İnsan, kendine karşı çok gevezedir. Son günlerde bu cümleyi diline bir vird gibi yerleştirdin. Mütemâdiyen kendinle konuşuyorsun. Bunca derdin ve kederinin müsebbibini arıyorsun. Onca suçun, onca kabahatin en merkezinde, olay yerinin ortasında duruyorsun. Bunca cinayetin faili için senden iyi zanlı yok. Kızıyorsun kendine. Kendini kınıyorsun. Kendine olan öfkeni, kendine en galiz küfürleri ederek yatıştırıyorsun. İnsan işte. İçindeki bir çığlığı başka bir çığlıkla bastırıyor.
On yıldır kapının zilini çalmıyorsun. Anahtarın metalik sesi ve soğukluğu parmak uçlarından kalbine ulaşıyor. Kalbin buzdan bir kütleye dönüşüyor. Buzdan bir adam olarak yatağa giriyorsun.
Her sabah ruhunu baltalayan bir tecessüsle uyanıyorsun. Lavaboya gitmiyor, musluğu açmıyor, yüzünü yıkamıyorsun. Yatağını ve buruşmuş çarşafı ardında bırakıp yalın kılıç posta kutusuna koşuyorsun. Hiç tanımadığın, hüznünün ve neşesinin yansıdığı gözlerini görmediğin, yüz yüze oturup bir kez olsun sohbet etmediğin insanların mektuplarını, günlüklerini, hatıralarını göndermelerini bekliyorsun. En mahrem mevzularını seninle paylaşsın istiyorsun. Halk arasında en silik, en beceriksiz, en kimliksiz olarak bilinen insanların, kimselerin görmediği, kimselere gösteremedikleri erdemli yanlarını keşfetmek istiyorsun. Deha diye övülen, her mecliste muteber sayılıp önünde ayağa kalkılan, sürekli takdir, sürekli taltif edilen insanların kendilerine bile söylemekten çekindikleri zaaflarını okuyarak müşahede etmek istiyorsun. Posta kutusunun yalnızlığı yüzünde patlıyor. Şarapnellerinin açtığı yaralardan akan kanla yüzünü yıkıyorsun.
Bilgisayarı açıyorsun. E-mektuplarını kontrol ediyorsun. Yazarından başka kimsenin okumadığı hikâyeleri, şiirleri, denemeleri ilk sen okumak istiyorsun. Yeninin şehveti içindeki hayvanın iştahını kabartıyor. Durmadan semizleşiyor, semizleştikçe homurdanıyor, susturamıyorsun.
Günlerdir içinde, defterine geçilmeyen hikâyeler biriktiriyorsun. Yazmaktan kaçıyorsun. Omuzuna konan kelimeleri kışkışlıyorsun. Hiçbirinin cümleye dönüşmesine müsaade etmiyorsun. Yazmıyor, okumuyorsun. Görmüyor, duymuyorsun. Dokunmuyorsun. Yazdığın, okuduğun, gördüğün, duyduğun, dokunduğun her şeyin ruhu çekilip buharlaşıyor, sen ortada bir ceset olarak kalakalıyorsun.
Karmaşıksın. Yalpalıyorsun. İntihara teşebbüs ettiğin günü düşünüyorsun. Sevdiğin kadını aramıştın. En son onun sesini duymak istemiştin. Üzgünüm, demiş ve ağlamıştı. Sen, sırf o üzülmesin diye vazgeçmiştin. Keşke üzülmeseydi. Keşke ağlamasaydı. Keşke gülseydi. Keşke, gülerek kafesinin kapısını açsaydı. Seni bir boşluğa bıraksaydı. Senin için bir şey yapmış olacaktı.
Odanın ortasına bağdaş kurup oturuyorsun. Vaizlerin vaazından sıkılıyor, sana yapman gerekenleri ve yapmaman gerekenleri söyleyen nasihatçilerden peyderpey uzaklaşıyorsun. Şehrin en günahkârı ile hasbihâl etmek istiyor, arıyor, bulamıyorsun. Aynanın karşısına geçiyor, saatlerce kendinle konuşuyor, bir mahkeme kuruyorsun. Yargılayan da yargılanan da sensin. Bir hükme ihtiyacın var. Kendini mahkûm edemiyorsun. Kendini âzat da edemiyorsun. Aklını ve kalbini darağacına asıp kurtulmak istiyorsun. Kurtuldum dediğin zincirlerden çıkan sesler ile ambulansın siren sesi kulağında ritimli bir melodiye dönüşüyor. Beyaz önlüğü giydirip ruhunun sakinleşeceği meskene doğru giderken, yüzünde, ilk günahını işlememiş bir çocuğun gülüşü beliriyor.
Celal Kuru
2 Yorum