Mülk Delisi

Hamdi, sağ bacağını 12 senedir bir yük misali sürükler ardı sıra. 12 daireli binasından çıkıp sokakta şöyle bir tur atınca, o meşhur aksak Timur gibi âlemin serveri edâsıyla yürür. Hoş, o da kendini bu sokağın serveri beller. En büyük bina onundur. Cakasını satar elbet.

Sabah erkenden kalkar Hamdi. Çoğu zaman, esnaflardan da önce kalkar. Dükkânını kim kaçta açar, sokaktakilerden kim nerelidir, hangi hanede kaç kişi oturur, kim ne işle meşguldür hepsini bilir. Sokağı, kâh 12 daireli binasının en üst katındaki balkonundan, kâh esnaflardan birinin dükkânı önüne konulmuş tabureye oturarak izler…

Bu sabah memleketi Iğdır’ın meşhur “Al Alması” türküsünü söyleyerek geldi, bakkal Mesut’un dükkânın önündeki plastik tabureye oturdu, ‘’Selamun aleyküm komşu’’ dedi. Selamının alınmasını beklemeden türküye devam edecekti ki, tabure şöyle bir sallanınca türküyü yarım bıraktı. Fazla takmaktan önleri yağlanmış gri kasketini kafasına iyice oturttu, sonra sağ ayağını, kayışlardan teki kopmuş sandaletinden çıkarıp, sol bacağının üzerine attı.

“Çay içer misin? Çay söyleyeyim mi?”

“Yok Hamdi dayı, sağol. Az önce içtim.”

Eliyle, ayağını ovmaya başlamıştı. Ayağının üzeri siyah siyah beneklerle doluydu. Mesut, ne vakit Hamdi dayının şu sağ ayağını görse, aklına haberlerde izlediği şifacı sülükler gelirdi. Bu sülükler kolda, ayakta, bacakta, nerede kirli kan varsa emerlermiş. Hamdi’nin ayağı da tam sülüklüktü doğrusu. Mesut, gözlerini Hamdi dayının şişik ayağına dikedursun, Hamdi dayı söylenmeye başladı:

“Hee. Yahu bu kış ne zalım geçti böyle. Buraya bir yağdıysa Çatalca’ya bin yağmış. İki gün evvel Çatalca’daki evi, arsayı gözlemek için gittim. Kenan, arabasıyla götürdü bizi. Aman ya Rabbi! Her yer çamur, bataklık olmuş. Evin çatısı dağılmış, tar û mar olmuş. Allah seni inandırsın, tam 3 milyar para verdim o çatıyı yaptırmak için.”

Mesut, 3 milyarın 3 bin TL olduğunu anlamıştı elbet. Hamdi’nin şu Çatalca’daki evini anlatışından da bezmişti. “Ordaaa bir köy var uzaktaaa, o kööööyy bizim köyümüzdüüürr! Gitmesek deee, görmesek deeee, o köy bizim köyümüzdür!” türküsü bile Hamdi’nin anlattıklarından daha samimiydi. Gurbetliği anlatırdı, belki özlemi. Hamdi’nin şu 35 kilometrelik hevesi ise bitmezdi.

“Neyse, eskisinden de güzel oldu amma”, diye sürdürdü konuşmasını. Mesut omzunu kapıya yaslamış, dinliyordu. Bir müşteri geldi, “Bir saniye Hamdi dayı, geliyorum hemen” deyip içeri girdi. Oysa hemen dönmek istemiyordu. Müşteri alacaklarını aladursun, Mesut da kapı önüne bakıyordu. Belki kalkar diye umuyordu. Kalkmadı lâkin. Mesut müşteriyi yolcu etti, kapı eşiğine geçti tekrar. Muhabbeti tekrar açan kişi olmak istemedi.

“Bana bir portakallı kola versene hele.”

“Getireyim Hamdi dayı.”

Dolaptan bir Fanta çıkardı Mesut. Götürüp verdi. Hamdi kutuyu alınca şöyle bir çalkaladı. Onun da meyve suyu gibi çalkalanan bir şey olduğunu sanıyordu, Mesut da hiç bozmadı onu. Nasıl içmek istiyorsa öyle içsindi. 28 yıl inşaat bekçiliği yapmış, memleketinden ve oturduğu muhitten ötesini ne görmüş ne de merak etmiş. Şimdi, şu koca binanın sahibiydi. Dünyası daha da küçülmüştü. Sokağın bir ucundan öte ucuna kim bilir kaça defa gider gelir, bazen meyve suyu sanarak Fanta içerdi. Çocukluğunu şimdi yaşamak ister gibi, tatmadığı şeylerin tadına varmak ister gibi…

İçecekten koca bir yudum aldı, taburenin yanına, yere bıraktı. Paltosunu iyice oturttu üzerine. “Bunu” dedi, paltonun içini göstererek, “Bunu Hasan’ın mağazasından aldım. 150 liraya. İçi yünlü. Sıcak tutuyor çok. Vereyim mi, giyecen mi?”

Mesut kendini rahatsız hissetti. Dedesi yaşındaki adama da ters konuşmak istemezdi.

“Yok sağol Hamdi dayı. Güzelmiş.”

Hamdi, kutuyu aldı, kafasına dikerken eşi Zümrüt’ü balkonda gördü. Zümrüt’ün de Hamdi’den geri yanı yoktu. Balkondan öyle bir tavırla bakardı ki aşağılara, “Bu bina bizimdir” derdi.

Hamdi sağ ayağını sandalete iyice geçirdi. Paltosuna iyice sokuldu. “Gideyim de aidatları toparlayayım. Birkaç kiracı vermemişti.” deyip kalktı yerinden. “Haydi hayırlı işlerin olsun.”

Sağ bacağını, bir yük misali sürükledi peşi sıra. Yürürken binayı izliyor, önüne bakmıyordu. Acep nasıl olmuştu bacağı böyle…

 

Ümit Yiğit

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir