Bahane Aşklar

 

Gün, batan güneşle birlikte yere düştü. Gökyüzü kurşuni renklerle kaplı bulutlarla bezenmiş. Bulutlar her an içinde biriktirdikleri gözyaşlarını yeryüzüne akıtacak gibi. Hayat, gökten düşecek olan katrelerle vuslat anına hasret… Hayat demişken; hayat bir otobüs durağının yolcu kuyruğunda anbean solunuyordu. Kuyruğun başında uzun boylu esmer bir adam vardı. Kirli sakalı ve kır saçları hemen göze batıyordu. Elindeki siyah renkli şemsiye, tedbirli olduğuna delalet ediyordu. O ara koca göbekli, kel ve babacan yanaklı otobüs şoförü kapıyı açıp, kaba etlerini kabine sığdırarak koltuğuna kuruldu, bir ”kral” edasıyla. Kuyruğun başındaki şemsiyeli adam, adımını atar atmaz ayakkabısının ucuna bulutların ilk gözyaşı katresi düştü, parçalara bölünerek. Katre üzgündü; çünkü toprağı düşlemişti, havadaki sevinç çığlıkları ‘toprak’ içindi…

Adam yol almaya başladı. Babacan yanaklı ve yüzünde derin bir kaç çizgi olan, şoförün önderliğinde. Adam yolu bir başkası için alacağından habersizdi. Hayat işte! Adam, günün stresini sırtına giyip koltuğa giydirdi, gözlerini kamaştırarak. Adam habersiz olduğu ‘bir başkası’nın menziline, otobüs şoförü ile birlikte demir attığında; gayri ihtiyari göz kapakları açıldı. Gözleri an ile ‘bir başkası’ ile buluştu. Tanışmanın arifesinde gözler bakışarak tanıştı.

Kadın, adamdan müsaade isteyerek yanına oturdu. Adamın ergenliğinden bu yana platonik aşk kurduğu, şarap kokulu kadınlar aklına geldi ve adamın ruhu utandı. O utanç yüzüne hafif bir kırmızılık sürdü. Kadın kızıl renkli saçları, ince dudakları ve bal renkli gözleriyle arz-ı endam etmişti yanında. Adam, gönlünün zoruyla kadına kaçamak bakışlar attı; yüzü kızararak. Kadın, boş gözlerle yola bakıyordu. Kaçamak bakışların yerini, hınzır bir fikir almıştı. Adam karşısındaki camın yansımasından kadını seyre daldı. Kadın, yanındaki adamın bakışlarını yakaladı; camın renk ummanında. İnce dudakları aralandı, küçük bir tebessümle. Camın yansımasında sadece adam ve kadın değil; şoför ve arkasında oturan iki yaşlı çift vardı, yüz çizgilerine bir ömür giydirdikleri…

Otobüs renk cümbüşü yaşayan işlek caddeden otobana saptığında, camdaki film bitmiş, ışık ve renk huzmeleri salahiyetini yitirmişti. Camın ardında kesik kesik beyaz çizgiler ve kara bir film şeridi. Adam bir süre yolda ki film şeritlerini, hayalleriyle, geçmişiyle ve yanındaki kadının suretiyle doldurdu. Kadınla konuşmak istiyordu. Ama nasıl? Kadının gözbebeğindeki ışıltıdan ‘dünden razı’ olduğu aşikârdı. Aşikâr olmasına aşikârdı ama… İstekli bakışlar, utangaç bir adamın bakışlarıydı.

Hemen yanlarından, sesiyle kulak zarı patlatan ve hızıyla şaşırtan bir motorsiklet geçti. Şoför panikledi ve an ile direksiyon hâkimiyetini yitirdi. Koca otobüs yalpaladı, şoför yılların deneyiminin verdiği bir atakla direksiyon hâkimiyetini kazandı. Sararmıştı ve korkmuştu. Kendine geldikten sonra; arkasında oturan yaşlı çiftle birlikte söylenmeye başladı. Kadın o ara ağzından bir sözcük düşürdü ”eyvah!” adam soğukkanlılıkla ”geçti!” dedi.

Gözlerin tanışmasının akabinde; tanıştılar. İsimlerini bağışladılar birbirlerine. Öyle ya! İsim, et ve kemikten müteşekkil olan insanın harcıydı. İsim, aklın ve kalbin nişanesiydi. Bir başka buluşmanın eseri tevafuk veya tesadüf.

Adam ve kadın, birbirlerine rakamlarını bağışladır. Ceplerinde taşıdıkları rakamları…
Yol ve yolculuk.

Orhan Kanza

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir