Sırtına saplanan bıçaklarda gelinliğini kurutan kadınlar, aynada en güzel halini yakalamadan evden çıkamayanlar, ayrılık mektubunun pullarını taşıyan posta memurları, her yüz senede bir nutku tutulan güneş, kreşlerde unutulan çocuk cesetleri, susma orucunu ilk kuşatmada bozup bayrak çekenler ve ata edilen yemin…
İçeride patlayan mayınlar, annesiz büyüyen bomba imha uzmanları, dünyayı üç talakla boşayıp çevre gezegenlerin kalçalarında ceviz kıranlar, felsefi bir problem olarak zihin dünyamıza konuşlanan çok güzel kadınlar, hanımlar, hanım hanımcıklar, uzak ihtimaller ve utanç…
Önce sağa, sonra sola, sonra tekrar sağa bakanlar, damatlığını satanlar, ekmeğini taştan çıkaran kuyumcular, gençliğin ilk taksitini kuyumcuda bırakan yeni evliler, daraltılmış pantolonlar, genişletilmiş baskılar, sarartılmış tövbeler, format atılan hayatlar ve yangın merdiveni…
Mihrabı yıkılınca camiye dönen assolist eskileri, kıblesiz mescitlerin altın varaklı kubbeleri, karpit vurulmuş tropikal meyveler, altı pasa girince kendini yere atan mağduriyet, yakın markaj, önemsiz olmanın önemi ve dip notlar…
Gâvura gâvur demeyi marifet sayan dik başlar, erkek haykırışlar, akşamdan suda bekletilen barbunyalar, ideolojik rahatlık ve tatlı rüyalar…
Gül dalından kam alan Hint bülbülleri, Coco Star’ın içinde saklanan havuçlar, çağımızdan etiyle-kemiğiyle nefret eden kasaplar, yakışıklı kasaplarla ciddi düşünen veganlar, AMATEM’den raporlu vesvese bağımlıları, takıntıya iltisaklı içsel evrim terapistleri, göz pınarlarından boşalıp gamzelerinde biriken rimel ve ellerin…
Sınavda çıkmış soruları ezberleyen basın sözcüleri, sır kapılarının cevap anahtarlarını maliyetine satan kaba softalar, kellesini çocuk koltuğunda taşıyan ulaklar, Mariana Çukuruna dalış tüpleriyle inen kurgusal metin yazarları, kurutulmuş gazap üzümleri ve göğsümü kanırtan broş…
Kalbini arsenikle yıkayan iyi niyet elçileri, kalbini derin dondurucuda soğutan kültür ateşeleri, kalbini hipoya bastıran kardiyoloji uzmanı cerrahlar, kalbini tuz ruhuna yatıran gündelikçi kadınlar, kutusuna gidenler ve işaret dili…
Kristallerin magma tabakasına ruh üfleyen cam sanatçıları, cami avlularında birdirbir oynayan yaşlı adamlar, yanlış batılılaşan terakkiperver fırkalar, fıkrasına gülünmeyen stendapçı Mehdîler, kısırlaştırılmış konsolos köpekleri, papyon takan kediler ve şiddetin tarihçesi…
Şehrin anahtarını çilingire teslim eden yerel yönetim uzmanları, demokrasimizin kıç beyleri, gözyaşlarımızı tüketen kapitalistler, göz çukurlarında kâğıttan gemiler yüzdüren romantikler, kavga anında bilincin belinden çıkardığı tarihi samuray kılıcı ve evet, ben de, Jule Cesar…
Kesişen doğrulardan püsküren lavlar, üçüncü vitese atamayan sürücü kursu eğitmenleri, virajı alamayan tüccarlar, vurdurma vur diyen fesatçı yüreğin şahmerdanı, mekanik saat tamircilerinin boşa giden yılları ve ekinokslar…
Oynar başlıklı tıraş makineleri, çelişkilerini asetonla seyrelten şuh bakışlı kimyagerler, yere tükürülen insan eti parçalarını süpüren kuaför kalfaları, vektör tabanlı sektör analizleri, büyümekten korkmayan kalkınma ajansları, beş asırlık ulusal eylem planı ve yatak…
İmamın kayığına binince özgül ağırlığını kaybeden koramiraller, günün ilk ışıklarını karanlık geceler için biriktiren spritüal yaşam koçları, hemofili hastalarına uygulanan aşağılık kompleksi, kulaklığı çıkardığımda canına kıyan si bemoller, aniden berraklaşan gerçek dünya ve DM X…
Bir yerden tanıdık gelen yalancılar, demiri tavında döven meslek grubu öğretmenleri, nefsin basamaklarını merdivenle çıkan kalıp ustaları, kirpiklerin okunu kınından çıkaran gözbağcılar, bitkisel yaşam mimarları, küflenmiş jiletler ve kan taşları…
Kendi söküğünü derisine diken terziler, aslanları açlıkla eğiten panayır maymunları, kursakta ödem yapan heves borusu, Jules Verne, sefiller, ayrılık çanı ve pazartesi…
İnsan olmaktan hicap duyan hayvan severler, rızasız bahçenin gülünü deren mevsimlik şeftali işçileri, yataklarını yadırgayan hasta bakıcılar, dünya vatandaşları, Türkiyeliler, Afgan tazıları, Sovyet tankları, CIA, Peştunlar ve Hazaralar…
Dokuzuncu Kolordu Komutanlığı’ndan emekli apartman yöneticileri, çocuklarının adına para bastıran anti-faşist diktatörler, devlet yardımıyla geçinen yardımsever aktivistler, psikolojisi yerle yeksan olan klinik psikologlar ve masaj koltuğu…
Kaybettiği netliği bahar temizliğinde bulan çamaşır suyu müptezelleri, kendi içine inemeyen sondaj mühendisleri, çok sesliliğe katlanamayan ameliyat hemşireleri, garsoniyer kiralayan basınımızın güzide emekçileri, imgelerden merhamet bekleyen sosyal güvenlik uzmanları ve med-cezir…
Hem sahada hem masada kazanan Rus ruleti oligarkları, ergenlik yaşını otuza çıkaran Gençlik ve Spor Bakanları, Şairlik Meslek Lisesi’nin boynu bükük hademeleri, bakışları sokak fenerlerinde asılı kalan şair kadavraları ve sana da günaydın, merhaba poğaçacı…
Aşınan kemiklere platin takan Yahudi asıllı sarraflar, çerez politikasını oy çokluğuyla kabul eden site yöneticileri, internet geçmişini peçeteyle silen temizlik personelleri, sesin ahengini anlamın frengisine feda eden süzgün bakışlı sopranolar, geri vokaller ve derinlik sarhoşluğu…
Has Peygamberin devesini kumlara batıran kutsal emaneti ”vahye bağlı öğreti” diye vehmeden ilahiyat profesörleri, halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçundan tutuksuz yargılanan gönül mimarları, Çinçin pavyonlarında vakfeye duran tebliğciler, kıt kanaat geçinen kanaat önderleri, putlarını kırdıkça yenisini peydahlayan matruşkalar ve sürme çektiğin gözlerin, kabaran bir hesabı kapatır gibi. Ne Eyyûb ile ne Yakûb ile.
Taşlar ile çağırayım Mevla’m seni!
Bahadır Dadak
Resim: Dagmar Hochová
4 Yorum