Kuklalar Bahçesi

“İçe dökülen şaşkın avuntularda yürümek
Kuklalar bahçesi, karanfil kâğıtlar, çelişkiler sepeti
Her şey nasılsa ayrılır zamanın uçurtmasıyla”

Sinem Çağlancı / Zamanın Uçurtması

Komşusu Sevda ne zaman seslense eli yüreğinde çıkar balkona, aklım çıktı Sevda, hayrola, derdi. Tan. Neden bu ismi verdiler bilinmez. Güneşin doğuşundan önceki alacakaranlık, bir kadın ismi olabilir mi? İsim sirayet eder insana derler ya. Rahmetli annesi nasıl bir sirayet bekledi ya da hangi büyükannenin ismiydi de döküldü Tan’ın üzerine?

Kimine göre hakikaten aklı çıkmış gitmişti. Yoksa her cumartesi günü sırf çocukları eğlendirmek için yemek masasından bozma bir sahne yapıp salonun ortasında ellerine taktığı çeşit çeşit kuklaları oynatır mıydı? 

İyi kadın, hoş kadın da çocukça davranıyor bazen. Bu yaşta böyle şeyler…

Bu mahalleye kışın ortasında taşınmışlar. 

Kışın ortasında taşınmak da neymiş? Kimden kaçıyorsa böyle? Yuvasından zamansız göçen yedi belaya uğrar hem. İnsanın aklına kötü kötü şeyler geliyor. Tövbe…

Tan’ın gelişinden itibaren bir sürü tevatür dolandı durdu etrafta. Tevatürler yol oldu, sokak oldu, üst üste apartman oldu, yanı başında birikti. Tan, yanında biriken tevatürlere aldırmazdı. Masasını sahne yapar, eline kuklalarını giyer, balkona çıkar. Balkon demirine bağlı yıpranmış bir ip parçasının hizasına gelirdi. 

Tan taşınmadan evvel yoktu bu ip parçası. Geldiği gün herkes eşyaları yerleştirmeye çalışırken o, balkona çıkıp etrafa baktı, sonra yeleğinin cebinde sıkı sıkıya tuttuğu ip parçasını balkon demirine bağladı. Ne zaman kukla oynatacak olsa bu ipin hizasına gelir. Görülmüş şey değildir. İp dediğimize de bakmayın, kalınca bir parça işte. Balkonu geniş olanlar bir uçtan bir uca bağlarlar, çamaşır asmak için. Ona benzer bir şey. Bazen dalar gider ipin önünde. Allah akıldan yoksun koymasın kimseyi.

O zamandan beridir, balkondan mahallenin çocuklarına elindeki kuklayı göstererek, haydi çocuklaaar, diye bağırır, tüm çocuklar merdivenleri birer ikişer çıkıp kapısına varır, nefes nefese kapının açılmasını bekler. 

Kapı açıldığında birbirlerini iterek girerler içeri. Koltuklara, kanepelere, sandalyelere dizilir, sığmazsa halıya oturur birkaçı. Tan, elindeki kuklaların haricinde hikâye anlatırken kullanması gerekenleri de yanı başına alır. Masanın bir kısmına kendini gizlemek için örttüğü örtünün ardına geçer. Kollarını uzatır masanın üzerine ve başlar hikâyesini anlatmaya. Her hafta farklı bir hikâye anlatır. Güldürür, eğlendirir; hüzünlü şeyler anlattığı da olur. Bazen anlattığı hikâyede o an bir değişiklik yapmış gibi ara verip arka odaya gider yeni birkaç kukla getirir ve hikâyesine devam eder. Arka odanın kapısını sadece geçebilecek kadar açardı Tan. Kimse içeride ne var bilmezdi. Meraklı çocuklardan bazıları başlarını hafif uzatarak, tuvalet bahanesiyle odaya yönelmiş, odanın içini görmeye çalışmıştı. Başarılı oldukları söylenemez. Birkaçı içerinin oyuncaklarla dolu olduğunu iddia etse de diğer çocukları buna pek inandıramamıştı. Odanın perdeleri hiçbir zaman açılmadığı için dışarıdan da içeriyi gören olmamış, bu da bir tevatür olarak kalmıştı. 

Benim oğlan pek seviyor, Tan teyzenin kukla gösterisi olsa da gitsek. Televizyonda ne programlar var seyretmiyor da gidiyor Tan’ın saçmalıklarını seyrediyor. Çocuklara hikâye anlatıp oyun ediyormuş. İşime de gelmiyor değil aslında. Bir iki saat de olsa oğlan tepemden iniyor; çamaşır, yemek, temizlik… işlerimizi hallediyoruz. Deli meli ama çocuklara zararı olmadıktan sonra çok da önemli değil. Tekerleme gibi bir şeyler söylüyormuş bir de hikâyenin sonunda. Oğlanın diline dolanmış söyleyip durur:

“Bu oyunum son olsun
Hikâyem başa dönsün.”

Bunu söyleyince bizim çocuklar ilk başlarda sanmış ki bir daha anlatacak hikâyeyi. Sevinmişler ama hep bu sözle bitirince anlamışlar sona gelindiğini. Madem tekrar anlatmayacaksın  ne diye umut verir gibi konuşuyorsun? İşte akıl gidince böyle hikâyeyi anlatırken de saçmalıyor.

İyi kadın ama. 

İyi!

Bayram sabahları daha şenlikli olur Tan’ın salonu. Bütün kuklalar masadadır. Çiçekli kâğıtlara yazılmış bayram tebrikleri, sepetlerde küçük hediyeler… Çocuklar yine sıralanır koltuklara, kanepelere. Kuklaları teker teker konuşturur Tan. Hepsinin kendine özgü bir bayram tebriği vardır. Hemen hemen hepsi latifelidir, bazıları mani tadında, bazıları şarkılı türkülü. Tebrikleri dinleyen çocuklar mest olur. Her kukla, sözlerinin bitiminde bir çocuğun ismini söyleyerek onu yanına çağırır, önündeki sepetten hediyesini almasını söyler. Maddi değeri olmayan ama o kadar sözden sonra bir de isme özel verilmiş bu küçük hediyeler çocukları çok sevindirir. Sabahtan Tan’ın evine giren çocuk sokaktaki sevincinden, elindeki hediyesinden belli olur.

Bizim çocuğa çıka çıka düdük çıkmış. Bu da anlamaz tabii sevinmiş garibim. Öttürür durur sokaklarda. Evde çok gürültü yapınca babası kızıp saklamıştı bir gün. Kaç gün ağladı, söylendi bilmem. Tan teyzemin hediyesi diye diye gezdi evde. Mecbur geri verdik. Tan çocukları eğlendirecek diye evde huzur kalmadı. Kendi evinde sessiz sedasız oturuyor, tepesinde dolanan da yok. Verdiğim hediye nereye gitti, o evde neler oldu, diye sormuyor tabii. Yapma etme desen dinlemez, hediyeleri bari doğru düzgün seç desen anlamaz. Biraz olgun davran artık desen duymaz. Ne yapacaksın, bu mahallenin imtihanı da bu!

Akşam olunca Tan kapıyı pencereyi kapatır, sadece evin bir odasının ışığı yanar. Alt komşusuna sormuşlar, ayak sesi dahi duymadığını söylemiş. Sabahın tüm eğlencesi, tüm gürültüsü güneş batınca kesiliverir. Akşamları ne işle uğraşır, nasıl yaşar kimse bilmez. 

O kadar hikâyeyi nasıl yazacak? Akşamları uğraşıyor, kafa patlatıyor işte. Komşusu Sevda da seslense akşam vakti oldu mu çıkmaz dışarı. Sevda da gıcıklığına bağırıyor zaten bence. Bir şey isteyeceğinden, soracağından değil. Bizim millet böyle işte deli gördü mü eğlenir durur. Özellikle çığlık çığlığa bağırıyor ki Tan eli böğründe çıksın balkona, aklım çıktı abla, desin. Garibin bir yarım aklı var onu da yiyecek. Akşam vakti gücü yetmez ama. Mahallede top patlasa perdesi kıpırdamaz. Millet de çatlar durur bu kadın ne yapıyor evde diye. Yazıyor işte. Her hafta bir sürü macera, uydur uydur yaz. Belki de tekerlemeyi bıktığından, yorulduğundan söylüyordur. “Bu oyunum son olsun / Hikâyem başa dönsün.” Bırak, oynatma işte, son olsun. Hayret bir şey!

Tan, akşam oldu mu arka odaya girer. Kuklalar, eski elbiseler, kumaş parçaları, küçük yastıklar, küçük battaniyeler, örtüler… Kuklaların yanına oturur. Sabah, sesi olduğu kuklaların sessizliğine bakar. Kuklalar, Tan olmadan nefes alamaz; sönük, ruhsuz öylece dururlar. Kendi kendine tekrarlar tekerlemeyi bir dua gibi. Bir duanın kabul olmasını ister gibi. 

“Bu oyunum son olsun
Hikâyem başa dönsün.”

Tan bu sözü her tekrar ettiğinde zamanı geriye alır. Zaman geriye aktıkça kuklalar bir bir kaybolur. Odanın içi gittikçe ferahlar. Tüm eşyalar geldiği gibi yüklenir kamyona. Tan, balkondaki ipi çözer sıkı sıkı tutarak cebine atar. Gerisin geri çıkar balkondan, kamyona biner. Bir mahalleden başka bir mahalleye gider, eski mahallesine… Kamyondan iner, uzun süredir üzerine basamadığı kaldırım taşlarına yine basamadan apartmana yürür. Evine girer, balkona çıkar, cebindeki ip parçasını balkon demirine bağlar. Eşyalar bir bir yerleşirken eski yerlerine, balkon demirindeki ip parçası, kaybettiği diğer parçalarına kavuşur, kavuştukça bir bütün olur ipler. Bir bütünden, ortasına battaniye gerilmiş ipten bir beşik oluşur. Battaniyenin ortasına küçük, işlemeli bir yastık gelir. Tan’ın bir çığlıkla uçurduğu aklı başına gelir. Basamadığı kaldırım taşlarında nefessiz yatan üç yaşlarında bir çocuk son nefesini tekrar alır, olduğu yerden kalkar ve balkona doğru yükselir. Balkon demirlerine tutunmaya çalışır, beceremez, dengesini kaybedip beşiğine düşer. Üstüne dökülen bir örtü ile tatlı bir uykuya dalar. Tan, içerde işe güce dalar…

Kuklalardan birinin önüne düşmesiyle kendine geldi Tan. Önünde nefessiz, ruhsuz yatan kuklaya baktı. Elini yavaşça kuklanın içine sokup yumruk yapmaya sonra tekrar açmaya başladı. Kuklanın göğsü, nefes alıyor gibi bir şişiyor, bir iniyor şimdi. 

Ömer Can Coşkun

 

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • İçi ısınmayan , 28/01/2022

    ‘Bu kuklaların kukla olmadığı besbelli’

    ‘Bana sormayın böyle nereye
    Koşa koşa gidiyorum
    Alnından öpmeye gidiyorum
    Evleri balkonsuz yapan mimarların’

  • #ÖmerCanCoşkuncuyuz , 28/01/2022

    Ömer Can Coşkun’un beklediğimiz hikâyelerden biriydi. Büyük keyif aldım. Fazla arayı açmasan iyi olur Ömer abi.

  • Tahir Tarık Balıkçı , 28/01/2022

    İçim acıdı.
    Fakat şimdi düşünüyorum da mesela bu hikâyeyi Anadolu’da yaşayan birisinin komşusu, bir başka komşusuna nasıl anlatırdı? O zaman da içimiz acır mıydı? Yoksa Anadolu Türkçesi-anlatım usulü – bugün hikâyemizi anlatamıyor mu? Bu son soruya “evet” demek, aslında toplum olarak bazı hasletlerimizi, hassasiyetlerimizi kaybettiğimiz anlamına gelmez mi? Hadi hiç kafa karaştırmayalım! Bu hikâye daha dün yazılırken yaşandı. Peki neden kim olduğunu bilmediğimiz bir anlatıcı ” benim bildiklerimi bilmedikçe canınız acımayacak” dedi. Böylece bizi daha doğrusu edebiyatla iştigal etmeyen halkı suizanlıkla suçladı. Daha da tehlikelisi edebiyatla iştigal eden herkesi başka bir dünyaya çeken bir çalışmaya katıldı. – halkın bizi anlamadığı bir dünyaya –
    Kendi yazdığım yazıları mahalledeki aklı başında, dürüst, güzel abilere okuttuğum zaman onların beni – yazılarımı – anlamadığını biliyordum! Halbuki anlattığım şeyleri onlardan öğrenmiştim yalnızca edebiyatçıların dilini kullanıyordum. Eğer onların anlayacağı şekilde yazarsam bu sefer edebiyat dünyasında bir yer bulamayacağımdan korkuyorum. Yine bu korkunun, geçmişte edebiyatı – hikâyeyi, romanı – kendi inanç ve kültürümüzden koparanların küstah cüretkarlığından kaynaklandığını da itiraf etmeliyiz. Bir yolunu bulup Edebiyatımızı halkın diline, anlatımına yaklaştırmalı- sunmalıyız. Yoksa bir kısır döngü içinde dolaşıp duracağız. – kendi yazılarıma bakıyorum, yaptığıma :sanat için sanat, diyorum. (editör için dergi için sanat!) Böylece edebiyat topluma nüfuz etme, ruh verme konusunda meydanı “medya’ya” bırakmış oluyor ki git gide kendi içine kapanıyor, hodbin bir dünya kuruyor. Belki on yıldır bu yüzden doğru düzgün hiç bir şey yazmadım. Ama bu yazmamaklığım beni hiç bir yere ulaştırmadı. Şimdi yazmalarımı, yazılarımı bu arayışın bir yolu-yöntemi kabul ediyorum. Kim bilir belki de kendi kendimi kandırıyorum!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir