Hikâye Atölyesi – Kapı

Bu hafta altı hikâyeci, “kapı”ya altı farklı gözden baktı.

Siz de “kapı” ile ilgili 100-150 kelime arasında kalmak şartıyla hikâye yazabilir ve bize gönderebilirsiniz. Biz de beğendiklerimizi yayımlar, size hediye olarak kitap göndeririz.

***   

Yunus Emre Özsaray / Kapı Önünde

“Ol kal’a kapusunu söküp aldı yerinden/ Bir hamlede kaldurub kalkan ittü kendüğe!” dedi ve sustu anlatıcı. “ Ya sonra?” diyen gözlerle bakakaldı çocuklar. En heyecanlı yerinde kesiyordu cenk hikâyesini. O çıkınca “Nasıl kaldırabilmiş ki kapıyı?  Kocaman değil miymiş kale kapısı? Ovvv kaç kilodur acaba? “Bence tahtadandır?” “Kale kapısı tahta olur mu hiç? ” diye uzayıp giderdi çocukların konuşmaları. Her soru, bir kapıydı aslında. Kimi çocuk, kapıyı kaldırabileceğine inanır, kimi kapının altında kalır, kimi de koca bir hayatı kapılardan habersiz yaşardı.

Meddah, gülümseyerek kapıdan çıkarken; çocuklar kapılarla başbaşa kalırlardı. Sonra başka kapılar, sonra başka yollar, başka hayatlar. Kimin nasibine hangi kapı düşmüşse o kapıdan girmeye çalışırdı yaşayacağı şehre. Kimisi “açıl mercimek açıl…” diye beklerdi Nimet Abla kuyruklarında. Bir başkası kimin koyduğu belli olmayan “Kanunun Önünde”,  zaten kendine açılmış kapıdan geçme izni bekleyerek korku içinde tüketirdi ömrünü mahkeme duvarı suratlı adamların içinde. Bazısı da vardı ki, kapıyı yerinden söker, kimse girmesin diye bekleyen muhafızlara karşı, önünü tuttukları kapıyı kalkan yapardı kendine.

Meddah daha beş yaşındayken önüne çıkmıştı bu kapı. Hatırlıyordu. Dedesiydi. Anlatmıştı. Bir aslan gibi kükreyen sesiyle haykırıp “Ol kal’a kapusunu söküp aldı yerinden” demişti de “Nasıl sökmüş ki?” diye sormaya hazırlanırken “Allaaaah” diye bir nara atmıştı dedesi. Nasıl olmuşsa olmuş, odanın kapısı açılıp sertçe duvara vurmuştu. Hikâyeyi dinleyenler hayretler içinde kalmıştı. O “Allah” nidasıyla kapının açıldığına inandı. Diğer arkadaşı “Cereyan yaptı” sandı. Sonuncu arkadaşı da “Kapı zaten açık değil miydi?”  diye hiç aldırmadı. Herkes kendi hissesince anlamıştı. Bunu iyi biliyordu meddah. Ömrünü inandığı hikâyeyi anlatmaya adadı…

Cüneyt Dal / -cı Düşmesi

Şu son bir haftamı bu lüks otelde geçirmek durumundayım. Tabiî iş yerinin imkânlarıyla… Yoksa buralara girebilecek adam değilim. Belki de bu yüzden, diğerlerinden farklıyım. Sadece iktisadî anlamda değil; ruhî yönden de. Buradakilerin fark etmediğini fark etmek üzerine bir fark… Mesela şu kapı! Otomatik değil fakat sensörlü. Diyebilirim ki otomatikten daha akıllı. Gelenlere hoş geldiniz, gidenlere yine bekleriz, demeyi ihmal etmeyen; girmekle çıkmak gibi basit olduğu kadar hızlı olması gereken eylemleri gereğinden çok uzatanları bile algılayıp kapanır gibi yaparak onları tedirgin etmeyen bir kapı… Çok da güven verici… Bazıları, araba anahtarı, şemsiye gibi özel eşyalarını emanet edebiliyorlar. Oldukça da şık… Öyle ki ona baktığınızda, smokinli bir büst görmeniz işten bile değil. Fakat görüntüsü yanıltmasın, buradakilerin davranışlarından anladığım kadarıyla o herhangi bir eşya kadar eşya. Tek farkı, insan görünümünde olması… Ama benim düşüncem farklı tabiî; bana sorarsanız o, sadece sonundaki –cı ekini kaybetmiş bir kapıcı. Zamanla kapılaşmış bir adam, o kadar

Ömer Can Coşkun / Kapı

Uykunun en tatlı yerinde ışıklar gitmişti. Sanki ışıkların söndüğünü biliyor gibi açıldı gözleri. Bir süre hareketsiz, ne yapacağını bilmeden, sadece baktı içine düştüğü karanlığa. İlk adımlarını atmaya başladığında tökezledi, birkaç kez düştü. Sokaktan geçen bir aracın farından yansıyan ışık duvarda bir yaratığa dönüştü. Saklanacak bir yer aradı karanlığın içinde. Bulamadı. Kapıyı bulmak için attığı her adımda eşyaların üzerine düşen cılız ışıklar yüzünden yanlış yollara saptı. Çıkışı olmayan duvarların önünde buldu kendini, geri dönmek zorunda kaldı. Karanlığa alışmaya başladı gözleri. Kapıyı şimdi daha rahat bulurum ümidi ile, bir cesaret daha hızlı hareket etmeye başladı. Ellerini uzattı ileri, koştu, nefes nefese kaldı, yoruldu, beli büküldü. Eli kapıya dokundu. Dermansız bir halde kapının kolunu aradı, bulamadı. Kapının önüne uzandı. Çaresiz, ışığın tekrar gelmesini ümit ederek yumdu gözlerini.

Hatip Ekinci / Aralık Kapı

“Gönlün, yuvam olsun.” dedi adam. “Hayır” dedi kadın. “Gönlümün kapısı kapalı…” Adam ayazda ıslak kalmışçasına ürperdi. Titriyordu. “Kapının bir kilidi, bir anahtarı yok mudur? Gider bulurum Kafdağı’nda bile olsa. En azından ararım. Ömrümü senin yolunda tüketirim.” Utandı kadın, adam öyle deyince. Biri onun için ömrünü harcamaktan, tâ Kafdağı’ndan bahsediyordu. Yüzü kızardı. Tebessümle başını eğdi. Adamın içi ısındı. Umut ateşi eritiyordu içindeki buzları. Adam eriyordu. Suskun durdular uzunca. Arada bakışları denk geliyordu. Eriyen mum gibiydi adam. Kadınsa bu teveccüh karşısında yerinden kıpırdayamıyordu. Çantasından bir kitap çıkardı. Kitaptan bir kartpostal… Verdi adama. Aralanmış kapıdan karanlığa sızan bir ışık vardı kartpostalda. Adam sevinçten kuş olup uçacaktı. Gülüyordu. Kadın pembeleşmiş yanakları ve engelleyemediği tebessümle başı eğik, bir yere bakıyordu, bir ona. Sonra ne olduysa, döndü yürümeye başladı kadın. Ardından adam… “Lütfen gelme. Beni unut.” dedi kadın acı dolu, yalvarır bir ses ve bakışla. Adam yere çakılmış kazık gibi kalakaldı öylece. Kadın uzaklaştı, kayboldu. Adam unuttu her şeyi sonra, kadın hariç.

Celâl Kuru / Düşünce Kapısı

Kadın, Allah’ın her günü çocuklarına; “Babanız düşünme hastalığına tutuldu, bu yüzden çıldırdı.” diyordu. Aylarca çabaladıktan sonra çocuklarını düşünme hastalığı diye bir hastalık olduğuna ikna etti. Anne ve çocukları onu bir psikiyatrisin karşısına oturttular. Onca zaman sırrını kimseye açmayan adam sanki karşısında babası oturuyor da müşfik bir şekilde onu dinliyormuş gibi konuşmaya başladı: Odama her girdiğimde beni çevreleyen dört duvardan sekiz kapı açılıyordu. Bu kapıların hangisinden girsem orada mutlu olacakmış gibi hissediyordum. Ne yazık ki kapıların yedisini kendi tembelliğim, beceriksizliğim sayesinde kapattım. Şimdi kalkıp hangi kapıya yönelsem bana duvar oluyor. Bir tek kapı, düşünce kapısı kaldı. O kapıdan her girdiğimde kendi cennetime ulaşıyorum. O kapı da suratıma kapanırsa cehenneme döner hayatım. Son kapımı yüzüme kapatmayacaksın, beni tımarhaneye göndereceksin değil mi doktor bey? Psikiyatrist anlamaya çalıştı. Anladı. “Ailene daha fazla vakit ayırmalısın, sinirlerin bozulmuş biraz.” diyerek âdeta bir zebani gibi tutup onu normal hayatına fırlattı.

Muhammed Emin Oyar / Kapının Ardı

Telefonunu bırakıp bir bardak su içmek için mutfağın yolunu tuttu. Mutfak sandığı kapıyı açtığında aslında mutfağa gelmediğini fark etti. Bazen olurdu öyle… Salona gidecekken banyoda buluverirdi kendini… Ama bu kapının ardındaki yer mutfak olmadığı gibi herhangi bir oda da değildi. İçeri adımını atar atmaz uçsuz bucaksız bir âleme giriş yapmıştı. Her yer yemyeşildi. Kuşlar en sevdiği şarkıyı ötüyor, buna derelerin şırıltısı eşlik ediyordu. Evet, önceden hangi kapıya çıktığını fark etmezdi bazen. Ama artık bazen de yoktu, kapı da…

Hikaye Atölyesi (Pencere)
Hikaye Atölyesi (Pencere – Okurlardan Gelenler)
Hikaye Atölyesi (Oda)
Hikaye Atölyesi (Oda – Okurlardan Gelenler)

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir