İnşallah Ağaçlar Yukarı Düşmez

Bu, Ragıp’ın yediği ilk dayak değilmiş. Yaka paça kapının önüne attıklarında kahkaha atıyormuş hatta. Ne yüzünü kapatmış elleriyle ne de bir yerim acıyacak korkusu duymuş. Kolları iki yana salınmış halde kahkaha attıkça daha bir aşkla dövmüşler. Aşk ile dövdükçe aşktan gülmeye devam etmiş Ragıp da.

Bu, Ragıp’ın hikâyesinin başladığı yer değilmiş. Dedesi mahalle camiinde secdeye kapandığı sırada bir dua etmiş doğacak torunu için. Secdesi çok uzun sürmüş o yüzden. Duasının sonunu, Allah’ım ettiğim duayı kabul et, bu dünyaya böyle biri hayırlıdır, torunum hayırlı olsun da varsın bana görmek nasip olmasın, diye bitirince secde bitmek bilmemiş. Secdeyi bitirecek kuvvet çekilmiş vücudundan. İçten duaymış besbelli, adam diriltir adam öldürür böylesi. Ne dua etmiş? Hayır duadır ne olacak! Her yanı şerden duvar olan, paçalarından şer akan bu dünyaya hayırlı evlat bekleyenlerin yüzü suyu hürmetine dönüyormuş ya bu dünya. Ama bu dünya da o hayırlı evlatlar için azap oluyormuş. Eskiden değil, yeni değil, her zaman böyleymiş. Dünyaymış, azapmış, öyleymiş, öyledir.

Bu, Ragıp’ın yaşadığı tek mahalle değilmiş. Çocukluğunu bir çelik çomak oyununda açılan çukura gömdükten sonra, mahallede bir iş tutar, demiş ahali. Yok, demiş. Başka mahalleye mi gideceksin demişler. Yok, demiş. Başka bir şehre mi, demişler. Yok, demiş. Çatlatma adamı, demişler. Yurt dışına gideceğim, demiş. Ne işin var, demişler. İş olsun diye gidiyorum, demiş. Gidiyorum, deyince kolay mı hemen? Kulağına ezan okunan birinin, semalarında ezan okunmayan bir toprakta nefes alması. Minaresi olmayan gök insana yük olurmuş. Gönül bükülürmüş ağırlığından. İki kat olurmuş, daha da katlanamaz derken biraz daha katlanmak zorunda kalınırmış. Katlanarak geçermiş zaman.

Bu Ragıp’ın ilk yurt dışına çıkışıymış. Zaten yurdun dışına bir kez çıkılırmış. Bir kez çıktın mı, diğer gidiş gelişlerde bir sayılırmış. Yeni bir şey olmazmış artık. Adını da koyup gönderirlermiş. Ragıp’a “alamancı” demiş ahali. İyi de ben Almanya’ya gitmiyorum ki demiş, dinletememiş. Tek tek anlatırım belki anlarlar umuduyla ilk önce A’ya gitmiş, sonra H’ye. A anlamamış bir daha anlatmış. L’ye o kadar izahat vermiş ki İ’ye sıra geldiğinde dilinde tüy bitmiş. Herkesin ikna olduğundan emin olmuş. Ahaliyle helalleşmiş yola çıkacakmış ki “Güle güle alamancı” demişler. Ben “alamancı” değilim niye anlamıyorsunuz diye birden çıkışmış. Milletin içinde ne bağırıyorsun, diye tam girişeceklermiş, bavulunu kaptığı gibi kaçmış yurt dışına. Nasılsa döneceksin demiş ahali. O zaman görüşürüz. Herkes evine dağılırken biri hıncını alamamış, arkasından bağırmaya başlamış:

– Hele bi alaman çikolatası getirme, bak ben ne yapıyorum sana!

Bu Ragıp’ın yurt dışındaki ilk işi değilmiş. Yurt dışına her gidenin ilk başta tuvalet temizlemesi şartmış gibi kendisine teklif edilen tuvalet temizleyiciliği işlerini reddetmiş. Dilini anlamadığı memleketin gürültülü sessizliği içinde oradan oraya dolanırken İtalya’nın orta yerinde bir Fransız lokantasının mutfağında bulaşık yıkamaya başlamış. İtalyan, Fransız ve Türk aynı cümle içinde uzun yıllar fıkralarda geçtiği için gülmüş haline, henüz bir fıkra olmadan. Yıllarca bir fıkra olmayı beklemiş. Fıkra olup insanlarda tebessüm bırakmak güzel olur, diye düşünmüş. Bulaşık yıkamaktan buruş buruş olmuş elleri bir süre sonra sebze doğrama, et parçalama kıvamına geldiği sıralarda, ertesi günün hazırlığını yaparken televizyon ekranından üzerine boca edilen haberlere takılmış gözleri. Aynı videonun tekrar tekrar gösterilmesi ile hipnotize olmuş Ragıp.

…elinde silah olan bir adam,  aracından çıkıyormuş, caminin kapısına doğru yürüyormuş uzaktan birisi “hello brother”…

video burada kesiliyormuş ve tekrar başa dönüyormuş.

…elinde silah olan bir adam,  aracından çıkıyormuş, caminin kapısına doğru yürüyormuş uzaktan birisi “hello brother”….

…elinde silah olan bir adam,  aracından çıkıyormuş, caminin kapısına doğru yürüyormuş uzaktan birisi “hello brother”….

Ragıp aynı görüntüleri kaç defa izlediğini bilmiyormuş. O sırada eline aldığı satırla et parçalamaya başlamış. Görüntü başa her döndüğünde bir satır darbesi inmiş etin üzerine. Her darbede biraz daha parçalanmış. Her darbede biraz da parçalanmış, her video tekrarında biraz daha parçalanmış, sonunda etin üzerinde satır satır ilerlerken videonun hipnotize edici etkisi kaybolmuş. Ragıp kendini yere atmış, acıdan kıvranırken, etin üzerinde bir işaret parmağı kalmış öylece. Parmağı cebine, Ragıp’ı ambulansa, ambulansı hastaneye atmışlar. Parmağı dikmişler ama eski hali gibi olmamış. İşaret parmağı tabii kolay kolay düzelir miymiş? Ragıp bir fıkranın içinde hayat bulacağını zannederken bir trajedinin içinde kalakalmış. Bir daha eline satır bıçak nevinden bir şey almaya tövbe etmiş.

Bu Ragıp’ın tek tövbesi değilmiş. İnsanoğlu bu, tek tövbeyle nereye kadar? Ömrün kaç katı tövbe gerekir bir insana kurtulabilmesi için, kim bilir? Kimse bilmezmiş. Kimsenin bilmediğini bilenler tövbeye devam etmiş. Ragıp bıçağa ve satıra ve yükseklere çıkmaya tövbe etmiş. Gömleğinin üzerine kocaman bir pizza resmi olan ve bu pizza resminin tam da göbeğinin çapına uygun olduğu bir adamın karşısında bulmuş kendini lokantadaki talihsiz kazadan sonra. Üzerinde yeterince pizza yokmuş gibi ellerini de bir pizza diliminin içinde gezdirirken bir iş teklif etmiş Ragıp’a. Havada kapmış teklif edilen işi. Kaptıktan sonra ayaklarım yere basar diye düşünmüş. Havada kalmış Ragıp. Havada kaldığı yetmiyormuş gibi yükselmeye başlamış. Kabul ettiği iş, binaların tepesine paratoner takmakla ilgiliymiş. İş nedir diye sormadığına pişman olmuş ama ekmek kazanacak yer de yokmuş zaten. Montaj esnasında bildiğim duaları okurum, yaparız bu işi diye düşünmüş. Şehrin her yanına paratoner takmış böylece, takmış takmasına ama bir gün bir kiliseye paratoner takmak gerekmiş. Yahu, demiş ben Müslüman adamım ne işim var orada şimdi? Buraya paratoner takacak Hristiyan mı kalmadı? Kapitalizm oğlum bu demiş patronu. Hangi dinden olduğunun önemi yok. Kâr edelim yeter. Ragıp kilisenin tepesinde bulmuş kendini. Kilisenin meydanına bakmış, baktıkça başı dönmüş, döndükçe dua okumuş. Dudaklarının kıpırtısı, gönlünün çarpıntısına karışmış. Bilmem kaç ekran bir sokak televizyonuna gözü takılmış. Bir duvarın diğer tarafında bir ağaç yanıyormuş, diğer tarafında insanlar dans edip şarkı söylüyormuş. Duvarın bir yanından çığlıklar yükseliyormuş, diğer tarafından kahkahalar. Video her seferinde başa dönüyormuş yine. Ya da Ragıp’ın başı dönüyormuş. Ragıp kesilen işaret parmağına bakmış, bakmış ki işaret parmağında bir hareket yok. Ulan demiş, ben her şeyi televizyonlardan mı öğreneceğim, bu nasıl hayat? Kapitalizm yılanı bir gün kendi kuyruğunu yesin, yesin de doymasın, biz en başta yanlış yaptık, yurt neyimize yetmedi, diyerek dişlerini sıkmış, sıkmış, inşallah bir gün bu ağaçlar yukarı düşmez diyerek bağırmış koca meydana. Meydandakiler bir anda başlarını Ragıp’a doğru çevirince titrek işaret parmağını kulağına götürmüş Ragıp. Başlamış kilisenin tepesinde ezan okumaya. Yaka paça aşağı indirmişler hemen. İnerken ezanı bitirmeye çalışıyormuş hâlâ. Sanırım yaka paça aşağı indirilirken bir yerlere vurmuş başını. Yurda dönüşü yurttan çıkışı gibi olmamış çünkü. Mahallesine dönmemiş, kendini bir camiye kapatmış. Sanırım alaman çikolatası alamadığı için gitmedi mahallesine.

Bu, Ragıp’ın kıldığı ilk namaz değilmiş. Zamanında da vakit namazlarını kılarmış, cemaatle kılarsa daha bir güzel olurmuş, cuma namazına özen gösterirmiş. Yurda dönünce kendine bir cami bulmuş Ragıp. Camiye girmemiş ilk günler, bahçesinde oturmuş sadece. Kendine mesken edindiği camide cemaatle namaz kılmaya başlamış sonraları. Kıldığı namazları görünce deli demişler. İmam, cemaat kıbleye dönüp namaza durunca o başka yöne dönüp kılarmış namazını. Bir süre sonra ismi “Ters Kıble Ragıp”a çıkmış. Cemaat kendince homurdanıyormuş ama kimse yanına yaklaşıp tek kelime etmemiş. Neden sonra cami cemaatinden biri senin namazların olmuyor oğlum, gel bizimle birlikte kıl, Allah sorar hesabını demiş. Ragıp basmış kahkahayı, asıl sizin kıldığınız namazlar olmuyor amca demiş. Cemaat o güne kadar içlerinde taşıdıkları sabır taşını bir kenara bırakıp almışlar Ragıp’ın ifadesini. Camiye gelmesini istemeyenler de olmuş, ellemeyin garibi diyenler de. Ragıp bir zaman görünmemiş o caminin önünde. Bazen kahkahalarını duyanlar oluyormuş.

Bu Ragıp’ın uykusundan ilk uyanamayışıymış. Her gün uyuduğu gibi uyuyan Ragıp her gün uyandığı gibi uyanırken bir gün uyanamamış. Cenazesini bahçesinde dayak yediği camiye getirmişler. Mezarlığa defin işlemlerini onu sille tokat dövenler yapmış. Üstüne bir de haklarını helal etmişler. Ragıp’ı toprağın kucağında Münker ve Nekir’in huzuruna bırakıp camiye gelen cemaat bakmış ki birkaç görevli camide ölçüm yapıyor. Bir soruşturma lafı dönüyor cami inşaatı ile ilgili kim varsa etrafta el pençe. Caminin kıblesi yanlışmış, öyle diyorlarmış, ölçüyorlarmış tartıyorlarmış kıble Ragıp’ın döndüğü yer çıkıyormuş. Ragıp cemaatten kendisini dövenlerin rüyalarına giriyormuş. Hiçbir şey yapmıyormuş sadece kahkaha atıyormuş ama kahkahaları duyanlar kan ter içinde uyanıyormuş.

Ragıp kimmiş?

Ragıp dedemmiş.

Yani doğsaydım dedem olacakmış.

Doğmamışım.

Bu kadar saçma bir hikâyesi olan dede mi olurmuş?

Bence ben doğmuşum o doğmamış.

Ragıp dedemin dedesinin ettiği duayı bilsek iş çözülecekmiş aslında.

Zaten bu, Ragıp dedemin dedesinin ettiği ilk dua da değilmiş.

Ömer Can Coşkun

 

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Hilal G. , 18/01/2023

    Çok güzel, çok sevdim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir