dinledi ki günler geçti sandım. Yaşlanırız herhalde böyle karşılıklı birkaç cümle sonra. Yanımda olsun da. Kabul. Yaşlanalım bu sokakta. Uzun uzun dinledi ama çok kısa cevap verdi. Yüreğime saplanan satırlar sahipsizdi. Şimdi onun ellerini de görüyordum. Kasabım ya, her gün et kokusu, çekilir miymişim. Ben dedi, dükkânının önündeki kediler gibi senin eve getireceğin eti bekleyemem.
Gitti.
Kurban etti beni. Kurban olduğum.
Dükkâna ne zaman döndüm hatırlamıyorum. Arada gidip gelen elektriğin sebep olduğu aydınlık ve karanlık gibi. Gözümün önüne bir karanlık bir aydınlık geliyor. Kesik kesik hatırlıyorum ondan sonrasını. Oturuyordum ilkin. Sonra satır, bıçak, balta ne varsa çıkardığımı hatırlıyorum. Sonra dükkânda ne kadar et varsa parçalamaya başladığımı. Sonra da o etleri sokaklara saçtığımı. Her tarafım kedi olmuştu. İnsanlar beni tutmaya çalışıyordu. Dağıta dağıta tüm sokağı ete bulamışım. Üstüm başım kan. Her yanım et kokusu. Kasap Metin, Pasaklı Metin oldu anlayacağınız. Yâri yalancı çıkarmak olmaz. Her yanım et kokar benim. Ve kedilere dağıtırım etleri, o gün bugündür.
Bu kediler, o günlerden miras bana. Kim bilir kaçıncı nesil kediler bunlar. Ölenin yerine torunu geçiyor. Ben yaşlanıyorum onlar hep etrafımda. Dedim ya, bir koku hikâyesi bu. Ellerimde hâlâ et kokusu vardır benim. Arada bir de rüzgârın getirdiği eskilerden bir koku duyarım. Birkaç satır yara açılır, yorgun yüreğimde.
İşte böyle.
Eee hanım kızım, akşam haberlerinde üç beş dakika doldururum değil mi?
Ömer Can Coşkun
3 Yorum