Hastane havasını oldum olası sevmedim. İlaç ve alkol kokusu ile dolu koridorlar, poliklinikler, hasta odaları, orada adım attığım her yer hiçbir sağlık sorunum yokken kendimi hasta hissetmeme neden olur. Adeta tüm hastalıklar bana hücum ediyor sanırım. Ziyaret saatinde hastalarını ziyarete gelen hasta yakınları ve bundan sonra oluşan hengâme daha çok daraltır insanın nefesini. Kalabalığın arasında her an ayaklar altında kalıp ezileceğim hissi kurcalar durur zihnimi. Olmadık bir panik atak boğazımı sıkar sanki. Bir an önce hastanenin bahçesine kendimi atmak, temiz bir hava almak için sabırsızlanırım.
‘Allah kimseyi düşürmesin’ derim her zaman ama insanız sonuçta. Önünde sonunda yolumuz kesişiyor orayla. Bir hastalık yakalıyor sizi. Hafif veya ağır müşahede altına alınmamız gereken zamanlar geliyor.
Böyle efkârlı polikliniklerin bulunduğu koridorda telaşla muayene olacağım yeri arıyordum. Uzaktan gözüme takıldı poliklinik tabelası. Bir an önce varmak ve resmi işlemlerimi yapmak istiyordum. Oraya varıp işlemlerimi yapmak için kapıyı çaldım ve içeri girdim. Gerekli işlemleri tamamladıktan sonra sıramı beklemeye başladım. Boş bir yer bulup oturdum. Koridorda zamanla yarışa girmiş insanlar mücadele ediyordu durmadan. Herkeste bir kaçış telaşı vardı. Biran önce buradan kurtulmak istemenin rahatsız edici aceleciliği vardı.
Duvar kenarlarında ki banklar sadece derin endişeleri taşıyordu insanlarla birlikte. Endişeler büyüdükçe insanlarda daha bir ağırlaşıyordu. Hareketler daha yavaş konuşmalar daha düşük sesle dile geliyordu. Herkeste bin bir kaygı, herkesin kafasında binlerce soru vardı. İnsanların yüzüne bakınca bu durum anlaşılıyordu.
Yanımda oturanlar, biri dillerine vurulan kilide bir anahtar versin de konuşsunlar diye bakışlar salıyordu diğer insanlara. Fakat herkes kilitli kalmayı tercih ediyordu. Karşımda ki bankta şık giyimli biri öylece oturmuş, düşüncelere dalmıştı. Kendisini meraklı gözlerle izlediğimden habersizdi. Derin derin soluyor ara ara kafasını sağa sola sallıyordu.
Onun yanında oturan daha sadeydi ama ikisi de çok resmiydi. İkisi de birbiriyle konuşmak istiyor lafı açacak bir bahane arıyorlardı. Hayatında ilk defa karşılaştığı biri olarak, her ikisi de yanında oturan kişiye derinlerdeki cümlelerinden sunacak mıydı? Bunu öğrenmenin tek yolu vardı, o da bir girizgâh yapmaları ve devamının gelmesini beklemekti. Ki bunu yapan daha sade giyinen kişi oldu. Bana da kulak misafiri olarak sohbetin üçüncü kişisi olarak dinlemek kaldı.
— Bugünde hastane çok kalabalık. Haftanın ilk günleri her zaman böyle oluyor.
— Sormayın valla. Bir saatten fazladır sıra bekliyorum. Daha da bekleyeceğim anlaşılan.
— Sıra beklemek hayatımızın değişmez bir parçası. Ölmek için bile sıra beklemiyor muyuz? Benim adım Deniz.
— Benimki de Volkan. Memnun oldum.
— Bende.
— Ne işle iştigal ediyorsunuz Volkan Bey.
— Merkeze bağlı bir köyde öğretmenim. Ya siz?
— Ben de bankacıyım. Memleket neresi hocam?
— Kırklareli’nden geldim. İki yıldır merkeze bağlı bir köy okulunda öğretmenlik yapmaktayım.
— Bende buralıyım hocam. Dört yıldır bankacılıkla uğraşıyorum. Türkiye’nin bir ucundan diğerine gelmişisiniz. Zor olmadı mı sizin için böyle uzaklara gelip çalışmak? Ben olsam çok zorlanırdım.
— Zorlanmak ne kelime, birçok defa burayı ve mesleği terk edip gitmenin eşiğine geldim, ama her defasında caydım. Sabrettim. Sonunda da alıştım. Şimdi başınızı ağrıtmak istemem bu meseleyle.
— Ağrımak ne kelime hocam, dinlemek için sabırsızlanıyorum. Zaten daha çok var bize sıranın gelmesine. Anlatın hele neler yaşadınız bakalım.
— Peki, madem istediniz anlatayım. Öğretmenlik sınavından sonra birkaç okul tercihinde bulundum. Belki yerleşmem diye bakanlığın istediği ‘başka bir okula da gönderilebileceğim’ şıkkını da boş bırakmadım. Zaten her şeyi değiştirende bu oldu. Yerleştiğim yeri görünce bir süre kabullenemedim. İşsizdim ve buraya gelip çalışmaktan başka da çarem yoktu. Zaman dardı ve bir karar vermem gerekiyordu. Buralar hakkında türlü haberler duyuyor, okuyorduk. Terör bölgesi olarak anılıyordu buralar. Ailem tüm kararı bana bıraktı. Bir süre bocaladıktan sonra gelmeye karar verdim. İçimde türlü sorular ve endişelerle geçirdiğim uzun yolculuktan sonra buraya vardım. İl milli eğitim müdürlüğüne başvurumdan sonra beni bir köye atadılar, bende istemeyerek köyün yolunu tuttum.
Köyün araçlarının nerden kalktığını sorup öğrendim. Günde bir araba gidiyordu ve o da köyün tek aracıydı. Köye ilk gittiğimde, beni nelerin beklediğinin merakından başka bir şey yoktu aklımda. Zamanın bana neler göstereceğini, neyi, ne zaman, nasıl karşıma çıkaracağını endişe ederek bekliyordum. İlk defa gittiğiniz, daha önce hiç görmediğiniz ve ilk defa insanlarıyla tanışacağınız küçük bir köy beni bekliyordu. Tek eşyam olarak elimde sadece valizim vardı. Beni köye götüren araçtakilerle kısa süreli sohbetlerim oluyordu, ama bir türlü kelimeler bir araya gelip uzun soluklu cümleler halinde dışarıya akmıyordu. O insanlara ve çevreye karşı bir soğukluk vardı içimde. Adeta sarmıştı beni. Araçtan biri, muhtarla görüşmemi ve gerekli her türlü yardımı onun yapacağını söyledi. Köye varınca muhtarın evini sordum ve evine gidip kapısını çaldım.
Başında takkesiyle ihtiyar sayılabilecek biri açtı kapıyı. Köyden biri olmadığım için kısa bir süre beni süzdükten sonra ne istediğimi sordu. Bende ‘muhtarın evi diye burayı bana tarif ettiler, ben köyün yeni öğretmeniyim’ dedim. Orada beklememi ve içeri girip çağıracağını söyledi. Bir süre bekledikten sonra orta yaşlı, şık giyimli sayılabilecek biri geldi kapıya. O da beni bir süre süzdükten sonra ‘yeni öğretmen sizmişsiniz, buyrun ben köyün muhtarıyım’ dedi. Bende köye yeni atandığımı, okulun nerede ve öğretmenin kalacağı yerin neresi olduğunu sordum. Akşam saatlerinde köye vardığım için kalacak yerim yoktu. Bunu anlayan muhtar gece kendi evinde kalmam için beni davet etti. Bende çaresizce kabul ettim.
Evin üç odası vardı. Bir odayı gece kalmam için bana ayırdılar. Muhtar odada gerekli ayarlamaları yaptıktan sonra benim için yiyecek bir şeyler hazırlamalarını söyledi. Beraberce akşam yemeği yedik. Yemek esnasında tanışma faslından sonraki sohbet daha çok birbirimizi tanımaya yönelikti. En başından anlattım muhtara hikâyemi. Sessizce dinledi. Ben bitirdikten sonra bir süre bekledikten ve konuşmaya başladı.
—Bak hoca. Anladığım kadarıyla sen kadrolu öğretmen olarak gelmişsin. Buraya daha önce bir kadrolu öğretmen daha gelmişti. Daha çok ücretli ya da vekil öğretmen gönderilir buraya. Onların gelişi de uzun soluklu olmaz. Bir süre kalırlar, sonra köy ortamı onlara yaşanılacak gibi gelmediği için giderler. Bizde başka bir öğretmen gelsin diye bekleriz. Bu şekilde çocukların eğitimi de aksar sürekli. Ben eğitime önem veririm. Birçok kez il milli eğitim müdürlüğüne başvurmama rağmen gelen giden öğretmen çok az oldu. Köyde elliye yakın çocuk var bunların hepsinin hali aynı. Anlattığına göre sende köyde büyümüşsün. Halimizi en iyi sen bilirsin. Bu çocukların eğitimi senin ellerinde, omuzlarında artık. Sende çekip gitmezsen bu iş güzel olacak. Köyde büyümüşsün, buraya alışman zor olmaz diye düşünüyorum. Her durumda sana destek olmaya hazırım. Ne ihtiyacın varsa söyle, halletmeye çalışalım elimizden geldiğince. Burası senin odan. Yarın kalacağın yere ve okula birlikte gider bakarız. Bizim köyde tuvaletler dışarıdadır. Bir ihtiyacın olursa bu odanın kapısı dış kapıya bakıyor. Hemen açar çıkarsın. Dış kapının sağ yanında bir ibrik var. İçi su dolu. Senin için oraya koyduk. Uzun yol gelmişsin, yorgunsundur şimdi. Sen dinlen sonra sohbet edecek bol bol vaktimiz olacak. Hadi Allah rahatlık versin.
Muhtara teşekkür ettim ve o çıkınca, odada kendimle baş başa kaldım. Yatağa uzanınca bütün kemiklerim çatırdamaya başladı. Sanki tüm yolu yürüyerek gelmiştim. Ellerimi birleştirip başımın altına koydum. Gözlerim tavanda düşüncelere daldım. İlk defa geldiğim bir yerdeydim. Memleketimden çok uzaklarda, sıla özlemiyle dopdolu, türlü korku, endişe ve çekincelerle gurbetin ilk gecesindeydim. Her şey korku ve endişelerimin tam tersiydi. Galiba yersiz ön yargıların baskısı altında fazlaca geriliyordum. Böylece gözlerim yorgunluktan ağırlaştıkça ben gevşiyordum. Usulca kendimi uykunun kucağına bıraktım.
Ertesi gün sabah kahvaltı yapıp muhtarla kalacağım yeri ve okulu görmeye gittik. Oraya vardığımızda beklediğimden çok daha kötüsüyle karşılaştım. Okul namına taştan örülmüş ve birleştirilmiş dört duvardan başka bir şey yoktu karşımda. Yanına birleşik kulübe gibi küçük bir yapı koymuşlar. Öğretmenin kalacağı yer daha iyi sayılırdı. İçerisi tozlu ve kirli olsa da bunlar giderilebilirdi. Hemen işe koyulmak gerekiyordu. Temizlik malzemesinden boya badana işleri için gerekli birçok şeyi muhtar benim için tedarik etti. Kalacağım yeri temizleyip yerleştim. Tahtadan bir yatak, üzerine yıpranmaya yüz tutmuş bir döşek. Muhtarın gönderdiği bir yorgan. Bir kilim. Kap kacak ve içinde elbiselerimle valizim.
Okulun tamirine ve düzenine geçtim daha sonra. Boyasını yapıp temizledim. Eskimiş sıraları yeniden düzeltip sildim. Bana yardımcı olsun diye bazı gençleri de vermişti yanıma muhtar. Birçok eksik vardı daha ve şehre dönüp almam gerekiyordu. Nerdeyse hiçbir ders araç-gereci yoktu. Tüm işleri hallettikten sonra şehre dönüp malzemeleri aldım ve köye geri döndüm. En kısa sürede derslerin başlaması gerekiyordu. Her şey tamam olduktan sonra muhtara haber yolladım, tüm köylüye haber salsın da çocuklarını okula göndersinler diye. Ertesi gün ders başı yapacaktım.
Sonraki gün her şey hazırdı ve ben erkenden uyanıp ciddiyetle başlangıç yaptım derse. İlk gün otuza yakın öğrenci gelmişti. Diğerlerini öğrencilere sorunca bana, ailelerinin onları koyunları peşine gönderdiklerini söylediler. Koyun otlatmak daha önemli görünüyordu onlara göre. İlk günün sonunda muhtar ziyaretime gelmişti. Konuşup muhabbet ettik ve ona geri kalan çocukları göndermeleri için ailelerine karşı ısrarcı olmasını istedim. Gerekirse beraber gider alıp getirirdik. Halledeceğini söyleyip ayrıldı. İlk gün çocukların hepsinin yüzünde yabancı bir yüze alışabilmenin mücadelesi vardı, tabii bende de öğrencilere karşı aynısı. Yeni başlayan, yaşı büyük olduğu halde hala okuma yazma öğrenemeyen, Türkçe bilmeyen birçok öğrenci vardı. Ben kararlıydım. Mesleği seviyordum ve şartlar ne olursa olsun hakkıyla eğitecektim tüm çocukları.
Akşam kalacağım yere yorgun dönüyordum her gün. Çokça çabalamama rağmen hâlâ aşılması gereken çok engel vardı. Köye tam olarak alışamamıştım ve öğrencilerim hâlâ yabancı varlıklar gibi duruyordu karşımda. Gün içerisinde her ne kadar bunun ağırlığını az hissetsem de, gece yatağa uzandığımda bu ağırlık bir silindir gibi üzerimden geçiyordu sanki. Köylü bana yiyecek sağlıyordu. Tandır ekmeği, köy yoğurdu, peyniri, yumurtası… Şehre gittiğimde bende ihtiyaçlarımı alıyordum. Ne olursa olsun köyü de, köylüyü de, çocukları de sevmeden olmayacaktı bu iş. Zaman zaman fevri bir şekilde köyü ve her şeyi terk edesim gelse de, bir şeyler direnmem için sürekli yardımcı oluyordu. Pes etmek bir öğretmenin seçeneği olamazdı.
Öğrencileri yaşları ve eğitim düzeylerine göre ayırıp farklı sınıflar olarak grupladım. Böylece her düzeye göre farklı eğitim stratejisi uygulayacaktım. Zamanla sayı arttı. Bazen evleri tek tek gezip, çocuklarını göndermeleri için ısrar edip söz alıyordum. Köylüyle zamanla daha çok kaynaşıyorduk ve haliyle çocuklarla da. Bu da içimdeki kaçıp terk etme duygularını giderek azaltıyordu. Giderek köyü, köylüyü, çocukları sevmeye başlamıştım ve bir şeyi, yeri, işi sevmeden de istenilen düzeyde çalışmalar yapılamazdı. Zamanla her şey düzene girdi ve bana kalan bu düzen içerisinde eğitin vermekti.
Memleket özlemi hep var olan bir duygu. Seni sen eden yerleri terk edip hiç bilmediğin, hiç tanımadığın, ilk defa göreceğin insanların arasına girmek, onların hayatlarına dâhil olmak, onları hayatına dâhil etmek kolay becerilecek şeyler değil. Lâkin zaman her şeyin ilacı. Yeter ki siz yüreğinizi, yüreğinizde hiç yer edinmeyecek diye düşündüğünüz insanlara açın. Açın ve görün bir yüreğin istenildiğinde ne kadar güzelliklerle dolabileceğini. Doldukça ne kadar güzel olabildiğinizi. Daha çok insana karışıp daha bir insan olabildiğinizi. Sönmeye yüz tutan, küçük bir kıvılcım gibi duran sevginizin büyüyerek yüreğinize sığmayacak derecede büyüdüğünü görün. Önyargıların nasıl sönüp bu sevgiye teslim olduğuna şahit olun.
Şimdi geriye dönüp bakıyorum da, o köyde kaldığım iki yılda öğrencilerime birçok şey kazandırdım. Geri dönüşü olmayan bir yol gibi gördüm o köyü. Öyle olmasaydı beni orayı terk etmem için çekiştirip duran hisleri dizginleyemezdim. İyide oldu. Ben köylüyü ve köyü iyi biliyorum ve aynı köyde devam etmeyi düşünüyorum. Nereye kadar gider bilemem, fakat ben gidersem köy yine eski haline döner. Bir öğretmen mesleğine adanmış biridir ve kaçıp kurtulma seçeneği yoktur.
— Volkan bey, sizi âdeta soluksuz dinledim. Her kelimeniz de ben vardım ve her cümlenizde yeniden yaşadım her şeyi. Gerçek bir kahramansınız siz. Benim asıl mezuniyetim eğitim fakültesi. Bahsettiğiniz şekilde birçok köye gönderildim öğretmenlik için. Lâkin vekil ya da ücretli öğretmen olunca bu vaziyet uzun süreli olmuyordu. Haliyle köylüde geçici olduğumuzu bilip pek bel bağlamıyordu. Her gittiğimiz yerde en fazla birkaç ay kalıyorduk. Sonrası boşluk. Böyle gitmez deyip başka alternatifler aradım bende. Bunun sonucunda da bankacı oldum.
— Deniz bey, eğitimci olmak cidden zahmetli ve kararlı olmayı gerektiren bir iş, bunu sizde biliyorsunuz zaten. Öğretmenlik yaptıkça öğrettiklerinizden fazlasını öğrenirsiniz. Sevginizle yoğurduğunuz bilginizi geleceğe aktarır, taşırsınız ve bu süreklilik kazanır ve sizi de sürekli kılar. Sevgiyle bilgi hep büyür ve büyütür.
— Bakın Volkan bey muayene sırası size geldi.
— Evet haklısınız. Muayeneden sonra sohbetimiz devam etmeyebilir, çünkü köyün tek aracı var ve ona yetişmem gerek. Siz bana adresinizi verin ben yolum buraya düştükçe sizi ziyarete geleyim.
—Bu benim kartım. Her zaman beklerim. Daha koyu sohbetler için şimdiden sabırsızlanıyorum.
—Mutlaka geleceğim.
Böylece muayene olup sonra veda edip gittiler bu sohbet arkadaşları. İçlerinde ki sevgi meşalesi etraflarını aydınlatmaya devam ediyordu. Yeni meşaleler yakıp bu aydınlığı büyüteceklerdi. En azından o memnuniyetle ayrıldıkları hallerinden anlaşılıyordu. Bana kalan ise onların sohbetlerini dinlerken kaçırdığım sıramın gelmesini beklemekti. Zira sırayı kaçırınca en sona kalmıştım.