Sabah gün ağarmadan işe gitmek için yola çıkan mahalleli, birkaç dakikalığına da olsa Faik Usta’nın dükkânının önünde durmaktan kendilerini alamadı. Şaşırdıkları birkaç şey vardı aslında. Faik Usta’nın şimdiye kadar dükkânında vitrini yoktu. Mermer ustası ne de olsa, mermerin aşağı yukarı nerelerde kullanıldığı belli. Bir de burası küçük mahalle, bir ürünü sergilemeye gerek de yok. Faik Usta’ya gelir anlatırsın, biliyorsa yapar, bilmiyorsa olmaz der, konu kapanır. Bu yüzden dükkânın önüne koyduğu küçük vitrini de garipsediler. Bundan daha garibi vitrinin içinde parlak, yumurtaya benzeyen bir mermer parçasının duruyor olmasıydı. Birkaç parça kadife kumaşın ortasına özenle yerleştirilmiş mermer yumurta, kuyumcu vitrininde pırlanta sergiler gibi sergilenmiş. Gelen geçen, iyice parlatılmış bu mermer parçasını seyrediyor, ne işe yaradığını düşünüyor, cevabı bulamayanlar yavaştan Faik Usta’nın dükkânda olup olmadığına bakıyordu.
İşe geç kalacağını düşünenler birer ikişer ayrıldılar vitrinin önünden, bazıları daha uzun kaldı, diğer merak edenlerle tartıştılar, güldüler, dalga geçtiler, anlamadılar, anlar gibi oldular. Her türlü saçma/mantıklı fikir döndü etrafta. Herkes aynı merak ve sorularla işine gitti. O gün işler bitmedi, gün uzadı, herkes saate baktı durdu. Akşam vakti iş dönüşü koşa koşa vitrinin önüne geldiler tekrar. Evde kocalarını bekleyen hanımlar, bir sebepten işe gidemeyenler veya hiçbir işe yaramayanlar çoktan meseleyi öğrenmişti. Çalışanlar da akşam olunca öğrendi vitrin olayını.
Faik Usta, siparişleri yetiştirme telaşıyla sabahladığı bilmem kaçıncı gecenin bir yarısında, bacaklarının artık onu taşıyamadığını titreyerek bildirdiği sırada yere bırakmış kendini. Yüzü, gözü, kolları, elbiseleri bembeyazmış. İmalat esnasında artan mermer parçalardan bir tanesine çarpmış. Kestiği, kırdığı parça sivri, keskin tarafları üzerinde tabana birkaç takırtı bırakmış. Gereksiz gördüğü parçayı öylece kenara atamamış bu sefer. Hani olur ya, bir şeyin işe yarar tarafına odaklanırken kesip biçme sırasında diğer tarafları kenara itiveririz. Kenara ittiklerimizin kıymeti yoktur artık. Bir fırça yardımıyla sürüklenir en sonunda. Çöpün içinde veya dışında yerini alır. Öyle yapmamış bu sefer. Nereden esmiş kim bilir. Mermer parçasını tezgâhın üzerine alıp sivri, yamuk taraflarını düzeltmeye başlamış. En pürüzsüz halini aldığında ince bir mendille sürdüğü parlatıcıdan sonra ortaya çıkan ürünü tezgâha koyup saatlerce seyretmiş. Beyaz, yumurta şeklindeki mermer parçasını…
Hiçbir değeri olmamasına ve belki de herhangi bir evin iç merdivenlerinin kenarına buna benzer parlaklıkta birkaç mermer daha yapmış olmasına rağmen önündeki mermer yumurtadan neden bu kadar etkilendiğini bilmiyormuş. Soğuk mermer parçasına baktıkça içinde bir sıcaklık yayılmış. Gözünü ayırdığında veya başka bir işle uğraştığında tekrar yanına gelip, her şeyi öylece bırakıp saatlerce seyretme isteği uyanıyormuş içinde. Delirdim herhalde, diye düşünmüş bir süre. Dünyada binbir türlü delilik var. Kafasındaki tahtalardan biri düştü, ucunu sivriltti ve delilik tahtasına kendi imzasını kazıdı. Delirene, neden delirdin, diye de sormuyorlar zaten. Hesabı olmayan şeyin nedenini niye sorsunlar? Bir mermer yumurtanın başında saatlerce oturmanın dışında deliliğine işaret eden bir şey bulamayınca “çatlak” seviyesinde bir teşhis koymuş kendine. Bu da insanların birçoğunun durumuna tekabül ediyor zaten. Zararsız yani. Sonra mermer yumurtayı vitrinde sergilemek gelmiş aklına. Bunları söylerken onu dinleyenlere bakıp son bir söz söyleyip dükkâna girdi Faik Usta:
“Bir deli ben miyim, öğrenmek istedim.”
Bu mermer yumurta meselesini birçoğu dikkatle dinledi, bazıları, saçmalıyor bu adam, diye ayrıldı oradan. Aynı duyguları hisseden oldu mu bilinmez ama birkaç gün sonra gecenin bir yarısı bir şangırtı duyuldu sokaktan. Mermer yumurta çalınmıştı. Faik Usta kapıya çıkıp sadece güldü. Benden de deliler varmış bu dünyada, dedi. Cam kırıklarını temizledi. O gece sabaha kadar yenisini yaptı. Hatta üşenmedi aynısından birkaç tane daha yaptı ve dükkânın kapısına şöyle bir yazı bıraktı.
“SATILIK MERMER YUMURTALAR”
Birkaç gün mahalleliye dalga konusu oldu bu yazı. Kadınlar komşu ziyaretlerinde, erkekler kahve muhabbetlerinde Faik Usta’nın satmaya çalıştığı mermer yumurtaları konuştu. Gülündü, eğlenildi. Kimse mermer yumurtalardan almaya kalkmadı. Faik Usta her gün birkaç tane daha yaptı. Dükkânın içi mermer yumurtayla doldu. O mermer yumurta yaptıkça, delirdi dediler, yaşlandı dediler, emekliliği geldi eğleniyor bizimle, dediler. Sonra bu sözler de yaşlandı. Ağzı olanın konuşmaya arzu duyduğu en acayip dönemde dahi kimse konuşmaz oldu. Yumurtalar dükkânda bekleyedursun, mevzuu eskidi.
Dükkânın önünden geçerken bir çocuk bu mermer yumurtalardan istedi babasından. Babası evladını üzmedi, aldı bir tane. Çocuk, elinde yumurtasıyla diğer çocukların yanından geçti. Bir rüzgâr esti çocuklar arasında. Bütün çocuklar anne babalarına bu yumurtalardan aldırdı. Ellerinde, ceplerinde, çantalarında taşımaya başladılar yumurtalarını. Her gün yeni bir çocuk için bir yumurta alındı. Bir zaman geldi Faik Usta siparişlere yetişemez oldu. Çocuklar yumurtaları yanlarından ayırmıyordu. Oyun oynarken veya bir işle uğraşırken yumurtalara zarar gelmesin diye daha fazla uğraş veriyorlardı. Mermer yumurta taşıma merakı çocuklardan gençlere, gençlerden orta yaşlılara ve en sonunda yaşlılara kadar yayıldığında yıllar geçmişti. Çocuklar ile çocuk olmayanlar arasında bir fark vardı. Çocuklar hâlâ sokaklarda yumurtalarıyla dolaşıyor, oyun oynarken bütün yumurtalar aynı yerde toplanıyordu. Çocuklar haricinde herkes kendi yumurtasını saklıyordu. Ceketin cebinde, çantanın içinde idi. Kimse izin almadan bir başkasının mermer yumurtasına bakamıyordu. İzin isteseler de kimse göstermek istemiyordu. Sadece ilk satın alındığında görücüye çıkarır gibi herkese gösteriliyordu. Kimsenin kimseye nedenini soramadığı bir şeydi bu. Bunu da sadece Faik Usta biliyordu. Dükkânın önünde oturup gülüyordu mahalleliye. Herkesin satın aldığı ama kimsenin satın aldığını göğsünü gere gere gösteremediği yumurtalar… Cepte bir şişkinlik, çantada bir ağırlık olmaktan öteye gidemiyordu hiçbiri. Faik Usta’ya gelip sormaya çekiniyorlardı. İade etmeye gelen de olmuyordu. Alınan yumurtaların parlak zemini üzerinde her akşam bir siyah nokta beliriyordu. İnce, küçük siyah noktalar birleşip büyük bir siyah nokta oluyordu birkaç zaman sonra. Büyük siyah noktalar daha da büyüyor, kontrol edilemez bir biçimde yumurtayı sarıyor, bembeyaz, parlak yumurta kömür karası oluyordu. Kararma denilen illet kiminde günler, kiminde haftalar, kiminde aylar sonra ortaya çıkıyordu. Bezle silmeye kalkan, üzerine değişik leke çıkarıcılar döken, suyun/ilacın içinde günlerce bekletenler dahi olmuştu. Sorun çözülmüyordu. Mahallelinin hevesle aldığı yumurtalar bir utanç taşına dönüşmüştü. Evdekilerin dahi birbirinin yumurtasından haberinin olmaması bu yüzdendi. Faik Usta’nın en başta söylemediği bir şey vardı. Bir değil, iki yumurta yapmıştı. Başında oturup seyrettiği sırada birkaç siyah noktanın oluştuğunu görmüştü hemen. Ne yaptıysa çıkaramamıştı lekeleri. Hatta tekrar düzeltmek ve parlatmak için makinelerle tekrar tekrar işlemişti yumurtasını ama nafile. Sonra ikinci bir yumurta yapıp vitrine koymuştu. Birinci yumurta Faik Usta’nındı. İkinci yumurtanın kimin olduğu hâlâ meçhul.
Ölene kadar herkesin bir şekilde korumaya ve saklamaya çalıştığı yumurtalar bir süre sonra herkesin ortak derdi oldu. Bir grup insan bir araya gelip masanın üzerine siyahlaşmış yumurtalarını bıraktılar. O gün rahatsız bir rahatlama geldi insanların üzerine. Bir tek ben değilmişim kapkara bir mermer yumurtanın sahibi, diye düşünen bu grup, birbirlerine kenetlendi ve içten içe kendileri gibi olanları aramaya başladı. Birkaç kişi ile başlayan gruplaşma bir topluluğa dönüştü. Hatta bazen yumurtaları tam olarak kararmamış olanlara birkaç gün içinde bir yumurtanın nasıl simsiyah yapılacağını anlatmaya başladılar. Bu karalık ve karanlık sonunda, olayın çıkış noktasına döndü tüm oklar. Bir gece Faik Usta’nın dükkânın önünde toplandılar, ellerindeki yumurtaları Faik Usta’nın dükkânına fırlatmaya başladılar. Gürültüyü duyan tüm mahalleli kapıya, pencereye, balkona çıkıp olan biteni seyretti. Kapkara yumurtaların hepsi dükkânın kapısını kırarak içerde bir yığın oluşturdu. Kimse “durun” demedi. Hatta mahalledeki tüm insanlar da aynı şeyi yaptı. Kararan yumurtaların yanında “nasıl olsa kararacak” diyerek diğer yumurtalar da fırlatılmaya başlandı. Kahkahalarla gülüyordu tüm mahalle. Bir rahatlamaya benziyordu bu kahkahalar. Büyük bir yükten kurtulmanın ve aynı anda aynı şeyi yapmanın, herkesle aynı olmanın verdiği rahatlama duygusu. Sabaha kadar süren yumurta fırlatma seansı sonrası herkes güle oynaya evlerine döndü.
Birinci yumurtanın ve Faik Usta’nın akıbeti bilinmiyor. Dükkânı bırakıp gitti diyorlar. Kimsenin de gerçekten merak ettiği de yok. Herkes rahat rahat yaşamaya devam ediyor o günden beri. Kimsenin kimseden gizlisi saklısı kalmadı. Yumurtaları fırlattıkları anda içlerinde oluşan rahatlama ve umursamazlık duygusu yeni bir yaşam biçiminin adı oldu artık. Her gün mermer bir yumurtayı taşır gibi taşıyorlar ceplerinde, çantalarında, yanlarında. Göremedikleri için rahatsız olmuyor ve atmaya da çalışmıyorlar.
Vitrinden çalınan yumurta hâlâ gelmedi. Belki çalan çaldığı için utanmıştır, belki kararmaya başladığında ne yapacağını şaşırmıştır. Belki de simsiyah olan mermer yumurtanın bu yeni hali daha çok hoşuna gitmiştir. Hoşuna gitmiş olsa dükkâna geri döner bedavadan binlerce siyah mermer yumurta alabilirdi. Belki ne olduğunu bilmemek daha iyidir.
Arada bir Faik Usta’nın dükkânından bir şangırtı duyuluyor hâlâ ve mahalleli anlıyor ki bir çocuk gençliğe ilk adımını atmıştır artık. Çünkü bu zamanda bembeyaz bir mermer yumurta, sadece çocuklarda bulunur.
Ömer Can Coşkun
1 Yorum