Kerim Kolat, geceye ışık tuttu.
***
“Gece gündüzden önce gelir. Gündüzün gerçekleri gecelerden hayal edilir” dedi kendi kendine. Allah’ın arzında, ilk insanî nefes gece alınmıştı. Soğuk taşlara ilk sıcak nefes, böyle bir gecede dokunmuştu. Bir çığlık, böyle bir gecede akis bulmuştu dağların çakıllı patikalarında. İlk korku, dünyanın ilk gecesinde düştü bir yüreğe ve hiç eksilmeden artarak devam etti. Bir bebeğin hayata gözünü açması ne kadar temiz ise, bu ilk gece, bir o kadar kirliydi.
İşte yine bir gece. Beyaz bir gece bu. Gökyüzü, yazmasını indirmiş bir gelinin saçları kadar sade ve büyüleyici. Yıldızlar, bir ressamın elinden dağılmışçasına muntazam. Mahallenin köşe başlarında serseri rüzgârlar oynaşıyor. Çöpçülerden arta kalanlar, küçük esintilerin kucağında bir o kaldırımda bir bu kaldırımda buluyor kendini. Tıka basa bulut dolu ağaçlar, gizli bir duanın arifesinde yapılan huşu misali sallanıyor. Pencerelere, yol kenarında unutulmuş çocuğun ayak seslerini biriktirip oyun yapan akranlarının sesleri vuruyor. Kediler, açık bir pencere bulmanın peşinde, o bahçeden bu bahçeye sıçrıyor, mahallenin köpekleri uzandıkları serin kaldırımlardan izliyor onları. Eski bir araba, öksüre öksüre arşınlıyor mahalleyi, kavak ağaçlarının altında durup, kapıyor gözlerini. Çatı kuytularında eğleşmiş güvercinler bir başka baharın müjdesiyle teskin ediyor birbirini. Yavrularını kanatları altına almış anne güvercin, yavaş yavaş yumuyor gözlerini tüylerini kabartarak. Bir baykuş, demlendiği direğin balkonundan hem güvercinleri hem siyaha boyanmış evlerin sakinlerini kıskanıyor. Bir süre sonra son teyyarenin ışığına kapılıp binalar arasında kayboluyor. Ellerini arkasında bağlamış bir bekçi düzene ağız dolusu küfürler ederek bir çorbacıya giriyor. O girince içeriden gülüşmeler, hoşgeldinler yükseliyor. Gölgesi bir yanına düşmüş olduğu halde yıldızlarla bakışarak yürüyor bir gece çocuğu. Gözü ileride aradığı metruk binayı buluyor. Sıvışıyor sonra en gizlisinden, biraz sonra sarılıyor kendisine, uyumaya çalışıyor. Sigarasının dumanıyla ısınmaya çalışan bir sarhoş, çöplerin arasında kumla dolu bir çuval fotoğrafı verircesine pinekliyor. Gecenin ortasında bunlar yaşanırken uzaklardan anlam veremediği bir gürültü geliyor. Ses ne kadar yaklaşsa da ne dediğini kimse anlayamıyor. Sadece dozu artan bir vaveyla bu.
Karısının; “Ne o, yine sabah sabah elinde telefonla ne yapıyorsun, hem de mutfağın ortasında?” cümlesiyle yazmayı bırakıyor. “Hadi çayları doldurdum seni bekliyorum” diyor. “Hemen geliyorum” deyip, birkaç cümle daha yazmanın gayretine giriyor.
Heyhat! Hanımefendinin davetiyle güvercinler bir hışımla uçup ağaç dallarına yamandı. Baykuş çatıdaki kuytusuna çekildi arkasını kontrol ederek. Bekçiler hızla paltolarına sarılıp, aşağı mahallelere kaykıldı. Yıldızlar söndü. Gökyüzü yaşmağını bağladı. Oyun oynayan çocuklar hep bir ağızdan bir türkü tutturmuş söylüyor: “Ölüler, gecenin koynunda ölmek istiyor. Gecenin ne olduğunu yaşayanlar bilmiyor.”
Gün oldu, gündüz oldu. Hayat durdu. Şimdi rollerin hayatına başlama zamanı diye geçirdi içinden. Çayına üç şeker attı. Beyninde karıncalanan gürültünün dinmesini beklerken, birkaç yudum alıp, yemeğe koyuldu.
@abdulkerimkolat
6 Yorum