Kibrit Çöpünden Vapur İskeleleri

Üçüncü ve Son Bölüm 

Tek-düze hayatımdan şikâyet ettiğimden değil, Osman’dan hâlâ haber yoktu. Odanın gidişatını etkileyen bir şey değildi bu, hep aynı kahvaltı, aynı poğaça ve manzara. Bu kayboluşun bir nedeni vardı ya da yoktu bilmiyorum ama bir gün son bulacağını ümit ediyordum. O gözyaşının bir sebebi vardı, fizik daha fazlasını anlamama yardımcı olmuyordu. Kahvaltılık bir şeyler almak için yurttan çıktığımda Osman’ı ilk gördüğüm yerde bir kalabalık dikkatimi çekti. Bir an içim ürperdi, aynı sahne ile karşılaşacağımdan korktum. Osman’ı aralarına almalarının yanında, oraya gitmekten de ürküyordum biraz. Saat sabahın yedisinde kim kimi niye sıkıştırır diye düşünürken bir ambulans yaklaştı. Sesinden bildim. Çünkü saat sabahın yedisi ve bu saat dayak yemek için çok erkendi.

Çok şükür, Osman o kalabalığın arasında çıkmadı, biri bayılmış. Bayılan hakkında en ufak endişe duymadan geri dönüp fırına gittim doğruca. Sert sert basıyordum yerlere, bir hatırayı ezer gibi. Geçmişime arka kapı gibi bırakılan bir adam olup çıkmıştı Osman, üzerime sinmişti. On poğaça aldım ve çabucak yurda döndüm. Sekreter hanım yine bana bakıyordu. Bu kadının sürekli bana acıyarak baktığını hissediyordum. Odaya gitmeden önce lavabonun aynasında kendime baktım. Geri döndüm, poğaçaları yedik. Derken ismim anons edildi.

Gittim. Müdür beyin beni beklediğini söylediler. Bu bir icabet değildi. Osman’ın nerede olduğunu bilip bilmediğimi sordu, cevap verdim. Fazla uzatmadık, odadan çıktım. Sekreter hanım bana bakmıyordu.

Yurttan çıkıp biraz yürümek istedim. Caddeyi takip ediyordum. Fırıncı Recep Abi’ye selam verdim, bana seslendi. Osman geldi, dedi. Kıl köklerimin bile duyamadım deyip Recep abiye yaklaştıklarını hissettim. Osman gelmiş, kitabını müsait bir zaman ona götürecekmişim, kendisi biraz meşgulmüş. Yine aklım karıştı. Odama, sekreterin beni göremeyeceği bir hızla döndüm. Kafamın içinden onlarca kitap geçiyordu o anlarda. Osman’ın yarım bıraktığı kitap olduğundan emindim. O gözyaşını dökerken elinde olan kitaptı. Odadan içeri hızla daldım, Ufuk’la Kaan çıkmışlardı. Sakinleşmeye çalıştım, zihnim bulanıyordu. Tek hamlede ranzanın üstüne çıkıp yatağın üstündeki kitabı aldım elime. Şöyle bir içine baktım, bir not olmalıydı, bir kâğıt, ibare, çiçek, kalem açacağından bir çöp bile olabilirdi. Hiçbir şey düşmedi. Ya sadece kitabı istediyse hakikaten? Çok saçmaydı. Birinci sayfadan itibaren göz ucuyla bakmaya başladım, altı çizili kelimeler vardı. Bazı sayfalarda bir-iki tane, bazen sayfalarca yoktu. Baştan başladım. Her altı çizili kelimeyi not ediyordum. Bir kitap ancak bu kadar sürükleyici olurdu. Toplamda 12 kelime, 569 sayfa. Bu davetiye benim için düzenlenmişti. Yer belirlenmişti, buluşma tarihi, kitabın basım tarihiyle aynı.

Altı ay bekledim. İlk başlarda her gün kitabı elime alıp kelimeleri kontrol ediyorum. Haftalar geçti. Ezberlemiştim. Ara sıra heyecanımı kaybetmiş olsam da kendimi toparlıyordum. Sadece birkaç dakika süren bir arkadaşlığın buraya nasıl geldiğini bilmiyordum. Kitabı yastığımın altında tutuyordum hep. Üç ay böyle geçti. Sabahları Fırıncı Recep abiye, sonra okula gidiyordum. Recep abi Osman’ı sormayı kesti, ben de bahsi kestim. Okuldan sonra bazen kütüphaneye gidiyordum. Bazen de eski sokaklara gidip oturacak bir yerler bakıyordum. Birkaç kere buluşacağımız yere gitmeyi düşündüm, vazgeçtim. Olması gerektiği gibi olacaktı ya da olmayacaktı. Hayır Osman’ın istediği gibi olacaktı. Her şey öyle oluyordu.

***

Buluşma gününün üzerinden 3 ay geçti. Osman haber göndermedi. Recep abi dükkânı sattı. Odaya yeni bir çocuk geldi, ismi Mehmet. Kaan ve Ufuk yaşamaya devam ediyor.

Okulu bırakma kararı alıp ayrılacağımı müdüre bildirmek için odasına doğru yürüdüm. Sekreter hanım yine bana baktı. Müdürün odasını geçip danışmaya yürüdüm.

– Osman içeride, dedi.

Ayaklarımın altında bir obruk oluştu ve düşmem üç saniye sürdü. Obruk kırk beş metre olmalıydı, bu da fiziğin hayatıma kattığı bir anlam. Yukarı tırmanıp müdür odasına gitmem bir dakikamı aldı. Kapıyı çalmadan girecek, Osman’ı görecek, sonra sırtımı dönüp çıkacaktım. Aklımdaki müziğe en uygun sahne buydu. Vazgeçtim, odaya gittim. Sırt çantamı aldım, valizimi asansöre koyup aşağı yolladım. Müdür beyin odasına kapıyı çalıp girdim. Yavaşça yaklaştım, eğilip kitabı masanın üzerine koyarken ufak bir bakış attım Osman’a. Hoşçakalın müdür bey dedim, dışarı çıktım. Bir hafiflik vardı üzerimde. Sekreter hanım bana gülümsüyordu. Çıkarken yangın alarmının ufak kırmızı düğmesine bastım. Başımla sekreter hanımı selamlayıp tüm yurtları terk ettim. Bir eylül günü, yeni bir kafes numarası alana kadar.

Bilal Taş

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • İsmivar , 05/02/2016

    Az önce bu öykünün üçüncü ve son bölümü olduğunu öğrendiğimde bir sn bile kaybetmeden ilk bölümünü okumaya başladım. Sürükleyici olması gayet iyiydi. Bir çırpıda okudum hepsini. Yeni öyküleri de heyecanla bekliyorum.

  • Zahra Sadat , 29/01/2016

    Kaleminize sağlık Bilal Taş.. Yeni öykülerinizi okumak isteriz.

  • No Name , 29/01/2016

    Efendim, yazarın soy adını yanlış yazdığım için kendimi kınıyorum. Giyotin farzdır bana.

  • No Name , 29/01/2016

    Bilal Can geleceğin öykür’leri arasında ilk 7’ye rahat girer

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir