10 – 7

Yaklaşık on dakikadır, kitaplığımın önünde, nereden aldığımı hatırlayamadığım eski bir kitabın rastgele açtığım sayfasına bakıyorum. Yaklaşık on dakika. Ne kadar yaklaşık? Onu bilmiyorum. Konsantrasyon bozukluğu yaşayan biriyimdir, tanıtmak gibi olmasın. Sayfaya dalıp gitmişken, on dakikaya ne kadar yaklaşırsak “yaklaşık on dakika” diyebiliriz, diye düşündüm. Mesela yedi dakika bana göre çok yaklaşmamıştır on dakikaya. Küs bile olabilirler. Arada üç dakika var diyeceksiniz. Ama üç dakika dediğin aynı zamanda yüz seksen saniye. Ve hatta on bin sekiz yüz salise.

Üç.

Yüz seksen.

On bin sekiz yüz.

Araya nasıl da uzaklık girdi. Ayrıldılar on dakika ile yedi dakika. Zaten ayrılık dediğin ayrıntıda gizlidir. Şeytan da ayrıntıda gizliyse, ayrılık şeytandır ya da şeytandandır. Boş verin! Matematikte de çok iyi olduğumu söyleyemem.

Bir de saate bakmadan bu “yaklaşık on dakika”yı nasıl hesap ettiğimi düşündüm sonra. Aklıma biyolojik saat denilen kavramın anlatıldığı bir program geldi. Programı hatırlamaya çalıştım, hatırlayamadım. Biyolojik saatim yaklaşık çalışıyor, hafızam hiç çalışmıyor diye düşündüm. Bu düşüncelerin arasına düştüğümdendir, bir anda kendime gelip ben bu kitaplığın başına nereden geldim, diye düşündüm. Karnımın gurultusu beni kendime getirdi. Yataktan yeni kalktığımı hatırladım. Yataktan yeni kalktığımı saçlarımın dağınıklığından veya gözlerimin şişliğinden de anlayabilirdim ama uzun zaman önce bıraktım ayna kullanmayı. Bana beni doğru göstermiyor, diye düşündüm. Çünkü baktığım yüz değişmezken gördüğümden hissettiğim değişiyordu. Bir gün nefret ediyordum kendimden. Büyük ihtimalle kötü bir şey yaşamışımdır. Kesin yaşamışımdır. Yaşamışsam büyük ihtimalle hata yapmışımdır. Kesin hata yapmışımdır. Aslında çoğu zaman kendimden nefret ediyorumdur. Yani aslında tam kendimden nefret etme duygusuna alışacak ve benliğimi böyle kabul edecekken bir mutlu yüz görüyorumdur karşımda, deliye dönüyorumdur. Bu mutluluk geçici diyemiyorumdur kendime. Ya da diyorumdur da kendimi inandıramıyorumdur. Nefreti, tiksintiyi kendime yakıştırıyorumdur da mutluluğu kendime yakıştıramıyorumdur. Yakıştırdıklarım ve yakıştırmadıklarım birbirine uyumlu olmadığından evimdeki aynalara “Bizimle değilsiniz” demişimdir. Çok bağlantılı olduğunu düşünmüyorum ama asansör kullanmamamın sebebi de galiba budur. Bir de ben aynalara hakikaten “Bizimle değilsiniz” dediysem kaliteli programlar dışında saçma sapan programlar da seyrediyorumdur.

Dur!

Yorganı üzerimden attığım anda hissettiğim ürperti tekrar geldi, sırtımı okşadı, gitti. Yataktan kalktıktan sonra banyoya gittiğimi hatırladım. Banyoya giderken, şükür, demiştim. Kombili evde yaşamak büyük rahatlık. Şimdi uyku sıcaklığı ile soğuk suyu yüze vurmak nasıl da sinir ederdi insanı. Kafaya bir balyoz darbesi indirir gibi çarparsın ya suyu. Bak şimdi de soğuk suyla yüz yıkamanın aslında çok sağlıklı olduğu ile ilgili bir sağlık programı geldi aklıma. Boş verin bunları. Sıcak su varken ne gerek var, diye düşünmüş müyümdür banyodayken? Bilmem, geçmiş zaman. Ben şu an kütüphanenin önündeyim. Bunu düşündüğümü düşünürken banyodaydım. Sonra sıcak suyu açtım. Su soğuk aktı ilkin. Nasılsa ısınır diyerek bir avuç suyu çarptım yüzüme. Su aniden kaynar akmaya başladı. Ellerim yandı. Bir süre suyun soğumasını bekledim. Soğudu. Tekrar bir iki avuç suyu yüzüme çarptım, ellerimi yıkadım. Su yavaş yavaş ılımaya başlamıştı ki kapattım musluğu. Ellerimi kurularken yine şükretmiştim. Kombi büyük rahatlık. Suyu fazla akıtma işini de çözersek.

Banyodan çıktıktan sonra mutfağa gitmiş olmalıyım. Eğer gittiysem şu anda bir ocakta çay suyu, diğer ocakta iki yumurta kaynıyor olmalı. Sabah kahvaltısını özenle hazırlarım çünkü. Beyaz peynir, en az iki çeşit reçel, zeytin, salam… Olmazsa olmaz haşlanmış yumurta. Olmazsa olmaz iki tane haşlanmış yumurta. Özenle hazırladığım kahvaltı sofrasından yumurta haricinde hiçbir şeye dokunmadan kalkarım. Bunun bir nedeni yok. Keşke bir nedeni olsaydı. Bu neden hakkında bir şeyler anlatır kendimce mantıklı bulduğum cümleleri sıralar ve sizi ikna ederdim. Peki, bu ne işime yarardı? Sizi ikna ettiğimde yumurtalar çift sarılı çıkacaktı. Ya da ben kendimi bir sebepten ikna etmiş ve bu sebebi unutmuş olabilir miydim? Bunun cevabının evet olması gerekir çünkü neden kitaplığın önünde olduğunu düşünen biriyim. Neden burada olduğumu bulursam kahvaltı problemini de çözerim diye düşünüyorum.

Özenle hazırladığım ama yerken özensiz davrandığım kahvaltım mutfak masasının üzerinde beklerken çayımla birlikte odaya geçerim. Çayı kahvaltıda ince bellide içerim, odaya geçerken fincanda… Çabuk bitiyor yoksa. Bir şeye odaklanmışken çayın bitmesi sinir bozucu. Konsantrasyon bozukluğu olan birinin odaklanma gibi bir kelime kullanması daha sinir bozucu. Daha da sinir bozucu olanı, şu an odamdayım ve odada herhangi bir yerde içinde sıcak çay olan bir fincan yok. Soğuk çay olan bir fincan da yok. Boş fincan da yok. O zaman mutfakta kaynayan bir çay veya haşlanmayı bekleyen bir, pardon iki yumurta da yok. Peki beni mutfağa dahi uğramadan odaya getiren şey nedir? İşte asıl sorun bu. Asıl sorunu bulabilmek için elimdeki kitaba mı dönmeliyim, yoksa elimdeki kitabı bırakıp kendimi tedirgin etmeden mutfağa gidip rutin hayatıma geri mi dönmeliyim? Çünkü bu soru işaretinin üzerinde kayarken kitaba dönmek gibi bir istek duymuyor insan. Problemden kurtulmak istiyor. Rutine dönüp her şeyi unutmak istiyor. Unutmak mı? Düzeltiyorum. Rutine dönüp her şeyi unuttuğunu unutmak istiyor insan. Psikolojik sorunlarım yok. Sadece konsantrasyon bozukluğum var. Bir de seçim yapmakta zorlanırım bazen. Çok seçenek varsa işin içinden çıkarım da iki seçenek karşısında ne yapacağımı şaşırıyorum. Bu nedenle, bana göre en zor testler doğru-yanlış testleridir. Sizin doğru mu, yanlış mı olarak gördüğünüz testlerde ben şunları görüyorum:

Doğru mu? Yanlış mı? Doğru mu doğru? Yanlış mı yanlış? Doğru mu yanlış? Yanlış mı doğru? Doğrunun doğruluğuna bir tek ben mi inanıyorum? Yanlışın yanlışlığı bana öyle geliyor olabilir mi? Doğrunun yanlışlığını kanıtlayan biri çıkarsa ne yaparım? Yanlışın doğru çıkma ihtimalinde hayatım ne kadar değişir? Yanlışın içinde de yanlış ve doğru çıkma ihtimali çözümü sonsuza götürebilir mi? Çünkü yanlışın yanlış çıkma ihtimali de doğru veya yanlış…

Boş verin!

Dediğim gibi, matematik konusunda rezaletim. Bu nedenle bana göre iki sayısı sonsuzdur. Bu teorimi hiçbir yerde açıklamış değilim. Toplum buna hazır değil elbette. Bir de elimde yeterince delil yok.

Şimdi ne yapacağım konusunda bir fikrimin olmasını çok isterdim. Ve hatta bu kadar şeyden sonra neden bir kitabın önünde beklediğimi bulabilmeyi de. Ama odaklanamıyorum ben. Bence biz, yani ben ve siz okuyucular, her şeyi bir kenara bırakıp şükredelim. Kombi için değil. Şükredelim ki mutfakta bir çaydanlık ve iki kaynayan yumurta bırakmış ve elindeki kitaba dalmış, sonrasında da yanan evin ortasında kalmış veya yüzü gözü kömür karası olmuş, bir itfaiye erinin kucağında evinden çıkarken fotoğraflanmış ve haber yapılmış bir adam da olabilirdim. İyi ki mutfağa hiç uğramamışım. Belki de yataktan da çıkmamışımdır. Midem bana bir oyun oynuyordur. Ben böylece başıma hiçbir bela gelmeden kalakalmışken, belki de bana kızıyorsunuzdur. Ne okuduk şimdi biz, diye. Kızmayın. Çok da dert etmeyin. En fazla, ömrünüzden on dakika gitmiştir.

Yani…

Yaklaşık.

Ömer Can Coşkun

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • Rukiye , 13/02/2020

    Kitaplığın önünde durmazsak iyi olur ☺️

  • lisanı_münasip , 20/03/2018

    keyifli bir öykü kalemine sağlık:)

  • zeynep k. , 08/03/2018

    Uzun zamandır böylesine, taşlarla bir dünya kurmak isteyip de pirinçten taş ayıklarcasına yahut güneşe öylesine bırakılmış yünleri bir şeyi ararcasına didikleyen bir öykü okumamıştım. Acayip zevk aldım! Ömer abinin yolu hep aydınlık, kafası aydınlığa giden yolda hep böyle karışık olsun. (Karışık derken iyi bir şey dedim. İnşallah benim iyi’mle herkesin iyi’si aynıdır.)

  • Zebun , 06/03/2018

    Yaklaşık olarak güzel ama güzele değil, ötesine daha da yaklaşık bir öykü, tebrikler Ömer Can Coşkun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir