Büyük Lokma

Homurdanarak çalar saatini kapattı. Tekrar uyumayı denedi, uyuyamadı. İşe gitmesi gerektiğinin bilinci bütün azalarına sirayet etmişti. Gayri ihtiyari yatağından fırladı. Bedenin bu mutî hâline ruhu isyan etmiş ve işe gitmek istememişti. Şahsına münhasır bir küfürle telefonunu da kapattı. Bir ân banyoya girip saatlerce suyun altında kalmak fikri onu esir aldı. Çabucak caydı ve kahvaltı etmek yerine bir elmayı dişledi. İyice öğüterek mideye indirdi.

Ruhunu teskin edecek bir müsekkin arıyordu. Onu teselli edecek tek şey boş boş oturmaktı. Tembelliğiyle böbürlenerek hacıyatmazına oturdu. Henüz sallanmaya başlamıştı ki kapının zili çaldı. Kapının ardındakinin kulaklarını ziynetlendirecekti ama küfürlerinin mahrem kalması, ifşa olmaması için dudaklarını dişleriyle mühürledi. Kapıyı açmadı. Bir saat fasılasız sallandı. İçindeki gedik büyüyordu. Dışarıya çıkmalıydı. Cüzdanına baktı. Masanın üstünde boş boş duruyordu. İnsanlardan kendini tecrit ettiği için borç isteyebileceği kimsesi de yoktu. Aklı üç yıldır beslediği ama tek kelâm duymadığı Tuti’sine gitti. Onu satıp günü kurtarabilirdi. Ayağa kalktı. Papağan her şeyi hissediyor ama konuşamıyordu. Birden canhıraş bir hâlde, “Dur, gelme!” diye bağırdı. Adam şaşırıp kaldı. Bu cırtlak ve emrivâki söz karşısında bir adım geri attı. Kendine özgüveni gelen papağan bir kartal gibi kabardı. Üç yılını acısını çıkarmak istercesine ve içine bir vaiz kaçmış edâsıyla konuşmaya başladı:

“Yaşlanıyorsun. Bedenin, kalbin, ruhun ve zihnin yorgun. Gözlerin eskisi kadar net görmüyor, kulakların da duymuyor artık. Yaşlanıyorsun ve huysuzlaşıyorsun. Ama sen yaşlandıkça olgunlaştığının vehmine kapılıyorsun. Saçlarındaki aklar, yüzündeki kırışıklıklar, bakışlarındaki vakar ve bir put haline getirdiğin tecrübelerin bir olgunluk alâmeti değil. Aksine böyle bir zanna kapılman hamlığına işarettir.

Sürekli yalnızlıktan dem vuruyorsun. Oysa sen hâlâ annenin ve babanın yokluğunu tam olarak hissedebilmiş değilsin. Gölgeleri üzerinde. Nefesleri yani başında. Varlıkları emniyet telkin ediyor. Hâlâ her gece o kadına sarılıp uyumak ve birlikte uyanıp kahvaltı etmek isteğini içinden atamadın. Kaburgandaki boşluk kalbini tekmeliyor.

Gözlerini kitaplardan bir dünyaya açıyor ve seni teselli edecek cümleler arıyorsun. Hâlâ eline aldığın her kitapta umudunu kamçılayacak sözler bulmayı murat ediyorsun. Seni hayata bağlayan, yalnızlıktan kurtaran bir öfken ve bu öfkeden mütevellit küfürlerin var mesela. Sen en çok da kızgınlığına tutunuyorsun.”

O, bu sözlerinde papağana hak verdi. Bu suskun, kös kös tüneyen hayvan meğerse kendisini yıllarca seyretmiş ve iç âlemini iyi tahlil etmişti. Müdahil olmadı ve dinlemeye devam etti.

“Bir sabah kahvaltıyı tek başına yapmayı sevdiğinde, evin içinde kendi ayaklarından hariç bir çift ayak sesi duymayı arzulamadığında yalnızlığın tadını duyacaksın. Kitaplığını bir kâğıt deposu ve kendini de onun bekçisi olarak görmeye başladığında idrak seviyen artacak. Siyasete, siyasî parti liderlerine, gazetelere, köşe yazarlarına, haber kanallarına, sövmekle sövmemeyi eşit gördüğünde, pişmeye başlayacaksın.”

Uzun zamandır ilk defa kalbi yumuşuyordu. Gözden çıkardığı bir papağanın kendisini irşat edeceğini tahayyül bile etmezdi. İnsanlara talebe olmaktan imtina eden adam bir papağanı hoca bellemeye başlamıştı.

“İnsanlarla arana kibirden bir duvar örüyor ve her gün buna bir tuğla ekliyorsun. Farkındaysan son dönemde konuşma lütfunda bulunduğun herkes istisnasız bir şekilde, ‘Çok kibirlisin!’ diyerek sözü bitiriyor. Sen ise, ‘Sizin tevazuunuz benim kibrimden daha pis kokuyor!’ diyerek kibir duvarını yükseltiyorsun.

Daha çok hamsın. Kemâle eriyorum düşüncesi yalnızca bir zan. Sen Hesse’nin kahramanı Klein’e söylettiği ‘Olgunlaşıyorum, tam şeytanın ağzına layık bir lokma oluyorum!’ sözünün cisimleşmiş hâlisin. Kendi helâkını, kendi yenilgini seyrederek ‘Büyük Lokma’ olma yolunda hızla ilerliyorsun” dedi.

O, bu sözleri hak eden biri değildi. Bu kadarı da haksızlıktı. Bildiği bütün küfürleri uluorta etmeye başladı ve balkonun kapısını açıp papağanı kafesiyle birlikte sokağa fırlattı. Şeytan, hacıyatmazına oturmuş kıs kıs gülüyor ve avını bekliyordu.

Celal Kuru

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • HÂCE , 01/11/2019

    Kibir ah kibir. İnsanı kendine kör, sağır ve dilsiz bırakan imanı söndüren bir ateş. İnsan içindeki ejderhanın kölesi oldukça Allah’a kullukla hürlüğüne kavuşamıyor. Kendine tepeden bakabilseydi eğer bir çıkış yolu elbet bulunurdu. İnsan kendini kibir ateşiyle yakıp merhametsizce cehennemin iştahını kabartırken Rabbi dahi ona rahmet nazarıyl bakmaz. O’nun rahmet etmediği peygamber de olsa kurtulamaz. Heyhat!

  • Kırlangıç kız , 01/11/2017

    Kendini bi sal.

  • HüsnaM. , 01/11/2017

    Hikayenin sonu üzdü… Her zamanki gibi hatasının farkına varan birini bekliyorduk. Ama sanırım tam da bizi anlatan bir son olmuş.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir