102.9 Sultan FM

— Sevgili dinleyicilerim, hepiniz radyolarınızın başına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Sultan FM’de Jüpiter Mehmet her akşamüzeri olduğu gibi yine sizlerle buluşmanın keyfini yaşıyor. Yaklaşık 2 saat boyunca birlikte olacağız, istek parçalarınıza kulak vereceğiz. Programın hemen başında her daim olduğu gibi bizlere ulaşacağınız adresleri hatırlatacağım. Büyük harflerle Sultan yazıp boşluk bırakıyorsunuz, iletinizi yazıyorsunuz. Yazmış olduğunuz mesajı 2666’ya gönderecek ve sevdiklerinize, eşinize, dostunuza Jüpiter aracılığıyla ulaştırabileceksiniz. Efendim,  bu bilgileri sizlere aktardıktan sonra Kulübe-i Ahzan’ı başlatıyorum. Haydi, yelkenler fora!

Arka fonda çalan hüzünlü müziğin sesini yükselten Dj, bir müddet sonra konuşmasına devam etti.

— Sevgili Sultancılar, günün ilk parçasını müsaadenizle sizlerin huzuruna sunmak istiyorum. Malum, son günlerde artan hain terör saldırıları sonucu yüzlerce insanımızı kaybettik. Gerek canlı bomba ile vatandaşlarımıza gerek askerimize, polisimize karşı gerçekleşen kalleş saldırılar, şüphesiz yediden yetmişe hepimizin yüreğinde deruni acılar bırakıyor. Elbette o hainler, kalleşler, birilerinin piyonu olanlar yine saldıracaklardır. Yalnız bilmelerini istiyoruz ki, biz yılmayacağız. Seksen milyon bir olacağız, beraber olacağız ve o terör belasını yeneceğiz inşallah. Şimdi bugünlerin anısına, şehitlerimizin hatrına şimdi Esat Kabaklı’ya kulak verelim istiyorum. Bize “ez oğlum” diyecek.

“O gün alelacele programa yetiştiği sesinden belliydi. Diyafram nefesini arada kaçırıyor, hışılamamak için kendini zor tutuyordu. Tecrübeliydi. Vaziyeti dinleyiciye çaktırmamak için çabalıyordu. Oysa durumu tahmin etmek hiç zor değildi, o nadir bulunan güzel sesine dikkatlice kulak verildiğinde.”

“Türkiye’nin en çok dinlenen radyosunda, akşama doğru sevenlerine hitap ediyordu Jüpiter Mehmet. Yaklaşık on senedir devam ettiği programıyla geniş kitlelere ulaşmıştı. Aşk acıları, evlilik halleri, iş bozuklukları; satıcılar, esnaflar, işçiler, memurlar, ev hanımları, öğrenciler… Programına her gün muhtelif kişilerden mesaj yağıyordu. O da bunu iyi kullanıyor, sanki mesaj atan kişi karşısındaymışçasına öğütler vermeyi ihmal etmiyordu. Bazen de fıkra ve esprilerle yüzünü güldürmeyi başarırdı dinleyicilerinin. Gelen mesajlara bakıldığında kitlesinin yurtdışına taştığını söylemek yanlış olmazdı.”

Küçük kâğıtlara tuttuğu hamişleri, en ince detayı kaçırmayacak şekilde temize çekiyordu, yeşil kaplı ajandasına. Günlerdir ülkenin en çok dinlenen radyo programını takip ediyordu. Zira alışık olmadığı bir durumdu bu. Zaman zaman can sıkıntısı baş gösterse de hemen dikkatini topluyor, işine odaklanmayı başarıyordu.

Yaklaşık on gündür tek işi bu olmuş; küçük, karanlık ve rutubet kokan odada her gün 2-3 saat yalnızlığı oynamak zorunda kalmıştı. Bu asil görev esnasında iki sessiz arkadaşı onu hiç yalnız bırakmadı. Kül tablasının dolmuş olmasını aldırmadan sarma tütünü yaktı, ilk seferde derin devletten daha derin çekti içine. Fincan çayı ise sigara tabakasının hemen dibinde pusuda bekliyordu.

“102.9, Türkiye’de en çok takip edilen frekanslar sıralamasında ilk basamaktaydı. Genç, yaşlı, yetişkin veya ergen her kesime hitap etmeyi başaran Sultan FM; dinleyicilerine bazen türkü, kimi zaman sanat müziği ve nostalji parçalar, kahir ekseriyetle halk dilinde arabesk olarak nitelenen şarkıları dinletiyordu. Jüpiter Mehmet’in Kulübe-i Ahzan programı en çok dinlenenler arasındaydı.”

Görevini layıkıyla yerine getirmek için günlerdir programı dinlemekle kalmamış, radyo ve Dj Mehmet hakkında bilgiler toplamıştı. Dikkatli ve özenliydi. Cümlelerini seçerken, beğenmediği kelimelerin üzerini çiziyor, farklı kelimeler serpiştiriyordu, cümlelerin içine. Tutmuş olduğu raporun beğenileceğini umuyordu.

Ajandanın muhteviyatını doldurmaya yoğunlaşmışken, cebindeki telefonun titrediğini fark etti. Zehra’ydı arayan. Kısık sesle, “Efendim hayatım” dedi. Küskün ses direkt konuya girdi, “Beni hep ihmal ediyorsun. Görüşmeyi geçtim, kaç gündür doğru düzgün konuşamıyoruz bile canım.”

“Benim işim bu Zehra” demekle yetindi, geçiştirircesine. Devam edecekti ki; kulaklarını, duymaya aşina olduğu cümlelere hazırladı: “Hayır! Senin işin o değil. Öğretmensin hayatım. Eğitim fakültesi mezunusun sen ya. Asıl işin polis değil öğretmenlik. Çok kanıksama istersen! Şunun şurasında otuzuna ne kaldı? Sözleştiğimiz gibi bırakacaksın inşallah o zaman. Hem şunu hatırlatmak isterim, senin yerin emniyet değil okul, sınıf, çocuklar… Anladın mı?”

Bu sözlere alışıktı. O yüzden aldırış etmeden sigarasını tüttürmeye devam etti. Biliyordu. En ufak bir karşılık Zehra’yı ateş topuna çevirebilirdi. Azarlayıcı sözler bombardımanı devam ederken, radyo programını takip etmesine neden olan kişinin adını işitti dj’den. Zehra’ya hiç bir şey söylemeden kapattı telefonu. Kulaklarını Jüpiter’e dikti.

“Bizi hiçbir zaman boş geçmeyen kişiden mesaj var arkadaşlar. Galiba kimden olduğunu hepiniz anlamışınızdır. Yine içeriği hoş bir ileti bırakmış bizlere. Yani, bu kadar senelik radyocuyum, inanır mısınız hiç görmeden insanın kendini ne kadar sevdirebileceğini anladım. Sadece yazdıklarıyla kişi sevgisini nasıl hissettirebilir, bu arkadaşta öğrendim. İsmini bilmesek de iyi bir insan olduğundan şüphemiz yok. O Dilruba’sını bulmak için geziyor şehir şehir. Sadece ben değil, bütün sultanlar onu tanıyor, biliyor. Galiba dört gündür Elazığ’daydı. Bugün ise hemen komşu şehrine geçmiş. Müsaadenizle mesajı okuyorum; Mehmet ağabey Nidiyon la? Burada böyle sesleniyorlar insanlar birbirlerine. Kendimi gerçekten Jüpiter’de gibi hissediyorum. İnan! Dilruba’ya çok yaklaştım, biliyorum. Ha bulamasam da üzülmeyeceğim. O kadar güzel şehirlerimiz var ki her taşı seni, beni yansıtıyor. Ağabey şu an Sivas’tan yazıyorum. Çifte Minare’nin hemen yanı başındaki çay bahçesinden. Senden ricam “Sen Sivas’ı Seyret” parçasını gönderirsen Dilruba’ma, müsterih olurum. Unutmayın, güneşli günler yakın arkadaşlar.”

fm-radio-770x433_c

Jüpiter’in mesajı bitirmesiyle, emri yerine getirmek için telefona sarıldı. Telaşlıydı. “Başkomserim! Şahıs yeni ilde olduğunu belirten ileti bıraktı” diyerek özetledi durumu. Adana şivesinden kurtulamayan komiserden aldığı cevap net oldu, “Geliyrum Gardaş!”

İstihbarat gerçekten doğru muydu, yoksa bir delinin kuyuya attığı taş mıydı? Soru, aklının bir köşesine kamp kurmuş gibiydi. Gerçekten terör örgütü, ülkede en çok dinlenen radyo programıyla gönüldaşlarına mesaj yollaması… Bu düşünce sık sık zihnini kurcalıyor, sonra polis okulunda öğrendiklerini hatırlayınca yarıda kesiyordu.

“Söylesene sen terör örgütü lideri olsan mensuplarına nasıl mesaj yollardın?” Komiser Hakan, lafı eğip bükmeden yöneltmişti soruyu. Afallamıştım. ‘Acemi polis’ damgasını yememek için aklıma ilk gelen “kimsenin fark etmeyeceği metot denerdim” cümlesiyle geçiştirmeyi denedim. Tabiî ki tutmamıştı. Komiserim ustalıkla ısrarına devam etti: “Ben de onu soruyorum. Nasıl bir metot?” Elimin terini pantolonuma çaktırmadan sildim. Acilen cevap vermem gerekiyordu. İstihbarat Daire Başkanlığı’nda yeni göreve başlayan polisin acı dramını yaşatmak istemiyordum. Sükûnet hâkim oldu arabanın içinde. Yavaş konuşmayı şiar edinmiş pos bıyıklı komiserim, “Telaşlanmana gerek yok. Kabul ediyorum, zor soruydu. Senin yerinde olsam muhtemelen ben de cevap veremezdim” dedi, ortamı yumuşatmak için. Ardından başladı anlatmaya Hakan Komiser. Sık sık sigarasını çekiştirdi ve yavaş konuşmasıyla dikkati kendinde toplamayı başarmıştı.

“Fark ettin mi, bilmiyorum. Benim arabada sürekli bu frekans sabittir. Üşendiğimden mi yoksa başka bir sebepten midir kestiremiyorum. Benim için hem ulak, hem stres atma yeri hem de eğlendiğim, güldüğüm aktivite. Dediğim gibi diğerleri gibi habis değil, güzel programlar var. İyi de şarkılar dinletiyorlar. Daha ne olsun? Benim gibilere çok bile. Şu an ki programın adına dikkat kesildin mi? Jüpiter Mehmet ile Kulübe-i Ahzan! Yani Hüzünler Kulübesi. Farklı isim bulmuş değil mi? Ne biliyim, hoş geliyor kulağa. Birkaç haftadır dikkatimi çeken bir ayrıntı var programda. Elemanın biri Türkiye’yi gezdiğini söylüyor. Aşkını mı, sevdiğini mi ne arıyormuş! Öyle bir şey işte. Gençsin, sen anlarsın. İki-üç güne il değiştiriyor, mesaj atıyor radyoya. Sunucu da her defasında okuyor. İlk mesajı attığında yine dinlemedeydim. Bana garip gelmişti. Adam Dilruba’yı arıyorum diyor, bunu söylerken de afili, kulağa hoş sözler yazıyor. Güneşli günler, aydınlık gelecek falan… Sence de tuhaf değil mi?”

Sanki yine bu suali yanında yöneltmiş gibiydi. Komiserin görevi tebliğ ettiği günü unutamamış, hatırlarken dahi ürküyordu. Günlerdir yoğunlaştığı iş, hayattan fazlasıyla soyutlamıştı onu. Sabah akşam Jüpiter Mehmet ile yatıp kalkıyordu. Komiserin “hiss-i kable’l-vukû” diyerek verdiği görev, sadece rüyalarını değil; hayallerini, düşüncelerini etkiliyordu artık. Adeta hayatının mihenk taşı olmuştu sanrılar.

Sert giriş yaptı odaya Hakan Komiser. Kapının açılması, katranlığıyla meşhur odaya ışıkları doldurmuştu. Girişi her ne kadar hızlı olsa da konuşması ters orantıdaydı. Küçük iskemleye oturdu. Başladı, itinayla seçilmiş cümlelerle kaplı konuşmasına: “Bak genç adam! Hayatta bazı ahvallerle karşılaşırsın. Neden, niçin, niye, kim sorularını soramazsın. Hani, bir vazifeyi ya da mesleği hayatının esası kabul edersin, ayrılınca boşluğa düşersin ya. Biz de boşluğa düşme, Azrail ile tanışınca olur. Bilmem anlatabildim mi? Unutma! Bu meslekte en yakınların seni satabilir, yarı yolda bırakabilir. Gözünün yaşına bile bakmazlar. Arkandan ağlayanlara umursamazlar bile. O sebeple bizim iş bir kere değil, on kere düşünmenin yeridir. Hatta hayatını etkileyen kararlarda yüz kere, bin kere! Bak yakışıklı, sana verdiğim görevlerde tıpkı bunda olduğu gibi temiz malumatlar isterim. Sen, mümbit minvalde yürü, hayatında ve işinde elbet güzellikler seni bulacaktır. Nişanlının dırdırlarına da aldırmamaya devam et. Çare yok! Dilruba’da dâhil hepsi aynı zira. Sen zeki insansın, uzatmayacağım söyleyeceklerimi. Adanalı olmam senin gibi Sivaslıları sevmeme engel teşkil etmez gardaş. Eeee!!! Bakma öyle bön bön yüzüme. 102.9 Jüpiter Dosyası kapandı. Masana geç… Arkadaşlar asli görevini tevdi edecekler birazdan.”

Ne diyeceğini bilemedi. Bir an, son günlerde artan anlamsız rüyalardan biri olduğunu düşündü. O kadar çalışması, uykusuzluğu hatta Zehra’yı ihmal etmesi beyhude olmamalıydı.

Komiser kapıya yöneldi. Bıyık altından gülümseyerek söylediği cümleyi hayatı boyunca hiç unutmayacaktı, “Aramıza hoş geldin çömez!”

Abdullah Uluyurt

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir