Yaşlı, çok yaşlı. Kimseyi umursamaz, surat patates tarlası, güldüğünü gören olmamış henüz, öfkelendiği vakit kekelemeye başlar ve bir türlü sonunu getiremediği ağza alınmayacak küfürleri birbiri ardınca sıralar; armudun sapı, üzümün çöpü diyerekten ömrü pişmaniye kıvamına gelen ve paketlenmesi an meselesi olan bu adam yaşlılıktan veya yalnızlıktan, hadi siz deyin cenabet gezdiği sokaklara pek fazla adım atamadığından, ben diyeyim zamanında ayartıcı laflar işittiği sürtüklerin kucağına düşmekten artık korktuğu için ve belki de uzun zaman önce ölen karısının halen evde yaşadığını sanmaktan kurtulamadığından gün içerisinde defalarca kısa devre yapıyordu. Ne acıdır ki işte o öfke hali geldiğinde lastik altında kalmaktan, “zaaarrrrtttt” diye çalan bir korna sayesinde kurtulan mahalle kedisinin belli mesafede bir sıçmaya başlaması gibi altını doldurduktan sonra o öfke anına onu taşıyan şeyin ne olduğunu bile unutuyor, hayatında hiçbir tuhaflık yokmuşçasına yaşamayı sürdürüyordu. Acımış ve şekli bozuk bir hıyarı andıran burnu, ihtiyarlığı kabullense de aynada saçlarını ağarmış görmeyi istemediği için taktığı süpürge çalısı kalitesinde perukları, çoğu zaman söverken ağzından fırlayan sahte dişleri, (bütün dişlerinin çürümüş olmasına değişebileceği) Çakır Niyazi’nin mey masalarında kaybolan kepazeleri sahiplenen godoşların dönme dolap gibi dönen gözlerinden farksız gözleri ve kurumuş bir dutun dallarını andıran kol ve bacakları her Allah’ın günü ona tek bir şeyi hatırlatıyordu: “Ne halt yersen ye fakat kıyametin kopmadan önce bir karar ver!” Bir türlü unutamadığı kadınlarını, sevemese de mecbur olduğu evini, boşanmak istediği için öldürdüğü karısını fakat en çok da hapishanede geçirdiği yılları bir huzur evinde sayıklayıp ölmektense banyoda kendini itinayla asmalıydı. Hapiste kaldığı yılları soracak olursanız, epey fazlaydı. Şimdi seksenine merdiven dayamış bu hımbıl herif bundan tam kırk bir sene evvel karısını çifteliyle vurduğunda kendisini de vurmak istemiş fakat cesaret edememişti. Hapiste kaldığı yıllar boyunca tam dört kez intihara kalkışmış ve bir türlü ölememişti. Güya özgürlüğüne kavuştuğunda, lağım faresi olduğunu unutmuş, bir huzur evine tıkılıp kalmaktansa tekrar kendisini öldürme ihtimali üzerine kafa yormaya başlamıştı. Mahallede kimse kapısını çalmaz, bir insandan geçtim, hadi bir kedi olsun, köpek olsun seveni yoktu. Bundan dolayı içerleniyor da değildi. Bu yaşına kadar yaptıklarından pişman mıydı? Sanmam. Her yaşlı gibi huzurlu ölmek istiyordu. Yaşlı serseriler, dümenciler, kendileri için yaşayanlar, zirzoplar, kart zamparalar, ırz düşmanları, namuslu görünümlü namussuzlar, tacizci sapkınlar huzurlu bir ölümü hak etmeyecek kadar kirliydi. Bu grup insanlar kıyametleri kopmadan önce karar verememiş, pişmanlığı ve günah çıkartmayı sadece bir avuntu olarak görmüş zavallılardı. Bu yaşlı adam da şimdi aynanın karşısına geçmiş, sola doğru yatmış peruğunu kof kafasına oturtmaya çalışırken ertesi gününe senet aramak için hangi şeytanla pazarlık yapacağını düşünüyordu. İmtihan dünyası, putları kıranları kınarken, şeytan pazarından taze şeytanlar ayartanlara kucak açıyordu. Günlerden bir gündü, aylardan bir ay.
Mehmet Erikli
2 Yorum