Eylül geliyor Ayfer Abla.
İyi gelsin, ne yapcam ben Eylül’ü?
Yaz boyunca paranı denkleştirip de alamadığın klimayı bi dokuz ay daha düşünmeyeceksin fena mı?
Benim derdim başka. Dışım serin, içim yanıyor anlıyor musun?
Hı hı, anladım.
Ayfer, “Bir elimde cımbız bir elimde ayna, yan gel yat burası dünya” diyenlerden biraz farklıydı. Kimse kimseye benzemez elbette. Herkes farklıdır. Ayfer ise biraz farklı. Yani margarinden olsa gerek ikinci katı çıkıyorlar üstüne. Ayfer’in acelesi yok. Daha oğlanı evlendirecek. Üçüncü kata da ihtiyacı olacak. Oğlunu değim yerindeyse tepesinde taşıdı bu güne değin. Çocuk yirmisini devirdi halen sırtta geziyor. Sırttan inince ağlıyor filan. Annelik kolay mı sonra? Kıyamıyor bizim Ayfer, alıyor oğlunu sırtına dağ bayır, çayır, çamur demeden onu eyliyor. Sizi de eyleyen birileri var mı? Eylenmiş biri eğlenmiş birinden yeğdir. Ayfer böyle düşünüyor.
***
Eylül gelince, sıcaktan ortalık yere saçılmış sıbyanlar, donlar, gömlekler toplanır ve dürülür. Kimi gardıroplara kimi de ceviz sandıklara teper hepsini. Güz buralarda sıbyanların nefesini keser ve onları da birer eşya gibi dolaplara kilitler. Odalar çocukların dolaplarıdır Ayfer’e göre. Odasında kalan bir çocuk, sokağa çıkış kapısı aramaya başlar. Planlar, krokiler, cetvel, kalem, silgi… Yüksek güvenlikli odalardan kaçmayı başarmak öyle kolay iş değildir. Gelgelelim Ayfer’in oğlan hiç bu taraklarda bez ütülememiştir. Sokakmış, oyunmuş, arkadaşlarmış, yaz bitmiş, güz gelmiş, dinlemez işine bakar. Sırtta gezen biri için sıradan bir bilgi. Zaten böyle olmalıydı. Neyse asıl diyeceğime geleyim ben. Bizim Ayfer’in masalları meşhurdur. Oğlunun da dizi dibinden ayrılmaması bununla alakalı biraz. Hiçbir şey hiçbir şeyle alakalı değildir. Her bir şey kendi alakasını kurar. Peki kimle? Ne bileyim ben kimle! Birbiriyle biraz alakalı mevzular ise epistemolojinin mevzusu. Banane.
***
Şimdi Ayfer, tutup da kitaptan okumuyor bu masalları. Uyduruyor. Öyle işkembeden de atmıyor. İlhamla geliyor ona. Apartmanın beşinci katından, rezidansın yirmi ikinci katından halatla iniyor ilham. Geliyor, geliyor, taaa Ayfer’in kafasına çakılıyor. Sonra ne masallar ne masallar. Hay ömrüne bereket metropolistan! Ayfer’in bu masalları zincir marketlerden aldığı da rivayet ediliyor. “Ulan be kadın, klima alacak paran yok, gidersin karın doyurmaz şefaat artırmaz işlere para yığarsın! Peh sana, tüh sana.” diye veryansın eden Kıl Babuççu namıyla bilinen Ayfer’in ağabeyi Kunduracı Tevfik hiçbir şeye yanmıyordu gökdelenlerin arasında kalakaldığına yandığı kadar. Süleyman Efendi’yle arkadaştılar. Bilirsiniz o da hiçbir şeyden çekmedi nasırdan çektiği kadar. Süleyman Efendi’nin kunduralarını Tevfik yapardı. Bilerek dar bırakırdı kalıpları. Ayakkabısı vursun isterdi ayaklarına. Yoksa Allah’ı anacağı yoktu Süleyman’ın. Tevfik, Ayfer’i bir yandan kalaylarken bir yandan göz ucuyla izlediği haberlere takılıp kalmıştı. Sonra daha önce hiç olmayan bir şey oldu. Tevfik, mecliste grup kurmuş, vekillerine hitap ediyordu. Derken Ayfer içeri girdi. Bi baktı ki ağabeyi contaları çifter çifter yakıyor. “Aman ağabeyim, etme ağabeyim, kaçıklarla kaçık olma ağabeyim!” Ayfer ağabeyine çok düşkündü. Hiç evlenmemişti Tevfik. Ayfer ise gözü gibi baktığı kocasını iş kazasında kaybetmişti. Sıva ustasıydı. Yirmi ikinci kattan düştü. “Gök devrilsin” dedi bu olaydan sonra bütün gökdelenlere. Acısı halen tazeydi. Fakat bir klima her şeyi çözebilirdi.
***
Eylül geldi Ayfer Abla. Güzlük bir gün kuralım mı?
Ay bak şimdi canımı aldın. Sus kız. Klima alacak paramız bile yok. Kaç liralık yapıcaz?
Çeyreklik yapalım dedik komşularla.
Bi çeyreklik bulsam oğlanı evercem de elde kara, avuçta yara!
Beni yazmayın siz. Hem oğlan da başımda… Benim derdim bana yetiyor anlıyor musun?
Anladım abla.
Mehmet Erikli
1 Yorum