Halime Hanımın Bavulu

Eli uzanmadı. Uzanamayacağını biliyordu. İnsan yapamayacağını bildiği işlerde başarılı olmaya çalışmakta ısrarcı. İki metrelik gardırobun üzerindeki bavuluna uzanmak için ayak parmak uçlarında yükseldi ilkin, sonra elini olabildiğince kaldırdı. Nefes bile almadı bir süre. Sonra saçmaladığının farkına vardı. Mutfağa gidip bir sandalye getirmeye üşendiğinden böyle saçma bir davranışı inatla sürdürdü. Mutfağa gitti, sandalyeyi aldı, odasına getirdi. Sandalyenin üstüne çıktı. Bavulunu indirdi. Bavulla birlikte bavulun üstündeki tozları da indirmiş oldu. Bir yerde uzun süre yaşandığını çok kullanılmayan eşyaların üzerinde biriken tozlar anlatıyor. Tozlar yavaş yavaş süzülmeye başladı. Gardırobun aynası tozlandı. Aynayı eliyle sildi. Yüzüne baktı. Yüzü de tozlanmıştı. Zamanın tozu birikmişti gözaltlarında, torba torba. Ne uzun yaşamıştı bu evde! Nasıl olacaktı şimdi?

Bir işin başına geçmeden evvel bir nehir gibi tüm yapacakların aklından geçer, kendi kendini tasdiklersin. Unutma, diye telkinlerde bulunursun. Ne vakit işin başına geçsen hepsi silinir gider zihninden. O kadar telkinin, tasdikin nereye gittiğini, nereye saklandığını düşünürsün. Yine öyle oldu. Halime Hanım bavulunu indirdikten sonra kalakaldı öyle. Sanki tüm fikirleri evin türlü yerlerine dağılmış gibi, evin içinde gezindi bir süre. Eve saklanan düşüncelerini aradı. Bulamadı. Bavulunun yanına döndü. Oturdu.

Apartmanın önünde top oynayan çocukların sesleri bir uğultu şeklinde giriyordu evine. Kaç defa bağırmıştı çocuklara, başka oynayacak yeriniz yok mu, diye çıkışmıştı. Başka oynayacak yerleri yoktu. Evde hiçbir şekilde annelerine rahat vermeyen çocuklar erken saatlerde sokağa bırakılıyor, hava kararmaya yakın tekrar eve çağrılıyordu. Bu sayede Halime Hanım haricinde herkes evlerinde rahat bir nefes alıyordu. Perdeyi araladı. Çocuklar kaleden çok duvara şut çekiyorlardı. Her vuruşta bir çınlama, apartman duvarlarından katlara yayılıyordu. Yıllarca değişmedi bu durum. Her seferinde, sabrının tükendiği anda cama çıkıp bağırırdı çocuklara. Şimdi? Pencereyi açacak gücü bulamıyordu kendinde. Ne diyecekti çocuklara? Bari gideceğim gün yapmayın mı?

Uzun süre ayrılmadı pencereden. Nefret ettiği futbol oyununu şimdi hayran hayran seyrediyordu. Gözü ortalıkta anlamsızca dönen toptan ziyade, topu heyecanla tekmeleyen çocuklara takılıyordu. İçinde daha önce tatmadığı bir his gezinmeye başladı. Bu his, tüm damarlarına yayılıyordu çocukları seyrettikçe. Bütün bir kış kullanılan sobanın borusunun içindeki kurumların temizlenmesi gibi, bu his de damarlarını temizliyordu. Kaledeki çocuğa takıldı gözü. Karşı apartmanın birinci katında oturuyordu. Doğduğu ilk anı hatırladı. Açık pencereden çığlık çığlığa ağlayışı gelmişti kulağına. İlk adımlarını görmemişti belki ama ailesinin o ilk adımlara verdiği tepkileri dinlemişti. Hastalandığı zaman gecenin bir yarısı apar topar hastaneye gidişlerine şahit olmuştu. Balkon demirlerinden aşağı bakmak isterken başını demirlerin arasına sıkıştırmıştı bir gün. Öyle çok çığlık atmıştı ki ailesi korkuya kapılıp itfaiyeyi çağırmak zorunda kalmıştı. Tüm apartman balkona çıkmış çocuğun nasıl kurtarılacağını seyretmişti. Şimdiyse hiç o günleri yaşamamış gibi mahalle çocuklarının arasına karışmış maç yapıyor, arkadaşlarına bağırıyordu. Çocuğa şefkatle baktı uzun uzun. Ondan ayrılıyormuş gibi üzüldü. Hâlbuki ne çok istiyordu buradan kurtulup sakin bir yere yerleşmeyi. İşlerini yoluna koyup daha iyi bir yere gitmeyi hayal ediyordu her gece. Kendini böyle teskin ediyordu. Şimdiyse hiç sevmediği mahalle boğazına düğümleniyordu. Yutkunamıyordu.

Akşamın şehri ele geçirmeye başladığı saatlerde çocukların anneleri de katılıyordu çığlıklara. Her biri kendi çocuğunun ismini uzata uzata, en pesten en tiz sese bir anda çıkarak tekrarlıyordu. Çocuklar oynadıkları oyunun heyecanından annelerini duymuyor, sözleri işitilmeyen anneler seslerini biraz da öfkeyle yoğurarak tekrar tekrar bağırıyor, oyunları bozulan çocuklar oflaya oflaya evlerine dağılıyorlardı. Tam bu vakitlerde, her şey bitti, derken tüm anneler bu sefer de birbirleri ile konuşmaya, hâl hatır sormaya başlıyorlardı. Akşam yemeği öncesi ayaküstü iki lafın belini kırmak istiyorlardı, Halime Hanım’ın sinir sistemine zarar verdiklerinden haberleri yoktu. Olsaydı da çok bir şey değişmezdi. Çünkü mahallede tiz sesi ile nam salmış olan Rukiye Hanım -sesine duvarlar bile kar etmiyor diyorlar-  birkaç komşusu tarafından şikâyet edilmişti.  Kendinden yaşça büyük bir komşusu, güzel dille uyaralım, diyerek kapısına gitmiş fakat bu iyi niyet ters tepmişti. Beni şikâyet edenler ilk önce kendi ağızların baksın, cümlesiyle herkese cevabını vermişti Rukiye Hanım. Bu tatsız olay çabuk unutuldu mahallede. Yahut sineye çekildi. Herkes aşağı yukarı aynı şekilde yaşadığından kimse kimseden rahatsız olmuyordu. Halime Hanım müstesna. Her gün aynı saatlerde aynı durumları yaşayan bu mahalle yıllardır hem usandırıyor hem de şaşırtıyordu Halime Hanımı.

Bir akşam vakti çocuklarını çağıran komşularının iki lafın belini kırdıkları zaman tüm sesler açık pencerelerden içeri hücum ettiğindendir, Halime Hanım pencereleri kapatmaya yeltenmişti. Eli pencerenin koluna gittiği anda kendisinden bahsedildiğini işitti. Karşı apartmanın ikinci katına yeni taşınan Feride Hanım’ın, senin üst komşu da pek bir huysuz ne cama çıkar ne bir selam verir, demesinden anlamıştı kendisi hakkında konuşulduğunu. Alt kat komşusu da evet, demişti, garip bir kadın. Tek başına öylece oturur evinde. Yıllardır bu apartmandayım, ben bile neredeyse tanımıyorum, diyerek tasdiklemişti komşusunu. Haklıydılar. Bu haklılıklarını kabul ederek sessizce kapatmıştı penceresini. Perdelerini de üst üste çekmişti. Kendisini daha da saklamaya çalışır gibi. Diğer yandan arkasından böyle laflar edilmesine de gücenmişti içten içe. Beni tanısalar severlerdi belki diye düşündü. Ama hiç tanımalarına fırsat vermemişti ki.

Hafızasını kaybetmiş gibi pencereden uzaklaşıp etrafına bakındı. Ne yaptığını hatırlamaya çalışıyordu. Bavulun hâlâ yatağın üzerinde boş durduğunu hatırladı. Birkaç parça elbisesini koydu ilk önce. Daha sonra birkaç aksesuar. İçini sıkan bir şeyler vardı. Koyduğu her parça eşyada kapıya biraz daha yaklaştığını hissediyor, buruluyordu. Eline aldığı her elbise bu evdeki bir anıyı silerek bavula giriyordu sanki. Her eşyada hareketleri biraz daha yavaşlıyordu. Anlamsızca etrafa göz gezdiriyor, ne yapmaya çalıştığını her seferinde tekrar hatırlamak zorunda kalıyordu. Küçük kısa süreli unutkanlıklarla bavulunu oluşturmaya çalışırken eline aldığı elbisenin üzerindeki yırtığa takıldı gözleri. Sonra tavana dikti gözlerini. Üst katta oturan Mehmet’i görebilecekmiş gibi dikkatle baktı. Üst katında tek başına oturan Mehmet’in müzik merakına sanki o anı tekrar yaşıyormuş gibi sinirlendi. Herkesin evinde dinlenmeye çekildiği vakitlerde o da işten geliyor fakat son ses müzik açmadan veya yüksek sesle televizyon seyretmeden bir gün bile geçmiyordu. Tam sokağın sakinliği huzurla eve dolarken yukarıdan gelen gürültülerle saçını başını yoluyordu Halime Hanım. Birkaç kez uzun bir sopayla tavana vurmuştu. Ses hafif kısılıyordu bu hareketin ardından. Fakat bir süre sonra tekrar açılıyordu. Pes demişti Halime Hanım bir gün. Yavaş yavaş çıktı yukarı, nefes nefese kalmıştı Mehmet’in kapısına geldiğinde. Çaldı kapıyı, açılmadı. Gürültüden duymamıştı Mehmet. Sert birkaç vuruştan sonra içerdeki gürültü aniden kesilmiş ve kapı açılmıştı. Sakin sakin anlattı Halime Hanım. Mehmet her söylediğine  “tamam” dedi. Mehmet’in her “tamam” deyişi Halime Hanım’a umut oldu. En azından akşamlarını huzurlu geçirebilecekti. Mehmet’in kapısından ayrılıp evine dönerken, tutunduğu demirlerden birine takıldı elbisesi. Yırtıldı. Elbiseye üzüleceği sırada Mehmet’in dairesinden aynı sesler yükselmeye başladı. Sanki hiç konuşmamış gibi. Halime Hanım yırtılan elbisesi ile yıkılan umutlarından hangisine üzüleceğine karar veremedi. Çaresiz evine döndü. O günden sonra bir daha giymediği elbiseyi görünce sinirden ziyade gülmek geldi içinden. Yırtılan elbisesi ile apartmanın içinde ne yapacağını şaşırmış Halime’ye güldü, kıkır kıkır.

Elbise elinde öylece bekledi bir süre. Gözü elbisenin üzerindeki yırtıkta takılı kaldı. Dolaplarının tüm kapaklarını açtı. Götürebileceği bir sürü eşyası vardı. Hepsini sığdırabileceği bir veya birkaç bavulu. Ama her eşyanın üzerinde, evin her odasında ve hatta evin bulunduğu mahallede hep kötüleri aklına geliyor olsa da bir yığın yaşanmışlık biriktirmişti Halime Hanım. Sıkılarak, sinirlenerek, bir an önce kurtulacağı günü bekleyerek geçirdiği günlerinin sonunda, ister istemez ortaya çıkan bu garip bağlanma duygusunun esiri olmuştu. Bavuluna koyacak hiçbir şey bulamadı, kapattı bavulu. Top oynayan çocukların gürültüsü evin duvarlarına çarpıyordu. Anneleri balkondan, çocuklarına seslenmeye başlamıştı bile. İlkinde duymadılar annelerini. Sonra hepsi birer ikişer, oflaya oflaya döndü evine. Çocukları evlerine dönmeye başlayan anneler iki lafın belini kırdılar birkaç dakika. Sonra sokakta büyük bir sessizlik oldu. Halime Hanım saate baktı. Mehmet bir saate evinde olurdu. Oturma odasına geçti. Son kez Mehmet’in, müziğin sesini sonuna kadar açmasını bekledi.

Ömer Can Coşkun

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Özbek , 05/07/2017

    Gitmek ve kalmak arasinda gidip geliyorsa insan, o yeri coktan terk etmistir aslinda.. Hesap etmedigi bir sey var ki o da gittigi yere yine kendini ve kendindekileri götürecegidir. Kendini terk edebilir mi insan?

  • samira , 03/07/2017

    Üzülme Halime Hanım, önce bavulunun üzerindeki tozları temizle daha sonra en çok sevdiğin eşyalarını doldur bavuluna. Biz de taşınıyoruz iki gün sonra. Dolapta sadece dört yumurta biraz zeytin ve yağ kaldı. Annem bugün patates ve soğanları da verdi. Biz de kaçıyoruz bir nevi bu şehirden ama niyete göre göç de hicret oluyormuş biliyor musun? Bunu bugün öğrendim:)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir