Beş Köşeli Kar Tanesi

“Macun çekilmesi lâzım oğlanın yattığı odanın penceresine. Biraz da tıngırdıyor cam”, dedi annem. Araba falan geçince camlar düşecek gibi oluyor. Babam, geçen geldiğimde çekmiştim, ne oluyor böyle bu macunlara, dedi. Başımı eğip sessizce bekledim, güldü. Yumruğu kadar bir macun topağını getirip pencerenin önüne koydu. Babamın yumruğu öyle her insanın yumruğu gibi değil. Boyu da öyle. Kapıdan geçerken eğilmek zorunda kalıyor bu yüzden. Omuzlarının birini önden sokmazsa kapıdan geçemiyor. Elindeki macun çok, ama az görünüyor işte. Babamın olduğu yerde ölçü birimleri alt üst oluyor. Biraz macun koparıyor elinin ayasına koyuyor, yuvarlıyor, sonra ellerini ileri geri birbirine sürterken bir solucan gibi akıyor ellerinin arasından. Başparmağı ile pencerenin kenarına sürüyor. Pencere her yanına sürülen macundan sonra benim gibi sus pus oluyor.

Ben yokken evin erkeği sensin, diyor pencereyle uğraşırken. Ellerinde kahverengi lekeler kaldı. Annem bana bakıyor, öylesin, der gibi. Ben yumruklarıma bakıyorum çok küçükler. Ev çok büyük. Sokaklar daha büyük. Bu kadar büyük bir büyüklüğü omuzlarımın hangi yanına koysak taşır ki? Sonuçta baba sözü, mühür vuruldu bir kere. Sobanın üzerindeki çaydanlıktan sular damlıyor. Kızgın demirin üzerine damladıkça buhar olmaya çabalayan ama olamayan damlaların ne yana gideceğini bilmeden gezinmesini seyrediyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum ben de. “Babam yokken’ler bizim evde haftalar sürüyor çünkü.

Uzun yol şoförü babam. Bazen kamyonun şoför koltuğuna rahat sığabildiği için bu mesleği seçtiğini düşünüyorum. Kamyonun dışındaki dünya dar geliyor da olabilir. Sabah beşte çıkar evden. Sessiz sedasız. Evdeki soba söner birden, pencerelerin hepsinden soğuk girmeye başlar. Evde koca bir boşluk kalır bize. Bu boşluk yalıtımsız bırakır evimizi. Ben bu boşlukta çoraplardan yaptığım topları oynarak çok zaman geçirdim. Birbirinin içine girmiş evlerin, odaların, apartmanların içinde, başının üzerindeki komşusunun adımlarını dinleyen ve aynı adımlarla alt komşusunun kulaklarına misafir olan bir yığın insanın arasında sıkışmış çocukluğum, birkaç çorabı da tıpkı bu insanlar gibi iç içe sokuyordu. Bir tek bu toptan, duvara çarptığında “pat” sesi çıkmıyordu. Çıkmayan ses beni eğlendiriyor, annemin üzerindeki tedirginliği biraz olsun alıyordu. Annemin, koca bir şehrin yükü üzerindeymiş gibi, kapı ha çaldı ha çalacak ve gelen babam olmayacak, bir şikayet gelecek, kadın başına ne diyeceğini, ne yapacağını bilemeyecek, diye her hali diken üstünde, her uykusu kuş uykusu… Her hareketimizde yere ekmek kırıntıları dökülmüş ve toplanmamış gibi, günaha gireriz korkusuyla parmak ucunda, besmele çekerek yürümekten sesimiz kısık, ayaklarımız yumuşak ve içimiz çok sıkkındı.

Günler geçtikçe evdeki boşluk gittikçe artar kendimi pencerenin kenarında bulurdum. İlk başlarda dışarıyı seyreder, artık ezberlediğim manzaranın her yanına göz gezdirirdim. Evimizin bulunduğu ara sokağa giren tek kamyon babamındı. Sokağın köşesinden çıkıp gelen bir kamyonun evin önüne park etmesini ve içinden babamın çıkmasını beklerdim ben de. Gelmezdi. Kenarlara sürülmüş taze macunlardan koparmaya başlar, şekilden şekle sokardım. Sonra misket gibi yapar cebime atardım. Cebimde sokak sokak gezdikçe yumuşaklığını kaybeder un ufak olurdu. Kim bilir hangi çamaşır gününde cebimizden köpüklü suyun içine düşerdi. Pencereden yine soğuk girerdi eve. Olsun. O macunlar olsa da olmasa da soğuktu ev. Bir de kamyonun motoru çok gürültülü olduğundan camlar titremeye başlıyordu. Ben buradan anlıyordum babamın geldiğini. Babam her gelişinde tekrar sabitliyordu camları. Macunlarla oynamayı sevdiğimi düşünüyordu büyük ihtimalle. Çünkü ne zaman pencerenin kenarına otursa bana bakıp gülümsüyordu.

Camlardan ses gelmeye başlayınca ben hemen kapıya koşardım. Babam hangi yola revan olduysa dönüşünde oralardan aldıklarıyla gelirdi. Ellerindeki poşetleri alırdık hemen. Zaten kapılardan rahatlıkla geçemeyen bir babam vardı. Poşetlerle hiç geçemezdi. Ben sevinçliydim. Annem de öyle ama buruk bir neşesi olurdu annemin. İşten eve dönenin önüne sıcak bir çorba koymak gerekirdi. Kaçta geldiğini tahmin edemediğinden babam o sıcak çorbayı beklemek zorunda kalıyordu anneme göre. Yemek hazır diyemiyordu, hayıflanıyordu kendince. Babam bunu hiç sorun etmemişti şimdiye kadar, annemin gönlünde ise hep bir sıcak çorba hayali, kaynayıp duruyordu.

Evdeki boşluk dolunca annemin uykuları normale döner, yerdeki ekmek kırıntıları yok olur, ev ısınır, kapının zili neşeyle çalar ve kapılar neşeyle açılırdı. Babam gittiği yerlerde gördüklerini anlatırdı. Zevkle dinlerdim. Biraz daha büyüyünce seni de yanıma alacağım, muavinlik yaparsın bana, demişti bir gün. Bu sözünden sonra kendimi yollarda, muavinlik yaparken, babamın yan koltuğunda ve hatta şoför koltuğunda birçok kez hayal ettim. Bu hayallerimin ortasında annemin sesiyle uyandığım da oldu. Cümle çok tanıdıktı: Hafif bir esinti geliyor çocuğun odasındaki pencereden, camlar da tıngırdıyor, macun çekilmesi lazım.

Babam sabahın beşinde tekrar yola çıktığında her şey aynı tedirginliğine dönüyordu. Sessiz gürültüler, oyunsuz oyunlar, macunsuz bekleyişler.

Pencerenin kenarında uyuyakaldığım bir vakit, sobadan gelen sıcakla pencerenin macunları çalınmış kenarlarından gelen soğuk hava başımın üzerinde bir bulut oluşturmuş. Bu bulut büyümüş büyümüş sonra bir yağmur başlamış, yağmur karla karışmış, kar bu karışıma galip gelmiş ve yüzüm tamamen bembeyaz olmuş. Annem yanıma gelip yüzümdeki karları temizlemiş. Elleri yüzümdeki kardan daha soğuk. Pencereden baktım, her yer karla kaplı aynı yüzüm gibi. Evden çıkarken ezdiğim karların sesini duydum. Karlar hıçkırıyordu. Ya da annem, bilmiyorum. Komşumuzun arabasıyla yine bir beyazlığın içine düştük. Hastane acilinden içeri girdik. Annem daha önce hiç görmediğim bir görevliye babamın adını söyledi. Daha önce hiç görmediğimiz koridorlardan geçtik. Çok defalar görmek isteyip de göremediğim ama yüzündeki her ayrıntıyı -yüzündeki morluklara rağmen- çok iyi bildiğim babamın yanına geldik. Ayakları yatağın dışına taşmış. Hiçbir yere sığamayan babam buraya da sığamamış. Sanırım sığamadığından morali bozulmuş. Beni görünce gülümsedi. Komşumuzun selamını aldı. Annemle konuştu. Annem babamı teselli etti. Babam teselli olmadı. Sonra babam kadar bir sessizliğin içinde oturduk. Babam tekrar bana baktı. Sol elini kaldırıp başımı okşadı. Başı ve sol kolu haricinde tüm vücudu buz tutmuş gibiydi. Gidip pencereyi kapattım.

Birkaç hafta hastanede kaldı babam. Sonra eve geldi (getirdiler). Annem oturma odasında bir yer hazırladı ona. Orada yatacakmış artık. Bir daha kamyon kullanamayacakmış. Hep bizimle, dedi annem. Gözlerini kaçırarak.

Babam eve geldiğinde bir süre ziyaretçiler hiç eksik olmadı. Komşular, akrabalar tanıdıklar, kimse birkaç cümleden ileri gidemedi. Sessizliğin içinde “bize müsaade” denilen bir kapı aralandı durdu her seferinde.

Gelen giden azalınca, babam, annem ve ben kaldık. Uyumak istediğini söyledi bir akşam. Annem destek olarak koyduğu yastıklardan birini aldı sırtından. Babam anneme kilitlenmiş gibi bakıyordu. Sonra bana döndü, unutma evin erkeği sensin, dedi. Hareket ettirebildiği tek koluyla başımı okşadı. Sabah aynı koluyla boynundaki damarları kopardığını söylediler. Heybetli bir insana çelme takıldığında düşüşleri diğer insanlar gibi olmuyor. Zemine ulaşana dek düşüşlerini seyrediyorlar, bundan sonra neler olacağını biliyorlar, nasıl acıyacağını, acının sonrasını görüyorlar. Bu nedenle zemine daha sert çarpıyorlar. Babam bir kamyonun şoför koltuğundan oturma odasındaki yatağa düşüşünün her saniyesini seyrettiği için artık gözlerini kapatması gerektiğini düşünmüştü.

Kar tanelerinin hiçbiri birbirine benzemez. Benzemeyen her bir kar tanesinde sivri, altı köşe vardır. Bir kamyon tekerine saplanırlar; kamyon irkilir, yoldan çıkar, devrilir. Bir koca adamın ayaklarını kaydırır, devirir. Şimdi o kar tanelerinin aynısı omzuma düşüyor. Batıyor, saplanıyor, kanatıyor. Üşüyorum. Ellerimi ceplerime atıyorum. Cebimden macun parçaları çıkıyor. Soba sönmüş, pencerenin kenarlarından giren rüzgâr yüzünden ev soğumuştur. Sobayı yakmalıyım, ev ısınır belki. Sırtıma vuruyorlar beni görenler. Kar taneleri düşüyor beş köşeli olarak. Bir köşesi bende artık. Cebimdeki macun parçaları hâlâ taze. Eve vardığımda pencerenin kenarlarına sürmeliyim. Etrafta çok gürültü var.

Ömer Can Coşkun

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir