Ömür geçiyor. Hem de hızla. Bunu fark etmek için bir küçüklük fotoğraflarınıza bakmanız bir de büyüklerinizin yüzlerine bakmanız kâfi. Bunu görebilmekte maharet çünkü insanoğlunun söylemesiyle birlikte unutmasının bir olduğu tek konu ölüm. Bu duruma çokça şahit oldum ve böyle düşünenleri defalarca gömdüm. Bunca yıldır açtığım çukurların içine defnedilen her yaştan insanla birlikte bir şeylerin farkına vardım. Varmaya devam ediyordum ki…
Yine sonundan başladım hikâyenin. Gerçi hayatı anlatmadan ölümü anlatan birinden ne bekliyorsunuz ki?
Mezarlık Bekçisi Refik Abi beni yanına aldığında yirmili yaşlarımdaydım. Boş boş geziyorsun, dedi. Ne yapayım, iş yok, dedim. Üç beş bir şey kazandırır bana, diye aldı beni bekçisi olduğu kabristana götürdü. Bir telefon geliyor, falanca kişi hakkın rahmetine kavuşmuş, mezar yeri açılacak. Allah rahmet eylesin, deyip gidiyorsun kara toprağın başına. İlkinde kollarım iki gün tutmamıştı yorgunluktan. Bir adam boyu kazılacak toprak. Bazen sert bazen yumuşak, taş ve kayaya denk geldiğimiz de olur. Karlı havada toprak donar uğraşırsın. Yağmur yağar mezar çamurla, suyla dolar. Vücudu yanar insanın, kan ter içinde kalırsın.
İnsan kendini çok yorgun hissediyor. Hatta mevtanın yakınları da görür mezarı açarken neler çektiğimizi de acılarından pek bir şey anlamazlar. Ama iş bitip de mevta gelince, toprağa konulduğunu, etrafta onun için ağlayanları görünce bedenindeki yorgunluğu da unutuyorsun, yaptığın işi de. Unutuyorsun ama bir yandan da aklının merkezine jilet gibi bir düşünce yerleşiyor, kanatıyor seni, sızılı sızılı: Kazmanın bu kadar zor olduğu toprağa girmesi nasıl kolay olabilir?
Sonra insanları seyrediyorum küreğime dayanmış halde. Mevtanın yakını, mevtanın yakınının yakını, mevtanın yakınının yakınının yakını… Herkeste bir gözyaşı. Omuzlar çökük. Ölüm herkesin sırtına binmiş. Yerle yeksan olmuş insanlık. Feryat figan. Buraya gelen kim varsa mevtadan sonra kendi gerçekleşmemiş ölümüne ağlıyor. Yani herkesin sırtına binen ölüm kendi ölümü. Hatta bu ağlama defin işlemi bitene kadar devam ediyor. Bizim de işimiz bitmiyor. Mevta mekanına yerleşir yerleşmez kapatıyoruz hep bir elden mezarı. Akrabalardan bize iş kalmıyor gerçi. Onlar bize yardım ediyor, biz de onların mevtaya ettikleri duaya âmin diyoruz.
Sanki anlattığımı bilmeyen varmış gibi ayrıntıya girmenin faydası yok. Her doğanın en az bir kez -yaşarken- kabristana geldiği olmuştur. Alışıyor bir süre sonra insan. Her göz önünde olanın görünmez olması gibi. Zaten bu dünyada bir şeyi görünmez kılmak istiyorsan ya göz önünden alacaksın ya da tam gözünün önüne koyacaksın. İlk başlarda gören göze nasihattir mezar taşları da sonradan sonraya görmüyor bile insanlık. Hatta yanından yol geçiyor mezarlığın ve o yoldan yolunu şaşırmışlar geçiyor araçla. Son ses müzik. Ölüye saygınız yok mu be adam, diyesim geliyor bazen. Demiyorum. Duyu organları birbirine bağlıdır çünkü. Görmeyen gözün sahibi beni nasıl işitsin?
Refik abi çok yaşlandı. Beni yanına alalı hiç ayrılmadık. Emekli de olmuyor, burayı beklemekten başka iş yaptığı yok ki. Kendini bilmezin biri mezarlığa girmedikten sonra -ne derler eskiler: ölüden değil diriden korkacaksın- ne olabilir ki burada? Onun ihtiyaçlarını da görür oldum. Arada bir şakayla karışık, bize de bir yer hazırlarsın artık, diyor. Abi deme öyle, diyorum. Duymamış gibi, manzarası güzel olsun ama, diyor.
Geçen gün Refik abi ile otururken içeri biri girdi elinde broşürle. Mezarlığın bitişiğinde dükkân açtık, eş dost kim varsa haber edin, fiyatlarımız kampanyalı, fırsatı kaçırmayın, dedi. Etrafıma baktım, Refik abi var, ben varım. Bir de kabirler. Dedim, kime haber vereyim? Yüzüme baktı baktı, kâğıdı bıraktı gitti.
Erkan Güzellik Merkezi
Cilt bakımı, özel saç tasarımları, kalıcı makyaj ….
Tüm halkımızı bekliyoruz…
Benim anlamadığım bir sürü şey yazıyor kâğıdın üzerinde. Güler misin, ağlar mısın? Bir süre sonra dükkânın önünde kuyruk oldu. Herkes kampanyalı fiyatlardan yararlanıyor. İnsanlar yalancı güzellik için ölüyor. Allah vere de birbirlerini öldürmeseler.
Her şeyin bir sonu olacak elbet. Hatta sonu var diye şükretmeli mi? Etmeli etmeli. Dünyanın bin bir türlü hali var. O bin bir türlü halden biri de beni buldu. Belediye mezarlıklara yeni düzenlemeler getirdi. Nüfusun artması, işlerin hızlanması gibi nedenlerle benim işime son verildi. Yerime bir kepçe tahsis edildi. Birinin vefat haberi geldiğinde salâsı okunmadan mezarı hazır. Kepçe iki kere toprağa giriyor çıkıyor işi bitiyor. Eskiden mevtayı defnetmeye gelenler hüzünlü hüzünlü beklerdi. Şimdi kepçenin toprağı nasıl iki dakikada kazdığını hayran hayran seyrediyorlar. Sizin anlayacağınız. Kolayın tadı olmuyor. Ahali o günden beri mezar kazmayı da, öleni gömmeyi de, ölmeyi de kolay sanıyor.
Küreğimi bırakmadım, yanıma aldım Refik abi ile helalleştim, çıktım mezarlıktan. Bir daha da gelmem diyemedim. Nasıl diyeceksin? Ama vasiyet edeceğim, ben ölünce kepçeyle kazmasınlar toprağımı. Kürekle yavaş yavaş açsınlar.
O kadar anlattın ismini bilmiyoruz, gitmeden insan bir söylemez mi, derseniz boş verin ismimi.
Nasılsa bir yerlerde selâm verilir.
Ömer Can Coşkun
1 Yorum