Maske

Görmek bu değildi. Perde yoktu aslında. Gözlerinin önü açıktı. Maske sadece burnunu ve ağzını kapatıyordu. Ne var ki konuşabiliyor, koklayabiliyor ama göremiyordu.

“Bir resim olduğunu inkâr edemem” dedi içinden. Bulanık da olsa bir görüntü vardı. Ama bu görmek olamazdı. Görmek nasıl bir şeydi acaba?

“Maskeyi çıkarsam tekrar görebilir miyim?” diye düşündü. Hemen denemeye karar verdi. Kim böyle bir deneyi geciktirirdi ki? Topu topu beş tane duyusu vardı zaten. Biri hâlâ yerinde mi, derhal öğrenmek istiyordu. Bir saniye bekleyecek hali yoktu.

 ***

Kulaklarını hastanede açtı. Bayıldıktan sonraki ilk duyusu duyduğu sesler oldu:

“Görmediğini sanıyor doktor bey!”

Sarışın bir sesti bu. Başka türlüsü olamazdı. Boyalı filan da değil, doğal bir sarışından geliyordu. Memleketinde sarışına çok az rastlanırdı. Hele böyle erkek bir sarışına hiç denk gelmemişti. En fazla bebeklik, çocukluk dönemleri sarışın geçerdi hemşerilerinin. Yine de emindi konuşan adamın sarışın olduğuna. Nasıl olmayacaktı ki hem? Duyuyordu işte, kulaklarının onu yanıltacak hali yoktu.

“Maskesine bir şey mi katmış acaba? Kolonya veya dezenfektan gibi. Gayet normal görünüyor ama garip davranıyor.”

Çok geveze bir sarışındı bu.

“Erkeğin sarışını çok konuşuyor demek ki…” diye söylendi. Söylendiği de duyuldu. Onun için iyi olmadı. Görmediği ama sarışın olduğunu duyduğu asistan doktor sinirlendi:

“Efendim! Pandemi sürecinde böyle şeylere tahammül etmek zorunda mıyız?”

Uzman doktor çok soğukkanlı biriydi. Meslektaşına ve asistanına Hipokrat yeminini hatırlattı. Hastanın durumunun stabil olduğunu söyleyerek odadan ayrıldı.

Asistanla yalnız kaldılar. Durumu toparlaması gerektiğini biliyordu. Ama ne diyeceğini bulamıyordu. Adam daha fazla bekleyemedi:

“Neden görmediğinizi iddia ediyorsunuz beyefendi?”

“Görmediğimi görmüyor musunuz?”

“Gözlerinizde hiçbir sorun yok.”

“Bunu benim gözlerimle bakmadan bilemezsiniz.”

***

Tam sekiz aydır kördü. Bir bahar, bir yaz geçirdi görmeden. Sonbaharın son demlerinde kışa doğru ilerliyordu.

“Bir seneyi tamamlasam. Dört mevsim görmesem” diye dilekte bulundu. Sonra yetmedi,

“Aslında her seneyi başka bir duyum olmadan geçirsem. Her yıl bir duyumu nadasa bıraksam…”

Muhteşem hayallerdi bunlar ona göre. Ama elinde değildi ki:

“Ne boş ümitlere kapılıyorum. Sanki duymamak elde mi?”

Körlüğün tadını çıkarmaya kararlıydı. Diğer duyularını kaybetmeyeceği için üzülmenin sırası değildi şimdi. Buna da şükürdü. Bunu bulamayanlar vardı. Görmemenin kıymetini bilmezse her an görmeye başlayabilirdi.

***

Maskesini burnuna çekti. İnsanlar burnu açık maske kullananlara çok kızıyordu. Görmemeye başladığından beri bayağı bir duyarlı olmuştu. O eski umarsız serseri gitmiş, yerine vergi borçlarını affedileceğini bile bile zamanında ödeyen bir örnek vatandaş gelmişti. Aslında bir değişiklik yoktu. Onu böyle davranmaya sevk eden vicdan azabıydı. Kendini görenlere karşı sorumlu hissediyordu. Onları kör edemezdi ama onlar için bir şeyler yapabilirdi. Artık körlüğünden ne gelirse…

Mükerrem Mete

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir