Evliyanın Gör Dediği

Metin Eloğlu’na

(Birinci Kısım)

I.

Sami Efendi Dergâhında sıradan bir gün. Derviş Nuaym helaların temizliğini az evvel bitirdi. Birazdan dergâh kapısının önüne dizilen odunların yarısını kadınlar tarafına götürmek üzere odasından ayrılacak. Camekânlı kitaplığa yansıyan görüntüsüne bakarak üstünü başını yoklayıp hırkasını üzerine geçiriyor. Hava soğuk. Takkenin üzerine bir kat daha dolamalı. Ama mütekebbir bir izlenim vermekten Allah’a sığınıyor. Üşümek pek mühim değil, diye düşünüyor. Mürşidimi düşünür ısıtırım içimi. Sonra kendi kendine kızıyor. Demek ki mürşidini düşünmeni gerektirecek kadar gâfil kaldın ondan. A benim zalim nefsim!

Odunları üçer beşer el arabasına diziyor. Yunus Hazret’in menkıbesi düşüyor her gün bu işi yaparken hatırına. Odunların en düzgün olanlarını seçmeli, diye geçiriyor içinden. “Bir karara tuttum karar / Benim sırrıma kim erer / Gözsüz beni nerde görer / Gönüllere giren benem”

Kadınlar tarafına ulaşınca soluklanmadan odunları indiriyor. O sıra kadınlar dergâhının kapısı açılıyor. Ellerinde güğümlerle çıkan Gülfem Hatun. Bir anlık göz göze geliyorlar amma Derviş Nuaym bakışlarını ötelere dikiyor. Derviş Nuaym sen misin, diye soruyor Gülfem Hatun. Şaşırıp bocalıyor Derviş Nuaym, hiç beklenmedik bu soru karşısında. Bu hatun beni nereden tanır, diye geçiriyor içinden. “Ben bilmem!” diye çıkışıyor kadına. Mürşidinden “ben bilmem” zikri almış değil Derviş Nuaym. Kendince doğrusunun bu olduğunu düşünüyor herhâlde. El arabasını orada bırakıp hızlıca ayrılıyor. Erkekler tarafında akşam yemeğinin konusu Derviş Nuaym oluyor. Kimsecikler bir hışım dergâha dönme sebebini bilmiyor. Üstelik el arabası nerede?

II.

Sami Efendi Dergâhında sıradan bir gün. Gülfem Hatun sabah namazını eda edip abdestli yattıktan sonra bir rüya ile tekrar uyanıyor. Rüyasında evli olup boşandığını görüyor. Kim ile evli olduğunu ve neden boşandığını bilmiyor. Rüyasında bir adam görüyor. Ama adamın yüzünü görmüyor. Sadece bir adam var, bunu biliyor. Adam da evlenmiş ve boşanmış. Bir de birtakım insanlar var rüyasında. Onların da yüzünü görmüyor. Sadece o adamla kendi arasını yapmaya çalıştıklarını biliyor. Onlara, “Ben evlendim boşandım amma bakireyim.” diyor Gülfem Hatun. Rüyanın tam burasında gözlerini açıveriyor. Ne hissettiğini anlamaya çalışıyor. Çünkü rüyanın, anlamını hissiyle verdiğini biliyor. Eğer bir insan bir rüya gördükten sonra sıkıntılı bir hisle uyanırsa rüya genelde şer, güzel hislerle uyanırsa rüya genelde hayır çıkar.

Ben bekâr iken böyle bir rüya görmemin hikmeti ne ola, diye geçiriyor içinden. Hazırlanıp İslim Hatun’un odasına gidiyor. Kahvaltıya daha vakit varken Gülfem Hatun’un ayaklanmış olmasına şaşıyor İslim Hatun. Ziyaret maksadını soruyor. Gülfem Hatun, İslim Hatun’un ellerine yapışıyor. Sana bir rüya anlatmam lâzım, diyerek kadını içeri sürüyor. Kapıyı kapatıp diz çöküyor olduğu yere. Rüyasını tüm ayrıntısıyla anlatıyor.

İslim Hatun kendinden emin yormaya başlıyor.

“Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım. Allah hatadan ve yanılmadan sakındırsın. Neye yorarsam yorayım hayırlısını versin.”

“Âmin İslim Hatun. De hele nece bir rüyadır gördüğüm?”

“Allah kadını erkeğiyle birlikte yaratmıştır. Bu dünyada kimisi birbirini bulur, kimisi bulamaz. Allah kimi kimin nasibi kıldıysa elbette yolları kesişecektir. Hele Yüce Rabbim bu dünyada kavuşmalarını murat buyurduysa bu mutlaka gerçekleşecektir. Amma insan çeşit çeşit imtihanlar yaşar. Bazen insanın karşısına biri çıkar. Nasibinin o olduğunu düşünür. Belki iş ciddiye bile biner. Söz, düğün vesaire olur. Ama Allah o ikisini birbirine yazmadıysa eğer imkânı yok onlar bir araya gelemez. İşte… Sen hayatında nasıl imtihanlar yaşadın bilmem. Ama Allah’ın nasibine yazdığı o kişiyle hayatının bir yerinde yollarınız ayrılmış. Senin yolun ondan, onun yolu senden ayrı düşmüş. Ne var ki Allah merhamet sahibidir. İnşaallah sizin yollarınız tekrar kesişecek. Sen bu âlemde değilse de melekût âleminde ondan boşanmıştın. O da senden boşanmıştı. Ama Allah sizi tekrar bir araya getirecek inşallah. Allah Rahman’dır, Rahim’dir… Bekâr kadının rüyasında boşandığını görmesi yakın zamanda evleneceğine işaret eder aynı zamanda. Senin evlenip boşandıktan sonra gene de bakire olduğunu görmen Allah katındaki kıymetini gösteriyor. Ve eğer nasibindeki kişiyle evvelde yollarınızın ayrılması senin bir kusurun sebebiyleyse Allah’ın sana mağfiret ettiği anlamına geliyor. Rüyada bir topluluğun sizin aranızı bulmaya çalışması, evvelde bazı zorluklar yaşamış olsan da bu işin kolaylaştırılarak, ilahî rahmetle vuku bulacağına işaret ediyor. Allah hayırlı, güzel ve kolay olanını nasip etsin.”

Bir âmin dökülüyor Gülfem Hatun’un dudaklarından. Rüyasının yorumuna epey şaşırıyor. İslim Hatun’a teşekkür edip helallik aldıktan sonra odasına dönüyor. Secdeye kapanıp ağlamaya başlıyor. Affedilmez günahlarının olduğunu düşünüyor. Allah’ın tüm günahları affedecek kadar merhametli olduğunu… Günahlarının çokluğunu ve büyüklüğünü…. Sonra Allah’ın büyüklüğünü ve rahmetinin çokluğunu düşünüyor. Yarı ağlar vaziyette secdede uyuyakalıyor. Bir müddet o hâlde kaldıktan sonra gün ışığının yüzüne vurmasıyla “eyvah!” diyerek kalkıyor. Öğlen ezanı okunmadan çeşmeden su doldurması gerektiğini hatırlıyor. Avluya çıkıyor alelacele. Duvar dibinde duran güğümleri alıyor. Kapıyı itip çıkıyor. O sıra kapı önünde odun indiren Derviş Nuaym ile göz göze geliyorlar. Hemen bakışlarını çarıklarına indiriyor. Dervişi tanımazken, nedense, Derviş Nuaym sen misin, diye soruveriyor. Kendisi de sorduğu soruya şaşırıyor. Derviş biraz sonra “Ben bilmem!” diye çıkışıyor. Derviş Nuaym atlı kovalar gibi uzaklaşınca kapının önünü kapatan odun yığınlarının üstünden atlayarak geçiyor Gülfem Hatun. Ne yabani adam, diye düşünürken çeşmenin yolunu tutuyor.

III.

Sami Efendi Dergâhında sıradan bir akşam. Akşam namazını cemaatle eda eden dervişan akşam yemeği sonrası Şeyh Efendi’nin sohbeti için toplanıyorlar. Derviş Nuaym ilk saftaki yerini alıyor. Gün boyu Derviş Nuaym’ı göremeyen dervişler nihayet onu görebildiklerine seviniyorlar. Hasta olup olmadığını soruyorlar. Derviş Nuaym gelen soruları tek kelime cevap vermeden elini göğsünün üstüne koyarak karşılıyor. Acaba Derviş Nuaym Allah’a “sus orucu” mu adadı? Cemaat bu hâle bir anlam veremiyor. Hepsi edep üzere oturup mürşitlerinin teşrifini bekliyorlar.

Bu sırada kadınlar mahfilinde de tüm dervişan yerini almıştı. Gülfem Hatun, belki mürşidimi görürüm, ümidiyle paravanın hemen önüne oturmuştu. Şimdi gözlerini kapayıp mürşidini bir nur olarak tahayyül ediyor. Rüyasını anlatıyor. Bir an, dayanamayıp rüyasını mürşidinden evvel İslim Hatun’a anlattığı için mahcup oluyor. Özür diliyor. Acziyetini bildiriyor. Sonra mürşidini selamlayıp nemli gözlerini aralıyor. Şeyh Efendi neredeyse gelir.

Odaya Şeyh Efendi’den evvel nergis kokuları geliyor. Dervişan güzelim rayiha ile mest oluyor. Ardından silkeleniyorlar. Kendilerine çeki düzen veriyorlar. Biraz sonra mürşitleri Sami Efendi haneyi teşrif ediyor. Her akşam üç meseleye değinir. Bu üç mesele bazen üç dervişin derdine bazen yalnız birinin derdine deva olur. Bazen hepsi üstüne alınır. Zaman olur ki, hazret bunu benim için anlattı, diyenler çıkar. Zaman olur ki dertli derdinden haberdar bile değildir…

“Selamun aleyküm ve rahmetullahi ve barekatuhu.”

“Aleyküm selam ve rahmetullahi ve barekatuhu ebeden ve daimen.”

“Erenler, hatunlar… Hepinizi iyi gördüm Allah’a hamdolsun. Sohbetimize hoş gelmişsiniz. Allah sohbetimizi bereketli ve feyizli eylesin. Bizim Molla Yusuf geldi geçen. Biraz muhabbet ettik kendisiyle. İçinizden birisiyle yaşadığı ilginç hadiselerden bahsetti.” Cemaat merak içinde dinliyor, Molla Yusuf’un içlerinden kimle ve neyle ilgili mürşitleriyle görüştüğünü düşünüyorlar.

“Şimdi size bir isim vermeyeceğim. İsmi bilmek önemli değil. Misali bilmek önemli. Bizim Can Yusuf dedi ki bizim dervişlerden birisi, haşa, sanki onun düşüncelerini okurcasına ona dair her şeyi biliyormuş. Diyor ki, bir şeyi düşünüyorum, biliyor. ‘Bir şeyi dert ediniyorum, onun hakkında konuşuyor.’ Canlar! Bilirsiniz ki Allah’tan gayrı kimse bizim geçmişimizi, şimdimizi ve geleceğimizi bilemez. Geçmiş olup bittiği için ona dair bilgi edinmek bir şekilde mümkünse de iman etmişiz ki gaybı ancak Allah Azimü’ş-şan bilir. Tabii Allah dilerse kimi kuluna gizli ilimleri açar. Manevî tasarruflarını bereketli kılar. Ancak şunu asla unutmamalıyız ki bizler ancak Allah’a kulluk için yaratıldık. Birinden bir hâl gördüğümüzde o hâli Allah’tan bileceğiz. Kuldan bilmeyeceğiz. Burada bizim için önemli olan sebepler bahsi. Bazen olur ki bir şey düşünürsün. Düşündüğün şey bir şekilde karşına çıkar, Allah tarafından. Bu bir insan olur, bir kitaptan bir cümle olur… Belki muhatabının da kendindeki hâlden haberi yok. Allah senin meselen için onu vesile kılıyor. O kişi sadece bir sebep. Kendinin de haberi yok. Senin ne düşündüğünü de bilmiyor… Böylesi meseleleri kafanıza çok takmanız, Allah muhafaza aklî rahatsızlıklara yol açar. Sebeplere sarılmalı. Ancak sebeplerden bir şey beklenmemeli. Her şeyi Allah’tan bilmeli.” Cemaatten her biri derdine çare bulmuşçasına hafiflediğini hissediyor. Mürşitlerini başlarıyla onaylıyorlar. Yolda incik boncuk çok olur. Bunlara takılmamak gerektiğini, yolda oyalanmanın devam etmeyi zorlaştırdığını her biri kendi fehmince tefekkür etmeye koyuluyorlar.

“Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem’in güzel sahabilerinden Ubade b. Samit anlatıyor: ‘Hazreti Peygambere biat ederken bize şunları söyledi: ‘Benim biatim şu hususları kapsar: Allah’a şirk koşmayın. Hırsızlık etmeyin. Zina yapmayın. Çocuklarınızı öldürmeyin. Kimseye (özellikle zina isnadıyla) iftira etmeyin. Marufta bana isyan etmeyin. Sizden kim bu konuda verdiği sözünü tutarsa onun ücreti Allah’a aittir. Kim de bunlardan bazılarına bulaşırsa; eğer dünyada bunun karşılığını / cezasını görürse, bu onun için kefaret ve temize çıkarma olur. Allah kimin (işlediği suçu) açığa vurmayıp gizli tutarsa (dolayısıyla dünyada cezasını çekmezse), bunun durumu Allah’a kalmıştır. Dilerse (ahirette) onu cezalandırır, dilerse affeder.’ Canlar! Efendimizin bu hadis-i şerifi sahîhayndan Buhârî’nin Câmi’üs Sahih’inde yer alıyor. Dünya bir imtihan yurdudur. Kullar çeşitli imtihanlara ve musibetlere düçar olurlar. Şunu unutmamalıyız ki bizler elimizden geldiğince Allah’ın kitabına ve pak resulünün sünnetine sıkı sıkıya tutunmalıyız. Aman ha, şeriattan ayrılmamalıyız. Bu yolun başı edeptir. Edebe bir kere riayetsizlik oldu mu artık onun bir sonu gelmez. Şeytan ilahilane kendine bir açık kapı buldu mu daha da vesvesesinin, fitnesinin sonu gelmez. Edep elden gitti mi şeriat ardı sıra gider hafazanallah. Biz dikkat edeceğiz inşallah. İşte biz bu dünyada çeşitli imtihanlar ile imtihan olunuyoruz. Tekebbür Allah’a mahsustur. Ne kadar dikkat etsek de imtihanlarda zorluk yaşayabilir, bazen günaha dahi düşebiliriz. Biz günah işlemeyen kullar olsaydık Allah bizi helak eder, yerimize günah işleyip ardından tövbe edecek kullar yaratırdı. Allah’tan ümidimizi kesmeyeceğiz. Tövbe edeceğiz. Tövbe edenleri seveceğiz. Günahkâra değil günaha düşman olacağız. Kendi günahımızı da kardeşlerimizin günahını da örteceğiz. Tövbe eden hiç günah işlememiş gibi olmuyor mu? O hâlde tövbe edenin günahlarını hatırlamayacağız. Mesela Gülfem Hatun veya Derviş Kerem veya Molla Suat veya sizden herhangi biriniz şimdi Allah’a samimi tövbe etseler hepimizden daha temiz olurlar. Allah’a buradaki herkesten daha yakın olurlar. Hiç günah işlememiş gibi olurlar. İşte tövbe böyle bir şey canlar…” Cemaat az evvelki hafifliğin üstüne hafif bir yük yüklenmiş gibi oldular. Kendilerini sorguya çekmeye koyuldular. Acaba Allah’a samimi bir şekilde tövbe ediyorlar mıydı? Acaba kardeşlerinin günahlarını örtüyorlar mıydı? Acaba günahkâra muamelenin adabına riayet ediyorlar mıydı? Onlar kendi içlerinde böylece düşünürken Gülfem Hatun’un gözyaşları sel misali akıyordu.

“Canlar, insan insana aynadır. Bir kardeşinizde gördüğünüz hâl sizin hâlinizden haber verir. İyi de görseniz kötü de görseniz, o iyi ve kötü size aittir. Bir de bakmakla görmek aynı değildir. Birine baktığında ona dair ne görüyorsun? Görmek meşakkatli iştir. Bakmak gibi olup bitmez. Bakınca tortu görürsün, iz görürsün, fazlalık görürsün. Görmek için bakarsan mâna görürsün, derinlik görürsün, hüsün görürsün. Muhatabın senin aynandır. Aynayı kırmamak gerek. Aynayı kırdın mı ne olur? Artık kendini nasıl göreceksin?” Cemaat bu son meseleye pek akıl sır erdiremese de az çok herkesin kendince bir hissesi olmuştu. İçlerinden biriyse derdine derman bulmuştu. Derviş Nuaym gün boyu boynu bükük dururken bir sırra vakıf olmuş gibi bilinçsizce başını kaldırıp kadınlar mahfiline çevirdi.

Devam edecek…

Hasna Para

 

DİĞER YAZILAR

12 Yorum

  • خيرالله , 15/04/2023

    harbiden güzel hikaye

  • Elif Selçuk , 15/04/2023

    Öncelikle üzgün olduğumu bilmenizi isterim. Konu siz değilsiniz. Konu ortaya koyduğunuz ürün. Sizi nereden ve neden tanıyayım. Kaleme aldığınız bir iki metni okudum, o kadar. “siz yazdıklarınızla ne anlatmak istiyorsanız aslında o değilsiniz” demek istemedim. Ortaya koyduğunuz metinde bir bütünlük göremediğimi anlattım.
    Türkçe’nin imkanları çok geniş. Örneğin bir insanın ölümünü anlatmak için göçtü dersiniz, alem değiştirdi dersiniz, rahmeti rahmana kavuştu dersiniz, hakka yürüdü dersiniz.
    Sizin metninizde bulunan sığlık ise bence şudur, tasavvufî bir eğilimle yazılan metinde kahramanın Allah katında değerli oluşunu, evlenmesine rağmen bakire olması gibi bir sebebe dayandırıyorsunuz. Bunu yukarıda saydığım imkanlardan faydalanmaya ihtiyaç duymadan yapıyorsunuz. Belirgin hale getirerek, okuyan herkesin ayırdına varmasını sağlayarak altını çiziyorsunuz. Sözün gerektirdiği gibi bir eyleme bürünmemiş olmak bu. Zira metnin alt taraflarında dini bir öğreti söz konusu.
    Tüfek bahsi benim için gayet yerli yerinde. Kullanmakta bir sakınca görmedim.
    Ortaya her ürün koyan yazar oluyorsa sizin huzurunuzda, “Sadece Şeyma” kitabını ortaya koyan hanım çok sattığı için iyi bir yazar olarak nitelendirilebilir.
    Teknik meseleler hakkında, ürünü okuyan konuşamaz mı, yorum yapamaz mı? Ki insan bir şey kaleme almasa bile yeterli okuma seviyesine ve birikimine geldiği zaman tekniğe de hakim olur.
    Örneğin kullanmaya çalıştığınız çok katmanlı anlatım oturmamış. Belki biraz daha üstünde çalışabilirdiniz. Bu öykünün yayımlanmış olması kusursuz olduğu anlamına gelmiyor.
    Matbu dergiler niteliksiz metin/ürünlerle dolu ne yazık ki. Hepsini iyi olarak göremeyiz.
    Ben sizin şahsınızı eleştirmedim. Siz gelen eleştirilere cevap verirken metninizi savunmak yerine kendinizi savunuyorsunuz.
    Ben size yemek tuzlu olmuş diyorum. Siz bana ama ben tuzun tarihini biliyorum, yapısını, özelliklerini biliyorum, bileşiğini biliyorum diye yanıt veriyorsunuz.
    Daha önce tuzu elementlerine defalarca ayırmış da olabilirsiniz. Harika dergilerde harika işler de ortaya koymuş olabilirsiniz, harika şeyler biliyor olabilirsiniz.
    Bu sürekli harika devam edeceği anlamına gelmiyor benim için.
    Bu öykü benim fikrime idrak seviyeme ve bakış açıma göre üzerinde çalışılması gerekilen, didaktik tarafları törpülenmesi gerekilen, ön plana çıkan duygu ve düşüncelerin perdelenmesi gerekilen bir öykü.
    hikâyeden lezzet almadım netice olarak ve bunun sizin şahsınızla zerre ilgisi yok. Zayıf bir kurgu. Hatalı bir anlatım. Yayınlanması olmuş olduğu anlamına gelmiyor.
    Ortaya koyduğunuz ürüne yapılan eleştirileri şahsınıza yapılmış hakaret gibi algılarsanız yorulursunuz.
    Bir öneri, belki bu tarzda verilen eserleri değil de onlara yapılan eleştirileri okumalısınız. Çok güzel öykü eleştirileri var.

    • hasna , 15/04/2023

      metinle ilgili eleştirileriniz olabilir. bunlar yerinde eleştiriler de olabilir.
      önemli olan bunları nasıl ifade ettiğiniz. ben metinle ilgili eleştirileri şahsi eleştiri olarak algılamıyorum. metinle ilgili eleştirilerinize de cevap vermedim zaten.

      aşağıda alıntıladığım,

      “Kalemimizden, gönlümüzden, ağzımızdan çıkan söz ve sözün gerektirdiği gibi eyleme bürünmek ayrılmaz ikilidir.”

      “Aslolan hikâye, muhatabını bulduğu zaman eyleme dönüşür.
      Kaleme alanın kendisini yazar, lütfedip zaman ayırıp, anlamaya çalışıp okuyanı da okur diye ayırdığı hiç bir şey muhatabını bulamaz. Hikâyenin aslolması için hepimizin içinde olmamız lazım.”

      “İnsan iddiasından vurulur arkadaşlar. Kesin bilgi, yayalım.”

      “Tüfek bu kez de patlamamış.”

      ifadelerinize yanıt verdim. bu ifadelerinizin de metnimle bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum.

      ben eleştiriye gelemez biri değilim. geçen yıldan beri öykülerim yayımlanıyor ve onlara da eleştiriler geldi. hepsi de metne yönelik eleştiriler. arkadaşlarıma hatta bazen editörüme de soruyorum eleştirileri. eşleştirilere cevap vermemem onları görmezden geldiğim anlamına gelmiyor. tüm yapıcı eleştiriler üzerine düşünüyorum. sizin metinle ilgili doğru tespitleriniz olabilir, ne yazık ki üslubunuz, bunları ifade etme biçiminiz yorumlarınızı görünmez kılmış. metne yönelik söylemlerinizin yanında metinle ilgili olmayan şahsi söylemleriniz bunları gölgelemiş.

      ben teknik yönüyle ilgili yorum yapılamaz demedim. teknik yönle ilgili yorumların cevap verilebilir bir yanı vardır. ben şunu yaptım, bunu düşünüyorum, şöyle kurguladım gibi ifadelerle kendimi açıklayabilirim. bunun dışında kalan eleştiriler, örneğin ben hikâyeden şunu anladım, beğendim veya beğenmedim olmuş veya olmamış gibi eleştiriler cevap vermemi gerektirecek eleştiriler değil. güzel bir şekilde ifade edildiyse bu eleştiriler üzerine düşünürüm ve bir sonraki eserler için göz önünde bulundururum. “İthal Mitrailleuse” da teknik yönüyle ilgili bir eleştiri yapmış. yerinde ve muhatabının ne niyetini okur gibi ne de şahsına yönelik bir şeyler söyleyen bir eleştiri olmuş. gece üçe doğru sahur için kalktığımda kendisinin yorumunu gördüm ve teşekkürümü ilettim. uykulu olmasam daha ayrıntılı bir dönüş yapabilirdim çünkü yorumu olumsuz olmasına rağmen gece boyunca mutlu olmama sebep oldu.

      yunus emre dizisiyle ilgili bir yorum da gelmiş. bu da olumsuz bir yorum. bu yorum beni tebessüm ettirdi. yaşadığımız çağda çokça rastladığımız popüler kültür ürünleri elbette beni etkilemiş olabilir. bunun üzerine düşündüm. ve bundan sonra bu nevi tuzaklardan korunmak için neler yapabilirim’in peşine düştüm.

      benim zikrettiğim ifadelerden ben çok iyi bir yazarım ve şimdiye kadar harika işler yaptım anlamını çıkardıysanız okuduğunuzu anlamıyorsunuz. çünkü o ifadelerle kendim için “yazar” ifadesini kullanma gerekçemi belirttim. hatta sonrasında da ekledim. benim için uygun görülür ve “iyi yazar, vasat yazar veya kötü yazar” ifadeleri kullanılabilir. yazdığım için kendimi yazar olarak tanımlamanın abes olmadığını, iyi bir yazar mıyım ileride olur muyum bunun okuyucunun takdiri olduğunu belirttim. metnim de yayımlandığı için kusursuz gibi bir ifade kullanmadım, anlamak istediğiniz gibi anlıyorsunuz.

      eleştiri yapıcı olmalıdır diye düşünüyorum. eleştirinin de bir yordamı vardır. belki farkında değilsiniz, üslubunuzun kavgacı bir yanı var. ve ben de evvelde yaptığınız yorumunuz için düşüncelerimi belirttim. benim ifadelerim de bir nevi eleştiri ve güzel bir üslupla dile getirdiğimi düşünüyorum. lakin önemsemiş gözükmüyorsunuz.

      merak etmeyin eleştiri yazıları okuyorum. ve bu metnim olsun önceki öykülerim olsun onlara sadece siteden değil özelden de eleştiriler geliyor. eleştiri yapan kişilerle konuşuyoruz. çok sert eleştiriler de aldım, hepsi de doğrudan metinle ilgiliydi ve güzel bir üslupla dile getirilmişti. ben de bu güzel eleştirilere güzelce karşılık verdim.

  • İthal Mitrailleuse , 15/04/2023

    Metinde yüzün üzerinde “yor” eki alan kelime var. Control+f ile sayılabilir. Yor, yor, yor, yor, yoruyor bu metin. İşçilik yok denecek kadar az. Yazacağı diğer metinlerin üzerinde daha dikkatli durması gerekir kardeşimizin. Dır, dir, yor, mor tekrarları ancak ortaokul edebiyatında geçerli olabilir. Yazar, eleştirileri kendi içinde dönüştürebilirse kalemine güç katar. Unutmamalı ki okurdan gelen her eleştiri önemli bir sermayedir.

    • hasna , 15/04/2023

      teşekkür ediyorum.

  • Elif Selçuk , 14/04/2023

    Kalemimizden, gönlümüzden, ağzımızdan çıkan söz ve sözün gerektirdiği gibi eyleme bürünmek ayrılmaz ikilidir.
    Metin eğer kurmaca ise olmamış. Yazının işlevi görevini yerine getirmemiş. Bende çok didaktik buldum. Gereksiz yere öne çıkarılmaya çalışılan kısımların mekanik çabası okurken insanı rahatsız ediyor.
    Gereksiz detaylar var.
    Kaleme alan sanki kendi rüyasını anlatıyor. Ya da sanki kendi yüzmek istediği denizi gösteriyor.
    Kaleme alan diyorum çünkü üstadların çoğu kendini kalem ya da yazı işçisi olarak tanıtır. Yazarlık gibi bir iddiaları yoktur.
    Keşke öykü yerine başka bir tarzda yazılıp, verilmek istenen mesaj direkt olarak verilseymiş. Çünkü bu şekilde sanki şeyhin konuştuğu kısımlara gelebilmek için değil de, diğer kısımları anlatmak için araya bir şeyh sıkıştırılmış gibi bir izlenim verdi bana. Bu ilk bölümden anladığım kadarıyla, Gülfem ve Nuaym bu öykünün asıl kahramanları diğer her ayrıntı sadece süs. Şeyh de dahil. İşte bu yüzden de olmamış.
    Mürşit sohbetinde bulunmadım. Böyle midir değil midir bilmem ama bu tarzın esinlendiği ve başarılı olan başka öykülerde böyle bir rahatsızlık duymamıştım.
    Aslolan hikâye, muhatabını bulduğu zaman eyleme dönüşür.
    Kaleme alanın kendisini yazar, lütfedip zaman ayırıp, anlamaya çalışıp okuyanı da okur diye ayırdığı hiç bir şey muhatabını bulamaz. Hikâyenin aslolması için hepimizin içinde olmamız lazım.
    İnsan iddiasından vurulur arkadaşlar. Kesin bilgi, yayalım.
    Tüfek bu kez de patlamamış.

    • hasna , 14/04/2023

      merhaba,
      madem herkes istediği gibi yorum yapabiliyor bana da cevap verme hakkı düşüyor. bunu eleştiriye gelememek olarak anlamazsanız size de cevap vermek isterim.

      öncelikle girişte söz ve eylem bahsini dile getiriyorsunuz. buradan kastettiğinizi doğru anladıysam siz yazdıklarınızla ne anlatmak istiyorsanız aslında o değilsiniz demeye getiriyorsunuz. yanlış anladıysam beni düzeltebilirsiniz. (eğer öyleyse beni nereden tanıyorsunuz da bu şekilde düşündünüz? veya ne size bunu düşündürdü?)

      bunun dışında geçmişte başka bir öykü için kullandığım esprili bir ifadeyi, “tüfek” bahsini dile getirerek “tüfek bu kez de patlamamış” diyorsunuz. burada hem eski bir bahsi kullanarak taş atıyorsunuz kendinizce, hem de benim özel bir anlamda kullandığım ifadeyi yersiz bir şekilde kullanmanız söz konusu.

      ben öykü yazıyorum. öykücü ve yazar ifadelerini kendim için kullanmakta bir beis görmüyorum. eserlerim bir değer görüyor ve yayımlanıyor. öykü için emek ve zaman veriyorum. kendimi geliştirmek için gayret ediyorum. zaman zaman bu işten telif alabiliyorum. bir kitap projesi oldu mu teklif alabiliyorum. öykü dışında inceleme türünde çalışmalarım oldu. bir dönem online bir site için söyleşiler hazırladım. bu söyleşiler daha sonra kitaplaştı. tashih tecrübem bulunuyor. yazı emekçisi olduğumu düşünüyorum. burada tartışılması gereken benim yazar olup olmamam değil. muhatap, okur ve eleştirmen kendince uygun görür ve iyi yazar, vasat yazar veya kötü yazar diyebilir benim için. kendimi yazar olarak tanımlamanın kibir olduğunu düşünmüyorum.
      öykümü okuyanlar da benim okurumdur. okurlarım arasında yazar olan, eleştirmen olan, edebiyatla ilgilenen kimseler olabilir. arkadaşlarım da var aralarında. onların okur olduğunu söylememin de kibir olduğunu düşünmüyorum. öykü yazıyorum ve okurum da aynı zamanda. başka yazarların da ben okuruyum. ben olaya böyle bakıyorum. bu olayı romantize etmek yahut kelimelere çeşitli anlamlar yüklemek bana göre değil. bu benim fikrim.

      son olarak iddiasından vurulma meselesini de anlamadım. herhangi bir iddia ortaya atıp sonra iddiamdan vurulduğumu düşünmüyorum. siz metinden çok beni eleştirmek istemişsiniz sanki.

      öykümün yine didaktik olduğunu düşünmüyorum.
      diğer yorumlarınız içinse bir şey demeyeceğim. sizin fikriniz. o şekilde anlamışsınız. herkes farklı şeyler anlayabilir. kimisi beğenir kimisi beğenmez. “metnin didaktik oluşu” işin teknik yönü olduğu için öyle olduğunu düşünmüyorum şeklinde belirttim. bunun dışında türkçe bildiğimi düşünüyorum ve üslubun da önemli olduğuna inanıyorum. kesin yargılar (metin şunun için yazılmış, siz şunu demek istemişsiniz ve benzeri) söz konusu olduğunda da cevap hakkım olduğunu düşünüyorum. bunun da eleştiri karşıtı olmakla bağdaştırılmasını anlamsız buluyorum. teknik meseleler dışındaki eleştiriler okuyanın fikridir, idrak seviyesiyle ve bakış açısıyla ilgilidir. hikâyeden lezzet alıp almaması, beğenip beğenmemesiyle ilgilidir. saygı duyuyorum.

      hikâyeyle ilgili yorumlarınız için teşekkür ediyorum.
      selâmlar…

  • Yunus Emre Dizisi.fr , 13/04/2023

    Sulhi abi ben Fransa’dan geldim, şimdi size ney çalcam.

  • Yılmazer , 13/04/2023

    sayın hasna,
    Aslında yorumum bir hükümden çok eleştiriydi. İlk olarak metninizi, sonra benim yorumumu sonra kendi didaktik cevabınızı objektif olarak tekrar okursanız ne demek istediğimi anlayacaksınız diye umuyorum.
    Gönüllere iyi gelme niyetinizi anlayabiliyorum, her yazar bir sonuca ulaşmak, kendi yaşadığı inanç ve öğretiyi okurun düşünce dünyasına kazandırmak ister son tahlilde. Bu gayet tabii.

    Eleştirimi şu şekilde yeniden dile getireyim;
    Sohbetlerinde bulunduğum hiçbir hazretin bu kadar konuştuğunu, açıktan eğri odunu düzeltme gayesinde olduğunu görmedim.(Bu yalnızca tasavvuf dizisi olduğunu savunan dizilerde var.Bir de YouTube yayını yapan hocaların sohbetlerinde) Belki de bana denk gelmemiştir. Belki de nasibim yoktur.
    Dediğiniz gibi kurgu bir metin. Okuduğum zaman, bir dervişi bir hatunla zoraki bir araya getirme çabasında olan bir metin. Tasavvufî kaygılarla yazılmış başka metinlerde yer alan klişe bir konu tercih edilmiş. Bir taraftan romantizme göz kırparken diğer taraftan tasavvufi öğretilere yer veriliyor.
    İslâmî romantizm bir bitmedi. (Bu yorumum genel.)
    Şeyh konuştuğu zamanlarda ise didaktik bir yapıya bürünmüş metin.
    Tek bir kısmı işaret etmedim. Metnin genelinde açıktan verilen onlarca mesaj var. Ya genel olarak okuyucuya ya da özel olarak tek bir insana. Her cümle kendi görevini bağırıyor.
    Bir metin yayımlıyorsak eleştiriye açık olmamız gerektiğini düşünüyorum.
    Metinden çok daha fazla ders niteliğinde olan cevabınıza bu yüzden karşılık yazıyorum.
    Benim eleştirim hikâyede yazarın duygu ve düşüncelerinin aşikar olarak ön plana çıkmaması gerektiği yönünde. Hükmüm değil, eleştirim.
    Seveni beğeneni vardır elbet, ben böyle metinleri beğenemiyorum.
    Cevap için teşekkürler.
    Bundan sonraki metinlerinizde başarılar.

  • Yılmazer , 11/04/2023

    Yazarın kalemine sağlık. Bununla birlikte baştan sona ders vermek için yazılmış…her cümlesi bu metin bu cümle için yazıldı diye bağırıyor sanki. böyle konuları öyküleştirmek büyük bir üstadlık istiyor. Edebiyat ve ders vermeyi aynı kefeye koyamıyorum. İstiyorum ki metinde yatan gizli hazineyi biz bulalım. Yazar ders vermesin, okur ihtiyacı olan dersi arasın kendisi bulsun, nasibini alsın.

    • hasna , 11/04/2023

      sayın yılmazer,

      teşekkür ediyorum.

      cevap vermek niyetinde değildim ancak cevap vermemin daha uygun olacağına kanaat ettim.

      öncelikle kullandığınız ifade hüküm barındırıyor. öyküyü ders vermek için yazmadım. cümleleri ders niteliğinde kurgulamadım. yorumunuzun niyet okur gibi bir hâli var.

      her cümleyi bu metin için yazmadım. başka yazarları bilmem ama ben bir şeyleri aşılama niyetiyle yazan bir yazar değilim. yazdıklarım okuyanlarda çeşitli fikirler oluşturabilir, kendilerince yargıya da varabilirler. ancak bu durum tamamen okurla ilgili bir durum. okurun idrak seviyesi, hazır bulunuşluğu, fikir dünyası, inanç ve ideolojileri… tüm bunlar birer etken.

      öyküm kurmaca bir anlatı. anladığım kadarıyla sami efendi karakterinin cümleleri doğrultusunda bu sonuca ulaştınız. çünkü kalan diğer kısımdaki anlatıda didaktik bir öğe bulunmuyor.

      sami efendi’nin cümlelerini de ders vermek niyetiyle kurgulamadım. tasavvufî anlatılarda (tarihte kendine yer bulmuş olsun, kurgu olsun) şeyh, mürşid, hoca, alim gibi kimselerin ifade tarzlarına/üsluplarına benzer bir tarz uyguladım. günümüzde de herhangi bir aynı konumdaki şahsın sohbetinde bulunsanız benzer bir üslupla karşılaşırsınız. (belki de bulunmuşsunuzdur. ne anlatmak istediğimi anladığınızı umuyorum.)

      anlatmak istediğim elbette bir şeyler var. dertsiz olmaz. derdimi yanlış anladığınızı düşündüğümden cevap verme ihtiyacı duydum. ben derdimi edebiyatın imkanları içinde dile getirmeye çalışıyorum. okurun da kolay yargılardan evvel derdimi anlamaları için daha çok gayret etmelerini umuyorum.

      kurgu edebiyatta böylesi problemler hep söz konusu oluyor sanırım. kurgu edebiyat mümkün mü? ne kadarı kurgu? bizim edebiyatımızda yeri ne? birçok soru söz konusu.

      hiçbir zaman ders verme niyetinde değilim. gönüllere iyi gelme niyetindeyim. ve savunduğum tek bir şey varsa o da “aslolan hikâyedir”.

      selâmlar…

  • emma baad , 11/04/2023

    güzel hikaye

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir