1- Günün vakitlerini evrad-u ezkâr ile geçirip arta kalan vakitlerinde de İhyâ, Kūtu’l-Kulûb, Avârifü’l-maârif veya Mektubât okuyanların sözleri başımız üstündedir. Lâkin gece gündüz Hasan Ali Toptaş okuyup söz gelimi Ülkü Tamer mısralarını sertaç eden ve sekülerlerin metinlerine ve edebiyat ilişkilerine bilinçaltında hayran olan sözde dervişlerin bize “Bırakın bu işleri” demesi fasittir.
2- Fasittir çünkü onlar bu işi yapmamamız gerektiğini bir doktrin ve masivadan uzaklaşma etrafında açıklamak yerine bizi tahfif ederler. Bu tahfifin nazari bir tarafı yoktur, yoktur çünkü bize bunun malayani olduğunu söylerken kendileri sekülerlerin metinlerine hayrandır ve kentlidirler. Resmi söylemin bilinç altlarına dokuduğu “ideal yazar, ideal entelektüel” kodları dervişlik hırkalarındaki yamaların altından görünmektedir. Bu yüzden de derviş isek üzerimizde hırka görmek isterler. Değilsek neden o hırkalarının altındaki yamalara benzememektedir kumaşımız. Benzemez çünkü biz ilk hikâyelerimizi dedelerimizden dinledik, Memduh Şevket’ten okumadık.
3- Onların nezdinde bizler köylüyüz ve edebiyat köylülere has bir iş değildir. Bizler odun taşımaya ve kırmaya, bunu yapacak yerlerde yaşamıyorsak da çay içip içimize kapanmaya lâyık varlıklarız. Bu yüzden de kendimize lâyık olanı yapmalı ve bu “yazı çizi işini” bırakmalıyız. Onlar bizim yazdıklarımıza yazı çizi derken bilinçaltındaki isimlerin yazdıkları şiirdir, öyküdür, novelladır.
4- Bunlardan anlaşılacağı üzere güya yüce gayelere zihinlerini rabt ettikleri için bizim işimizi denî görürler, bize de bu “yazı çizi” işini bırakıp yüce gayelere rabt olmayı salık verirler. Anlaşılacağı üzere yüce gayelere zihinlerine rabt etmek yerine seküler hayranlığa rabt olmuşlardır.
5- Bazı hassasiyetleri taşıyor ve bu hassasiyetlerimizden dolayı gerilim yaşıyoruz. Bu dünyaya ait olamayacağımızdan eminiz. Çünkü dedemizin dizi dibinde eski radyoda “Hor görme sen toprağı, toprakta kimler yatur, Hani bunca evliya, yüzbin peygamber yatur” ilahisini dinleyerek büyüdük. Dünya ve ahiret arasında sürekli geriliyoruz. Bu gerginlikle fırlatıyoruz söz oklarımızı. Gerilimi taşıdığımız için dışarıya ait olmayacak ama bu gerilimi iç dünyasının farkında olmayanların da zihin dünyalarına taşıma gayretinde olacağız.
6- Edebiyatı rasyonel bir uğraş olarak görmüyoruz. Bunu boş bir uğraşı olarak gören ehli zikrin haline gıpta ediyor lâkin bunu boş bir iş olarak gören dört duvar arasında, “eşinin dizi dibinde”, “evli mutlu huzurlu”, “sıcacık aşım ağrısız başım”, olanlardan da hoşlanmıyoruz. Birincinin boş demesi başımız üstünde ikincinin boş demesi ayağımızın altındadır. Yaramız var ve bundan daha iyi bir yara bandı bulamadık. Ve bu yara tanınma arzusu da olabilir ama tanınma arzusunu da sizi aslında kimsenin tanımayacağı toplumca geçersiz bir alanda tatmin etmeye çalışma masumluğundayız. Çok masum değiliz ama köşe dönme gibi hırslarımız da yok. İnsana dair maluliyetlerle malulüz.
7- İnsana dokunan, insanı anlatan, insanın zalimliğini ve acziyetini ortaya koyan kısacası insanca olan her metne değer veriyoruz. Acziyetinin farkında olmak, rabbiyle kibirlenmekten çok daha üstündür.
8- Nazarın önce insana çevrilmesi gerektiğinin farkındayız. Doğayı, insanı ve de hayatı anlamayanların sözlerimizi garipsemesi son derece doğal. Hâlbuki metafiziğe giden yol fizikten geçer. İnsanın kalbine dokunmadan, ilahi elleri avucunda hissetmenin imkânı yoktur.
9- Kibir her zaman başkalarına muhtaçtır. Başkalarının küçüklükleri üzerinden büyüklük yapılır. Eğer küçük yoksa bir şekilde bazıları küçük görülür. Çünkü insan anlamı yamultmakta mahirdir. Eğer rabbini de arkasına almışsa yapamayacağı şer yoktur.
10- Rahatsızız ve birazcık rahatınızı kaçırmak istiyoruz.
Edebifikir
12 Yorum