Yazarımız Süleyman Mete, sizi öykü dünyasına çağırıyor. Bu dünyada her an her şey olabilir. Kendinizi sınırlamayın.
**
O gün gökyüzü sevgilisinden ayrılmış üniversiteli bir genç adam gibi içine kapanıktı. Ona baktıkça moralim bozuluyordu. İşte tam o gün, çantamdan ucuz deodorantımı çıkarıp bütün bedenime sıkmaya başladım. Bu alışılmış bir durum değildi, çünkü param yoktu ve açtım. Güzel kokarsam, kendimi biraz daha iyi hissederim diye düşünmüştüm.
Abim, banyodan çıktığında yüzünün sadece yarısını kurulamıştı. Bana bakarak “Günaydın, narin bedenini yataktan kaldırmayı başarmışsın” dedi. Oralı bile olmadım. Banyoya girip sadece ellerimi yıkadım ve sağ elimi kuruladım. Abim, masasına oturmuş Müslüm Gürses’i anma törenlerine başlamıştı. Müslüm Baba’nın “Hangimiz Sevmedik” şarkısını açıp, melodik bir şekilde “Hangimiz sevmedik be kardeşim!” dedi. Sorusuna “Hangimiz sevildik be abi!” sorusuyla karşılık verdim, ses tellerimin arabesk dışavurumuyla. Sırtımı döndüm ve çakmak sesini duydum.
Midemiz, gürültüsüyle beraber en acıklı arabesk şarkılarından nağmeler savururken, abime “Ben ekmek almaya gidiyorum” dedim ve İrlanda’ya gittim. Uçaktan indim ve şehrin kalabalığına karıştım. “Ahh Dublin! Güzel kent. Belli ki sonbahar uğramamış ağaçlarına. Yeşilin atlara binip, kovalamış sarıları. Şövalyelerin nasıl da savuruyor saçlarını. Geldim işte. Göbek bağımı kesmeye ve yeşilinde kaybolmaya geldim.” dedim.
Rahattım. Yollarıma mayınlar döşemiş alacaklılarımın binlerce kilometre uzağındaydım. Zihnimi çomakla dürten tek şey nerede barınacağımdı. Az ileride, Penny Whistle’siyle sokağın ritmini oluşturan adamı gözüme kestirdim. Tam karşısına oturup, resitalini bitirmesini bekledim, çantamdan çıkardığım elmayı yerken. Güneş, kuzey yarım küredeki mesaisini bitirip, güneye gitmeye hazırlanırken bıraktı çalmayı. Yanına gittim hemen. Selam verip, diğer elmayı takdim ettim ve gülümsedim. Evden ekmek almaya gidiyorum diye çıkıp, buraya geldiğimi anlattım ve lafı uzatmadan kalmak için eve ihtiyacım olduğunu söyledim. Kafasıyla kendisini takip etmemi işaret etti. Ellerimi arkama bağladım ve yürümeye başladık.
Evine geldik ve bana kalacağım odayı gösterdi. Eşyalarımı yerleştirip salona döndüm. Kazandığı paraları sayıyor, rakamın her yükselişinde ağzı kulaklarına doğru koşuyordu. “Aç mısın?” dedi. “Sen olmasan hem açtım, hem açıktaydım Ryan” dedim. Kalktık, bir şeyler hazırlayıp yedik. Karnımın şişmesi, açıktan bir teşekkürün belirtisiydi.
Ryan, en büyük tutkusunun müzik olduğunu ve bu yüzden Endüstriyel Tasarım bölümünü bıraktığını anlattı uzun uzun. Sokak müzisyenliğinin, saçma sapan teorik bilgilerden çok daha anlamlı ve pratik olduğunu dile getirdi ve hiçbir ücret talep etmeden odayı notalarla ısıttı. O kadar güzel çalıyordu ki, sabaha kadar sesimi çıkarmadan dinledim.
Ryan’ın asistanı olarak işe başlamıştım artık. Çantasını taşıyor, o çalarken yanında duruyordum. Dublin’in bütün sokaklarını ezgilerimizle şereflendiriyor, kazancımızla keyfimizi taçlandırıyorduk. Artık para sayarken ağzımız kulaklarımıza beraber göz kırpıyordu. Günlerce, haftalarca farklı sokaklarda, farklı insanlara Penny’nin eşsiz tadını sunduk. İnsanlar gülüyordu, seviniyordu ve bunu bize hissettiriyordu.
O gün dışarıda yağmur yağıyordu ve işe gitmeme kararı aldık. Gidip güzel bir kafede yemek yiyip, bir şeyler içmeye karar verdik. Dışarı çıkıp, Ryan’ın her zaman gittiği yere oturduk. Siparişimizi verdik ve beklemeye koyulduk. İçimde anlamsız bir sıkıntı vardı. Bu havaları sevmiyordum. En son böyle bir havada eski kız arkadaşım “Flört – Bu Havalarda Dönme Bana” şarkısını yollamıştı. Moralim, sıfırın altında seyrediyordu. “Neyin var?” dedi Ryan. Farketmişti. “Bir şey yok” dedim. “Hadi anlat dostum” dedi. “Biliyor musun bizim oralarda her gün çok fazla insan doğuyor ve çok az yemek oluyor. Yağmur bazen deliler gibi toprağı döverken, bazen hiç uğramıyor. Her gün şehirler kalabalıklaşırken, insanlar daha fazla yalnızlaşıyor. Dertler çığ gibi büyürken, mutluluklar akarsular gibi kuruyor.” dedim. “Bak dostum, anlattıklarını çok iyi anlıyorum. Dilimiz, dinimiz, ırkımız farklı ama dertlerimiz aynı. Şimdi düşünmeyelim bunları. Biftekler kıvamında ha! Midenden gelen çığlıkları duyuyorum, ye hadi” dedi. Midemize en güzel hediyeleri sunup, geç vakte kadar dolaştık.
Ertesi gün malzemelerini hazırlayan Ryan’a selam verip yanına oturdum. “Almam gereken ekmekler var” deyip vedalaştım. İlk uçağa binip, mahallenin yolunu tuttum. Saat 12:30 gibi evin yanındaki fırından iki ekmek alıp, eve yöneldim. Kapıyı açıp, içeri girdim.
– Günaydın abi.
– Günaydın. Kaç ekmek aldın?
– 2 tane aldım. Yetmez mi?
– Yetmez. Gidip bir tane daha al.
– Tamam.
– Ha unutmadan 200 gram da peynir al.
…