Metin Eloğlu’na
(Birinci Kısım)
I.
Sami Efendi Dergâhında sıradan bir gün. Derviş Nuaym helaların temizliğini az evvel bitirdi. Birazdan dergâh kapısının önüne dizilen odunların yarısını kadınlar tarafına götürmek üzere odasından ayrılacak. Camekânlı kitaplığa yansıyan görüntüsüne bakarak üstünü başını yoklayıp hırkasını üzerine geçiriyor. Hava soğuk. Takkenin üzerine bir kat daha dolamalı. Ama mütekebbir bir izlenim vermekten Allah’a sığınıyor. Üşümek pek mühim değil, diye düşünüyor. Mürşidimi düşünür ısıtırım içimi. Sonra kendi kendine kızıyor. Demek ki mürşidini düşünmeni gerektirecek kadar gâfil kaldın ondan. A benim zalim nefsim!
Odunları üçer beşer el arabasına diziyor. Yunus Hazret’in menkıbesi düşüyor her gün bu işi yaparken hatırına. Odunların en düzgün olanlarını seçmeli, diye geçiriyor içinden. “Bir karara tuttum karar / Benim sırrıma kim erer / Gözsüz beni nerde görer / Gönüllere giren benem”
Kadınlar tarafına ulaşınca soluklanmadan odunları indiriyor. O sıra kadınlar dergâhının kapısı açılıyor. Ellerinde güğümlerle çıkan Gülfem Hatun. Bir anlık göz göze geliyorlar amma Derviş Nuaym bakışlarını ötelere dikiyor. Derviş Nuaym sen misin, diye soruyor Gülfem Hatun. Şaşırıp bocalıyor Derviş Nuaym, hiç beklenmedik bu soru karşısında. Bu hatun beni nereden tanır, diye geçiriyor içinden. “Ben bilmem!” diye çıkışıyor kadına. Mürşidinden “ben bilmem” zikri almış değil Derviş Nuaym. Kendince doğrusunun bu olduğunu düşünüyor herhâlde. El arabasını orada bırakıp hızlıca ayrılıyor. Erkekler tarafında akşam yemeğinin konusu Derviş Nuaym oluyor. Kimsecikler bir hışım dergâha dönme sebebini bilmiyor. Üstelik el arabası nerede?
II.
Sami Efendi Dergâhında sıradan bir gün. Gülfem Hatun sabah namazını eda edip abdestli yattıktan sonra bir rüya ile tekrar uyanıyor. Rüyasında evli olup boşandığını görüyor. Kim ile evli olduğunu ve neden boşandığını bilmiyor. Rüyasında bir adam görüyor. Ama adamın yüzünü görmüyor. Sadece bir adam var, bunu biliyor. Adam da evlenmiş ve boşanmış. Bir de birtakım insanlar var rüyasında. Onların da yüzünü görmüyor. Sadece o adamla kendi arasını yapmaya çalıştıklarını biliyor. Onlara, “Ben evlendim boşandım amma bakireyim.” diyor Gülfem Hatun. Rüyanın tam burasında gözlerini açıveriyor. Ne hissettiğini anlamaya çalışıyor. Çünkü rüyanın, anlamını hissiyle verdiğini biliyor. Eğer bir insan bir rüya gördükten sonra sıkıntılı bir hisle uyanırsa rüya genelde şer, güzel hislerle uyanırsa rüya genelde hayır çıkar.
Ben bekâr iken böyle bir rüya görmemin hikmeti ne ola, diye geçiriyor içinden. Hazırlanıp İslim Hatun’un odasına gidiyor. Kahvaltıya daha vakit varken Gülfem Hatun’un ayaklanmış olmasına şaşıyor İslim Hatun. Ziyaret maksadını soruyor. Gülfem Hatun, İslim Hatun’un ellerine yapışıyor. Sana bir rüya anlatmam lâzım, diyerek kadını içeri sürüyor. Kapıyı kapatıp diz çöküyor olduğu yere. Rüyasını tüm ayrıntısıyla anlatıyor.
İslim Hatun kendinden emin yormaya başlıyor.
“Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım. Allah hatadan ve yanılmadan sakındırsın. Neye yorarsam yorayım hayırlısını versin.”
“Âmin İslim Hatun. De hele nece bir rüyadır gördüğüm?”
“Allah kadını erkeğiyle birlikte yaratmıştır. Bu dünyada kimisi birbirini bulur, kimisi bulamaz. Allah kimi kimin nasibi kıldıysa elbette yolları kesişecektir. Hele Yüce Rabbim bu dünyada kavuşmalarını murat buyurduysa bu mutlaka gerçekleşecektir. Amma insan çeşit çeşit imtihanlar yaşar. Bazen insanın karşısına biri çıkar. Nasibinin o olduğunu düşünür. Belki iş ciddiye bile biner. Söz, düğün vesaire olur. Ama Allah o ikisini birbirine yazmadıysa eğer imkânı yok onlar bir araya gelemez. İşte… Sen hayatında nasıl imtihanlar yaşadın bilmem. Ama Allah’ın nasibine yazdığı o kişiyle hayatının bir yerinde yollarınız ayrılmış. Senin yolun ondan, onun yolu senden ayrı düşmüş. Ne var ki Allah merhamet sahibidir. İnşaallah sizin yollarınız tekrar kesişecek. Sen bu âlemde değilse de melekût âleminde ondan boşanmıştın. O da senden boşanmıştı. Ama Allah sizi tekrar bir araya getirecek inşallah. Allah Rahman’dır, Rahim’dir… Bekâr kadının rüyasında boşandığını görmesi yakın zamanda evleneceğine işaret eder aynı zamanda. Senin evlenip boşandıktan sonra gene de bakire olduğunu görmen Allah katındaki kıymetini gösteriyor. Ve eğer nasibindeki kişiyle evvelde yollarınızın ayrılması senin bir kusurun sebebiyleyse Allah’ın sana mağfiret ettiği anlamına geliyor. Rüyada bir topluluğun sizin aranızı bulmaya çalışması, evvelde bazı zorluklar yaşamış olsan da bu işin kolaylaştırılarak, ilahî rahmetle vuku bulacağına işaret ediyor. Allah hayırlı, güzel ve kolay olanını nasip etsin.”
Bir âmin dökülüyor Gülfem Hatun’un dudaklarından. Rüyasının yorumuna epey şaşırıyor. İslim Hatun’a teşekkür edip helallik aldıktan sonra odasına dönüyor. Secdeye kapanıp ağlamaya başlıyor. Affedilmez günahlarının olduğunu düşünüyor. Allah’ın tüm günahları affedecek kadar merhametli olduğunu… Günahlarının çokluğunu ve büyüklüğünü…. Sonra Allah’ın büyüklüğünü ve rahmetinin çokluğunu düşünüyor. Yarı ağlar vaziyette secdede uyuyakalıyor. Bir müddet o hâlde kaldıktan sonra gün ışığının yüzüne vurmasıyla “eyvah!” diyerek kalkıyor. Öğlen ezanı okunmadan çeşmeden su doldurması gerektiğini hatırlıyor. Avluya çıkıyor alelacele. Duvar dibinde duran güğümleri alıyor. Kapıyı itip çıkıyor. O sıra kapı önünde odun indiren Derviş Nuaym ile göz göze geliyorlar. Hemen bakışlarını çarıklarına indiriyor. Dervişi tanımazken, nedense, Derviş Nuaym sen misin, diye soruveriyor. Kendisi de sorduğu soruya şaşırıyor. Derviş biraz sonra “Ben bilmem!” diye çıkışıyor. Derviş Nuaym atlı kovalar gibi uzaklaşınca kapının önünü kapatan odun yığınlarının üstünden atlayarak geçiyor Gülfem Hatun. Ne yabani adam, diye düşünürken çeşmenin yolunu tutuyor.
III.
Sami Efendi Dergâhında sıradan bir akşam. Akşam namazını cemaatle eda eden dervişan akşam yemeği sonrası Şeyh Efendi’nin sohbeti için toplanıyorlar. Derviş Nuaym ilk saftaki yerini alıyor. Gün boyu Derviş Nuaym’ı göremeyen dervişler nihayet onu görebildiklerine seviniyorlar. Hasta olup olmadığını soruyorlar. Derviş Nuaym gelen soruları tek kelime cevap vermeden elini göğsünün üstüne koyarak karşılıyor. Acaba Derviş Nuaym Allah’a “sus orucu” mu adadı? Cemaat bu hâle bir anlam veremiyor. Hepsi edep üzere oturup mürşitlerinin teşrifini bekliyorlar.
Bu sırada kadınlar mahfilinde de tüm dervişan yerini almıştı. Gülfem Hatun, belki mürşidimi görürüm, ümidiyle paravanın hemen önüne oturmuştu. Şimdi gözlerini kapayıp mürşidini bir nur olarak tahayyül ediyor. Rüyasını anlatıyor. Bir an, dayanamayıp rüyasını mürşidinden evvel İslim Hatun’a anlattığı için mahcup oluyor. Özür diliyor. Acziyetini bildiriyor. Sonra mürşidini selamlayıp nemli gözlerini aralıyor. Şeyh Efendi neredeyse gelir.
Odaya Şeyh Efendi’den evvel nergis kokuları geliyor. Dervişan güzelim rayiha ile mest oluyor. Ardından silkeleniyorlar. Kendilerine çeki düzen veriyorlar. Biraz sonra mürşitleri Sami Efendi haneyi teşrif ediyor. Her akşam üç meseleye değinir. Bu üç mesele bazen üç dervişin derdine bazen yalnız birinin derdine deva olur. Bazen hepsi üstüne alınır. Zaman olur ki, hazret bunu benim için anlattı, diyenler çıkar. Zaman olur ki dertli derdinden haberdar bile değildir…
“Selamun aleyküm ve rahmetullahi ve barekatuhu.”
“Aleyküm selam ve rahmetullahi ve barekatuhu ebeden ve daimen.”
“Erenler, hatunlar… Hepinizi iyi gördüm Allah’a hamdolsun. Sohbetimize hoş gelmişsiniz. Allah sohbetimizi bereketli ve feyizli eylesin. Bizim Molla Yusuf geldi geçen. Biraz muhabbet ettik kendisiyle. İçinizden birisiyle yaşadığı ilginç hadiselerden bahsetti.” Cemaat merak içinde dinliyor, Molla Yusuf’un içlerinden kimle ve neyle ilgili mürşitleriyle görüştüğünü düşünüyorlar.
“Şimdi size bir isim vermeyeceğim. İsmi bilmek önemli değil. Misali bilmek önemli. Bizim Can Yusuf dedi ki bizim dervişlerden birisi, haşa, sanki onun düşüncelerini okurcasına ona dair her şeyi biliyormuş. Diyor ki, bir şeyi düşünüyorum, biliyor. ‘Bir şeyi dert ediniyorum, onun hakkında konuşuyor.’ Canlar! Bilirsiniz ki Allah’tan gayrı kimse bizim geçmişimizi, şimdimizi ve geleceğimizi bilemez. Geçmiş olup bittiği için ona dair bilgi edinmek bir şekilde mümkünse de iman etmişiz ki gaybı ancak Allah Azimü’ş-şan bilir. Tabii Allah dilerse kimi kuluna gizli ilimleri açar. Manevî tasarruflarını bereketli kılar. Ancak şunu asla unutmamalıyız ki bizler ancak Allah’a kulluk için yaratıldık. Birinden bir hâl gördüğümüzde o hâli Allah’tan bileceğiz. Kuldan bilmeyeceğiz. Burada bizim için önemli olan sebepler bahsi. Bazen olur ki bir şey düşünürsün. Düşündüğün şey bir şekilde karşına çıkar, Allah tarafından. Bu bir insan olur, bir kitaptan bir cümle olur… Belki muhatabının da kendindeki hâlden haberi yok. Allah senin meselen için onu vesile kılıyor. O kişi sadece bir sebep. Kendinin de haberi yok. Senin ne düşündüğünü de bilmiyor… Böylesi meseleleri kafanıza çok takmanız, Allah muhafaza aklî rahatsızlıklara yol açar. Sebeplere sarılmalı. Ancak sebeplerden bir şey beklenmemeli. Her şeyi Allah’tan bilmeli.” Cemaatten her biri derdine çare bulmuşçasına hafiflediğini hissediyor. Mürşitlerini başlarıyla onaylıyorlar. Yolda incik boncuk çok olur. Bunlara takılmamak gerektiğini, yolda oyalanmanın devam etmeyi zorlaştırdığını her biri kendi fehmince tefekkür etmeye koyuluyorlar.
“Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem’in güzel sahabilerinden Ubade b. Samit anlatıyor: ‘Hazreti Peygambere biat ederken bize şunları söyledi: ‘Benim biatim şu hususları kapsar: Allah’a şirk koşmayın. Hırsızlık etmeyin. Zina yapmayın. Çocuklarınızı öldürmeyin. Kimseye (özellikle zina isnadıyla) iftira etmeyin. Marufta bana isyan etmeyin. Sizden kim bu konuda verdiği sözünü tutarsa onun ücreti Allah’a aittir. Kim de bunlardan bazılarına bulaşırsa; eğer dünyada bunun karşılığını / cezasını görürse, bu onun için kefaret ve temize çıkarma olur. Allah kimin (işlediği suçu) açığa vurmayıp gizli tutarsa (dolayısıyla dünyada cezasını çekmezse), bunun durumu Allah’a kalmıştır. Dilerse (ahirette) onu cezalandırır, dilerse affeder.’ Canlar! Efendimizin bu hadis-i şerifi sahîhayndan Buhârî’nin Câmi’üs Sahih’inde yer alıyor. Dünya bir imtihan yurdudur. Kullar çeşitli imtihanlara ve musibetlere düçar olurlar. Şunu unutmamalıyız ki bizler elimizden geldiğince Allah’ın kitabına ve pak resulünün sünnetine sıkı sıkıya tutunmalıyız. Aman ha, şeriattan ayrılmamalıyız. Bu yolun başı edeptir. Edebe bir kere riayetsizlik oldu mu artık onun bir sonu gelmez. Şeytan ilahilane kendine bir açık kapı buldu mu daha da vesvesesinin, fitnesinin sonu gelmez. Edep elden gitti mi şeriat ardı sıra gider hafazanallah. Biz dikkat edeceğiz inşallah. İşte biz bu dünyada çeşitli imtihanlar ile imtihan olunuyoruz. Tekebbür Allah’a mahsustur. Ne kadar dikkat etsek de imtihanlarda zorluk yaşayabilir, bazen günaha dahi düşebiliriz. Biz günah işlemeyen kullar olsaydık Allah bizi helak eder, yerimize günah işleyip ardından tövbe edecek kullar yaratırdı. Allah’tan ümidimizi kesmeyeceğiz. Tövbe edeceğiz. Tövbe edenleri seveceğiz. Günahkâra değil günaha düşman olacağız. Kendi günahımızı da kardeşlerimizin günahını da örteceğiz. Tövbe eden hiç günah işlememiş gibi olmuyor mu? O hâlde tövbe edenin günahlarını hatırlamayacağız. Mesela Gülfem Hatun veya Derviş Kerem veya Molla Suat veya sizden herhangi biriniz şimdi Allah’a samimi tövbe etseler hepimizden daha temiz olurlar. Allah’a buradaki herkesten daha yakın olurlar. Hiç günah işlememiş gibi olurlar. İşte tövbe böyle bir şey canlar…” Cemaat az evvelki hafifliğin üstüne hafif bir yük yüklenmiş gibi oldular. Kendilerini sorguya çekmeye koyuldular. Acaba Allah’a samimi bir şekilde tövbe ediyorlar mıydı? Acaba kardeşlerinin günahlarını örtüyorlar mıydı? Acaba günahkâra muamelenin adabına riayet ediyorlar mıydı? Onlar kendi içlerinde böylece düşünürken Gülfem Hatun’un gözyaşları sel misali akıyordu.
“Canlar, insan insana aynadır. Bir kardeşinizde gördüğünüz hâl sizin hâlinizden haber verir. İyi de görseniz kötü de görseniz, o iyi ve kötü size aittir. Bir de bakmakla görmek aynı değildir. Birine baktığında ona dair ne görüyorsun? Görmek meşakkatli iştir. Bakmak gibi olup bitmez. Bakınca tortu görürsün, iz görürsün, fazlalık görürsün. Görmek için bakarsan mâna görürsün, derinlik görürsün, hüsün görürsün. Muhatabın senin aynandır. Aynayı kırmamak gerek. Aynayı kırdın mı ne olur? Artık kendini nasıl göreceksin?” Cemaat bu son meseleye pek akıl sır erdiremese de az çok herkesin kendince bir hissesi olmuştu. İçlerinden biriyse derdine derman bulmuştu. Derviş Nuaym gün boyu boynu bükük dururken bir sırra vakıf olmuş gibi bilinçsizce başını kaldırıp kadınlar mahfiline çevirdi.
Devam edecek…
Hasna Para
12 Yorum