“Bugün çok güzel bir gün olacak. Hissediyorum. Rabbim, bugün bana yeni güzellikler sunacak.” Bu cümleleri yüksek sesle tekrar ederek okula doğru yürüyordum. Kulaklıklarımı taktım ama canım şarkı dinlemek istemiyordu. Sadece etraftakilerin, benim müzik dinlediğimi düşünmelerini istemiştim. Etraftakiler dediysem öyle pek kimse de yok sokakta. Bir delilik yapıp yan sokaktan yürüyeyim dedim ama buradaki herkes de bir delilik yapıp başka sokaktan yürümeye karar vermişler sanırım. Bir ben bir de önümde sağına soluna dikkatle baka baka yürüyen adam vardı sokakta. Pervazlarında kuşlar, pencerelerinde menekşeler olan evler olmasa da bizim sokağın evleri de idare ederdiler işte. Kaldırımlarımız Arnavut kaldırımı da değildi. Sıradan pembe gri kilit taşlarındandı. Bir pembe iki pembe üç gri… İşte ne olduysa o ‘dört pembe’ diye sayamadan oldu. Karşıdan bana doğru, gözleriyle benim diyen kralları el pençe divan durduracak, elinde çantasıyla gardını almış, savaşmaya hazır bir kadın geliyordu. Çantayı kaldırdı:
– Seni adi herif! Ne yüzle buraya geldin!
diyerek önümdeki adamın kafasına geçirecekti ki adamın manevrası sayesinde çanta benim kafamda mola verdi. Hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmese de kafamın üzerinde yıldızlar dönmeye başlamıştı. Dengemi tekrar sağlayabilmek için duvara yaslandım. Kulaklıklarımı çıkardım. Birkaç saniye öyle kalakaldım. Ufak bir özrü hakettiğimi düşünüyordum ama bunu benim dışımda kimse düşünmüyordu sanırım. Kadın adama üçüncü denemeden sonra sonunda çantayla vurabilmişti. Adam sersemleyince ayağından topuklu ayakkabısını çıkartıp adamın kafasına kafasına vurdu. Gerçekten ürkmüştüm. Neyse canım benim özür işi o kadar da mühim değil. Yanlışlıkla olmuştu zaten di mi ama?
Onları kavgalarıyla başbaşa bırakıp okula doğru uzakmakta olan kaldırımları saymaya devam edeyim. Nerde kalmıştım. Heh dört pembe, beş pembe, altı gri yedi p…
– Birader bi bakar mısın?
Döndüm bir de ne göreyim! Az önce malum kadından temiz bir dayak yiyen malum adam. Gülümseyerek yüzüme bakıyordu.
– Kusura bakma birader. Senin de sabah sabah başını ağrıttık biraz.
Benimle alay mı ediyordu yoksa ciddi miydi pek anlayamamıştım. Kafasına aldığı darbelerden sonra mimikleri yanlış çalışıyor da olabilirdi ama fırsat bu fırsat hakettiğim özrü alacaktım.
– Valla biraz öyle oldu abi. Başım hâlâ zonkluyor. Yenge de eli maşalıymış. Artık ne yapıp kızdırdıysan!?
Adamın yüzü birden değişti. Elini omzuma koyup:
– Sen buralarda yenisin belli. Deli Müjgan’ı yengen sandığına göre.
Deli Müjgan mı? Yani o kadın deli miydi? İyi de hiç öyle durmuyordu ki? Neyse canım akılla imanın kimde olduğu… yok böyle değildi bu. Amaan işte her neyse!
– Yan mahallede oturuyorum ben de. Yabancı sayılmam buralara. Nâmı yan sokağa gelmemiş demek ki Müjgan ablanın.
– Beni kocası sanıyor zavallı. Avrupaya mı Amerikaya mı, bi yere gitmiş bunun herif. Orda başka bir kadınla mı evlenmiş yoksa bunu aldatıp oralara mı kaçmış orasını tam bilemiyorum. Sonra bu bizim Müjgan kafayı tırlatmış. Beni de kocasına benzetmiş. Her sabah ben geçerken buradan, gelir kafama bir iki çanta vurur. Sonra o yoluna ben yoluma… Bugün Müjgan’ın çantasından senin de nasibin varmış delikanlı. Adımı söylemedim kusura bakma. Kafama o kadar çanta yiyince ister istemez devrelerde sıkıntı oluyor işte. Ben Mithat.
Bunları bana neden anlattın hiç bilemiyorum Mithat abi ama…
– Ben Selman. Abi kusura bakma ama her sabah bu işkence çekilir mi! Başka yoldan niye gitmiyorsun gideceğin yere?
– Bak delikanlı şu ilerdeki dükkân benim. Her gün buraya gelmek zorundayım. Başka yoldan da gelsem gelip dükkânın içinde kafama geçiriyor çantayı. Bu sefer hepten rezillik çıkıyor.
– Abi çağırın polisi, doktoru alsınlar madem mahalleden. Çekilir mi bu çile Allah aşkına!
– Biz alıştık artık evlat. Bizim mahallenin süsü oldu Müjgan. Diğer lokantalarda yer içer güç toplar sonra bende gücünü sınar. Her neyse ben seni tutmayayım daha fazla. İşin gücün vardır senin de. Karnın acıkır bir derdin olursa şu ilerdeki dükkân benim. Gelirsin derdine derman bulmaya çalışırız. Haydi Allah’a emanet.
– Eyvallah abi.
Nerde kalmıştık. Yedi pembe, sekiz pembe, dokuz g..
Saat kaç oldu acaba? Elimi cebime attım. Kulaklık var telefon yok. Hay Allah! Ulan kaptırdım mı telefonu yoksa düşürdüm mü? Yolu gerisin geri yürümeye başladım. Kafama çanta yediğim yere kadar geldim. Yok Allah kahretmesin. Gitti telefon!
– Afedersiniz beyefendi! Bunu mu arıyorsunuz acaba?
Arkama döndüm bir de ne göreyim! Deli Müjgan elinde benim telefonla karşıma dikilmiş duruyor. Allah şahit o an acayip irkildim. Benim desem kafama bir şeyler atar mı, yok değil desem arkamdan kovalar mı diye düşünmeye başladım.
– Sabahki olay için çok özür dilerim. İnanın bir kazaya kurban gittiniz. Sizi burada ilk defa görüyorum. Normalde bu saatte sokakta bir Deli Mithat, bir de ben olurum. İkimizin çıkacağı saati bilir mahalleli. Kimse çıkmaz sokağa.
Deli Mithat mı? Deli Müjgan Mithat abiye Deli Mithat mı diyor? Neler oluyor Allah aşkına burada!
– Şeyy… aslında Mithat abi sizin için şey demişti… yani işte…
– Deli Müjgan demişti değil mi? İlerdeki dükkan kendisinin demişti. Ben onu beni aldatan kocama benzettiğim için her sabah burada bekleyip dövüyorum. Hatta başka yoldan gitse dükkâna gidip rezillik çıkartıyorum.
Deli Müjgan nasıl her şeyi biliyor ki? Yoksa bu kadın deli görünümlü veli… yok canım daha neler!
– İyi de siz bunları nereden biliyorsunuz ki?
– Mithat mahallenin delisidir. Şu ilerdeki ev onun kayınpederinin eviydi. O gösterdiği dükkân eskiden onundu. Kirli işlere bulaşmış diye duyduk. Sonra iflas etti. İşi gücü batırdı. En sonunda karısı çoluğunu çocuğunu alıp terk etti bunu. Mithat da her sabah burada yürür karısının kendisine dönmesini beklerdi. En son karısı burada onu bir temiz dövmüştü. “Seni adi herif! Ne yüzle buraya geldin!” diye. Seninki kafayı tırlattı tabiî karısı buna dönmeyince. Beni de karısına benzetir gariban. Peşimden ayrılmaz. Ne vakit ki böyle sabah dayağını yiyor o zaman peşimi bırakıp yoluna devam ediyor. Benim de içim hiç el vermiyor ona vurmaya ama mecbur bırakıyor beni de. Bu sabah çantadan senin de nasibin varmış. Tekrar kusura bakma. Telefon da senin herhalde?
Valla o çantayla, ayakkabıyla adamın kafasına kafasına vururken bana çok samimi gelmiştin aslında ama senin dediğin gibi olsun.
– Evet benim. Alayım ben onu.
Elimi uzattım telefonu tam alacaktım ki
– Hoop öyle kolay değil. Nerden seninmiş bu telefon bakalım. İspat et.
– Ne demek ispat et! Müjgan hanım telefonumu alabilir miyim? Parmak izimle açılıyor zaten.
– Şaka yaptım canım sen de amma korkak çıktın. Böö desem altına kaçıracaksın!
Birden bir kahkaha patlattı. Telefonu elime koydu.
– Bilmediğin yerlerde çok diklenme sen yine de. Benden söylemesi.
Bu kadın gerçekten deli herhalde. Sokağı hızla gerisingeri yürüdüm. Bu kadar olaydan sonra okula falan gidemem zaten. Evime ve sakin mahalleme kavuşmak için can atıyordum. Birden önüme biri çıktı. Bugün ölmezsem eğer, bilmediğim yerlerden tövbeler olsun yürümeyeceğim.
– İyi misin evlat? Şu deliler sana bir şey yapmadı değil mi?
Ne yani bunların ikisi de mi deliydi! Allah’ım nereye düştüm ben!
– Amca ikisi de mi deliydi!?
– Ah evlat bunlar 4 sene evveline kadar gül gibi geçinen bir çifttiler. Sonra bu adam bu kızı aldatıp yurtdışına gitti. Şu ilerdeki dükkân bunlarındı. Bu garibim de çoluğunu çocuğunu alıp babasının evine döndü. Sonra bu Mithat geri döndü. Bu geri gelince Müjgan delirdi tabiî. İndi sokağa bunu bir temiz dövdü. Sonra bunların ikisi de kafayı kırdılar. Arada bir çıkar böyle o anı tekrarlarlar. Biz de işt…
Daha fazla bu “Kim deli?” hikâyesini dinlemek istemiyordum. Tüm bedenimle bir bıçak gibi amcanın sözünü kestim.
– Eyvallah amca her neyse. Geçmiş olsun ikisine de. Size de Allah sabır versin.
Sanırım bu mahallede herkes deli. Hayatımın şu aşamasında güzel bir fon müziğine ihtiyacım var. Delilerin arasında kaldım resmen. Kulaklığı taktım. En sevdiğim müziği açıp yürümeye başladım. Dokuz grii on pembei on bir pemb…
Birden karşıma ağlayan bir kız çıktı. Önümde durmuş ne sağa ne de sola gidiyordu. Benim geçmeme de müsaade etmedi. Kulaklığımı tutup bir hışımla fırlatıverdi. Ben napıyorsun demeye kalmadan açtı ağzını yumdu gözünü.
– Sizin gibi terbiyesizler yüzünden sokakta yürüyemez olduk. Giymişsin üstüne rengârenk bir mont takmışsın kulaklıkları müzik, son ses. Sağda solda insan mı var kimin umurunda. Şu kız niye ağlıyor bir derdi mi var kimin umurunda! Heh biri de görse adam sanır.
Sonra da beni itip yoluna hiçbir şey olmamış gibi ağlayarak devam etti. Telefonumu ve kulaklığımı çantama koydum. Koşmaya başladım. Birden gözüme sokak tabelası ilişti. “Akıllar Rafta Sokağı.” E belli kardeşim belliydi zaten. Koşmaya devam ettim. Kendi kendime yüksek sesle: “Bugün çok güzel bir gün olacak. Hissediyorum. Rabbim, bugün bana yeni güzellikler sunacak.”
Halime Aydın
1 Yorum