Bu yaptığım kaçıncı dereceden bir kusur olur bilmiyorum ama size mektup yazmaktan kendimi alamadım.
Lyubov Teyze.
Size böyle hitap ediyorum çünkü eğer metroda yahut otobüste karşılaşmış olsaydık, oturduğum yerden kalkıp yerimi size verirdim ve siz de âhir zaman gençleri hakkında yeniden umuda kapılırdınız. Bense o halkanın zinciri olmakla güç kazanırdım. Yahut pazar alışverişi sonrası aynı sokağa yöneldiğimizde iki elinizin de dolu olduğunu gördüğümde yükünüzü paylaşmayı teklif ederdim ve siz de biraz mahcup çokça memnun bir edayla beni reddetmezdiniz, gideceğiniz yere kadar size yol arkadaşı olurdum. Siz benden habersiz hayatın anlamına dair meselelerden gönül kirası bırakırdınız avuçlarıma. Bense işe yarıyor olmanın sevinciyle kuş gibi hafiflerdim. Veyahut bir uçak yolculuğu esnasında bulamadığınız koltuk numaranızı size gösterirken tanışırdık, siz de bu ufacık yardımı bir dünyaya bedel kılar ve ağzı dualı bir teyze oluverirdiniz hemencecik. Bense bulutlardan da yüce olmanın ne demek olduğunu böylelikle anlayabilirdim.
Fakat bunların hiçbiri olmadı. Ama ben rast gelmenin yalnızca yüz yüze gelmekle olmayacağına inandığım için size bir kamera gölgesinde rast geldim. Lyubov Teyze demede ısrar ediyorsam, bundan.
Hayatımıza öyle ya da böyle giren, temas eden hatta hayatımızda yer edinen birçok insanla aynı enlem ve boylamın, aynı ülke sınırlarının, aynı şehrin hatta aynı mekânın üzerine ayak basmış olmamıza karşın o insanların kalbimizi teğet geçmesine ve henüz tanış olmadığımız halde, düşüncelerinizin bizim dilimizdeki tonlaması farklı olmasına rağmen nasıl oldu da bu durum size mektup yazdıracak bir tesire dönüştü bilmiyorum. Galiba samimi kalpten çıkan söz muhatabına tesir etti çıktığı. Muhatap bunun farkında olsun ya da olmasın. Çünkü bazı şeyler planlanmaz, tıpkı samimiyet gibi. Krokisiz, haritasız ve altyazısız samimiyet. Mektup yazmadaki ısrarım bundan.
Mesela siz mutfak perdenizi aralayıp da Baykal Gölü’nü görmekle erdiğiniz mutlulukla güne başlarken, biri çıkıp gelse ve yanınıza otursa o kimsenin bu manzaranın ne kadar da güzel olduğunu söyleyeceğine inanırsınız. Hâlbuki bizim perdemiz aralanmıyor ve kendi karanlığımızın manzarasına öylece bakakalıyoruz. Bu yüzden gelip yanımıza kimse oturmuyor. Bu yüzden aydınlık yüzlere hasretiz.
Evlatlarına bir yadigâr bırakacak yaşa ermiş olmanıza rağmen, vefanın yüz aklığını yapıyor ve sahip çıktığınız hayvanların bakımı için Baykal Gölü’nü baba yadigârı patenlerle kayarak geçiyorsunuz ya hani her gün. Buz tutan gölden çizikler bırakarak geçiyorsunuz, tıpkı çocukluğunuzda yaptığınız gibi. İnsanın insandaki yerini unutmuş olan bizlerse sizin bu sevincinizi anlamlandırmaya çalışıyoruz. Elimize yüzümüze bulaştırıyoruz kelimeleri. Kelimeler kalbimizden geçmediği için sizi o yöne koşturan cevherin ne olduğunun cevabını kimya kitaplarında arıyoruz. Bulamamak tepkimeye girmeden patlıyor önümüzde. Eriyoruz Lyubov Teyze.
Bütün meşakkatlere rağmen sizin hâlâ neden bunu yapmaya devam ettiğiniz merak edildiğinde siz bu zorlukları bilerek her gün yaptığınız şeyi yapmaya devam edeceğinizi söylüyorsunuz ve sonra hayvanlarınızın sizi görünce yükselen kalp ritmini hissedercesine diyorsunuz ki, “How could I leave it?” Bu cümleyi kurarken bizi nasıl büyük bir mağlubiyetin taraftarı yaptığınızdan haberiniz yoktu eminim. Siz yine planlamadınız. Vurdunuz ve yol oldu! Irutks’tan buraya kadar geldi taşıdığınız kalbin esintisi. Ayazda kalmakla kuvvetlendiğini sanan kalbimiz un ufak oldu bu esintiyle. Zordan kaçıyorduk, kolay mağlubiyetler şarkısı söyler olduk. Sesimiz nasıl da cılız bir duysan Lyubov Teyze.
Sesimiz bu kadar cılız olmasaydı kelimelerin ardından seslenmeyi bırakmazdık belki. Sizden salt bir akşam haberi yapılmasına müsaade etmez, alt yazıdan geçip gitmenize izin vermezdik. Ertesi güne sizden türetilmiş bir nesne çıkarmalarına gönlümüz razı olmazdı. Ama yine de ben istiyorum ki kameraların ışığı kapandığında da hatırlayalım sizi, unutmayalım. Size bir yer tahsis edelim kendi dünyamızda. Bize doğru yolu işaret eden bir el olun mesela, konuşan aletleri terk edelim. Neleri unuttuğumuzda kendimizin firarında olacağımızı söyleyin mesela, hükümlü olmakla övünelim. Hangi fotoğraf karesinde yer almazsak yüzümüzün tanınmaz hale geleceğini fısıldayın kulağımıza, o karede olmanın rüyasıyla büyüyelim.
Bana insandan umut kesmem gerektiğini söyleyenler, kaç kurtul diyorlar insandan. Siz filtresiz bir umut olarak ufkumdayken, onlara nasıl hak verip insandan uzaklaşabilirim ki.
“How could I leave it?” Lyubov Teyze.
Zeynep K.
2 Yorum