Bohemyalılarda Bindikleri Dalı Kesebilecek Cesaret Var mı?

Bu yazıyı üçüncü kez yazıyorum. İlki nükteli, latifeli bir metindi fakat aynı zamanda fazla yapmacık, süslü ve yer yer çelişkiliydi. İçime sinmediği için sildim. İkinci yazımı Mehmet Raşit’in Bahadır’a yazdığı cevabı okuduktan sonra sildim. Sert bir yazıydı, biraz daha dengeli bir metin ortaya çıksın istedim. Bakalım bu yazıda tatlı sert bir üslûbu tutturabilecek miyim? Doğrusu, Bahadır Dadak’a hücum etme isteğiyle doluyum fakat onun asıl hedefi Mehmet Raşit olduğundan isteğimi dizginliyorum. Hem ağabeyim hem de dostum olarak gördüğüm Sulhi Ceylan’a karşı ise biraz cüretkâr olacağım. İnsan bazen sınırlarını zorlamadan haddini bilme imkânına kavuşamıyor. Ayrıca iddiasız bir kavga olmaz, her savaş bir sav ile başlar. Bu savaşı biz başlattık; kaybetsek bile belki haddimizi öğreniriz. Bütün bunların ötesinde hiç tadım yok çünkü Üstad Muharrem Cezbe mektubuma cevap vermedi. Onun desturu olmadan giriştiğimiz bu kavga yüzünden başımıza bir belâ gelecek diye endişeleniyorum. Esasen Peride Nigar Hanım’ı mevzuya dâhil edebilsem üstadımız dayanamayıp sükûtunu bozabilir. Gelin görün ki hanımefendinin huyunu suyunu bilmiyorum, medet umarken gazap bulma ihtimalim de var. Bilenler bilir, bu iki muhteremin arası pek de hoş sayılmaz. Neyse artık, ikisi de büyüğümüzdür, lütfedip teveccüh ederlerse de başımız üstüne, etmezlerse de.

Sözün burasında Edebifikir okurları için bir not düşmek istiyorum. ‘Bohemyalılar’ başlığıyla yayımladığımız metindeki bid’at kelimesine takılan bir okuyucumuz oldu. Dinî hassasiyetimizden şüphe edilmesine gerek yok. Edille-i erbaa’ya tâbîyiz. Kelimeleri, lafzî ve ıstılahî anlamlarını dikkate alarak kullanıyoruz. Mesela Bahadır Dadak bize cevaben yazdığı metinde şöyle bir cümle kurmuş:  “Tövbe edin. Tövbenizde sebat edin. Ya da bize cizye verin.” Buradaki cizye kelimesi ıstılahî olarak gayrimüslimlerden alınan vergiye tekabül ediyor. Lafzi olarak ise haraç ve vergi anlamına geliyor. Biz Bahadır’ın bu kelimeyi lafzî anlamıyla kullandığını bildiğimizden bunu mesele yapmıyoruz. Gerçi Bohemyalılar dahi teslis ve bid’at gibi kelimelere gereğinden fazla takılmışlar. Nükte ve latifeden anlayacaklarını sanmakla hata etmişiz galiba. Mânâlar iplikten ince, kelimeler de biraz kalınca olduğundan hemen evham yapmışlar, galeyana gelmişler. Siz Nasreddin Hoca’nın torunları değil misiniz yahu, bu ne alınganlık böyle, bu ne asabiyet?

Hele Bahadır Dadak’ın yazısını okuyunca hayretlere gark oldum. Sanırsınız kelâm ilminde yed-i tulâ sahibi bir âlim mübarek. Hâlbuki vehmiyyat, muhayyelat ve zanniyat derekesinden makbulat seviyesine dahi çıkamamış. Tutmuş bize cedelî delilden, burhanî delilden falan bahsediyor. Sonra biz güya duyguyu ve insanı ihmâl ediyormuşuz. Hem de ‘dilin inceliklerine’ indiğimiz için. Gerçi dilin inceliklerine inilmez, derinliklerine inilir ya, neyse. Mehmet Raşit yazısında mümin kâfir farkına ve insan lisan ilişkisine işaret ettiğinden insan bahsini geçiyorum. Fakat Bahadır’ın duygudan ne anladığını merak ediyorum doğrusu. Duyguyu ihmal etmediğimizi göstermek için illâ sevgi pıtırcığı mı kesilmeliyiz? Samimiyet, merhamet ve adalet gibi duyguları yedeğime alarak sorayım; senin indinde hamiyet, hiddet ve buğz gibi duyguların hiçbir kıymeti harbiyesi yok mudur? Önce Abdülhakim Arvasî hazretlerinin şu sözüne kulak ver; “Yarın ahirette affım için güvenebileceğim ne amel, ne iyilik hiçbir şeyim mevcut değildir. Yalnız küfür timsaline duyduğum gayz (hiddet) ve buğz belki yeter” sonra dilersen soruma cevap.

‘Bohemyalılar’ başlıklı metinde şöyle yazmışız:

“Tarihin şehadetiyle söyleyebiliriz ki, Türk milleti mücahedeyi anlamayan nesillere aşina değildir.”

Bahadır ise şunu yazmış:

“Sözde Devrimcilik; Mesail-i milletin ve cemiyetin yanında vakur ve mutedil görünmekle birlikte, iş, gerçek devrim olan benliğe karşı mücahedeye gelince gayet korkak ve lakayt olmaktır.”

Bohemyalıların cihâd-ı ekber ve cihâd-ı asgar kavramlarını ‘mücahede’ kavramı içinde bulabileceklerini zannetmiştim ama belli ki bulamamışlar veya bulmak işlerine gelmemiş. Biz mücahede derken insanın hem kendi nefsine hem de küfür ehline karşı cehdini kast ediyoruz. Tabiî bu, benliğimize karşı korkak ve lâkayt olmadığımız anlamına gelmiyor. Bittabi bu acı gerçek sadece bizim için değil, Bohemyalılar ve ekseriyetle bütün insanlar için geçerlidir. Yoksa Bohemyalıların hepsi kendi benlik putlarını devirdiler de bizim mi haberimiz yok? Sulhi Ceylan da kendilik bilincine atıfta bulunarak benzer bir kurnazlıkla taarruz etmiş bize. Dediğine göre ‘kendilik bilinci’ ile ilgimiz yokmuş. Hâlbuki bizim kimlik bilincimizin merkezinde Yunus Emre hazretleri bulunmaktadır. Bunun tek sebebi Yunus Emre’nin Türkçe yazması, Türkçeyi bir şiir dili hâline getirmesi değildir; hem sünnî olması hem tasavvuf ehli olması hem de bugünkü Türkiye sınırları içerisinde yaşamış olmasıdır.  Kabul etmeniz gerekir ki Yunus Emre kendilik bilincinin doruk noktasıdır; hatta şiirlerinde en çok geçen kelimelerden biri ‘kendi’ kelimesidir. Dolayısıyla kendilik bilincimiz, kimlik bilincimizde içkindir. Bilmeyen ne bilsin bizi!

Yunus’un, yanıp kül olacağını bildiği hâlde dergâh için ormandan dosdoğru odunları bulup getirmesi, bizim titizlik ahlâkımızın temelini oluşturur. Bu tavrın aynı zamanda “emrolunduğun gibi dosdoğru ol” emr-i ilâhisine bir telmih olduğunu biliriz. Sulhi Ceylan az yazı yollamamdan dolayı yakınmış. Bunu kendi adıma iltifat olarak kabul ediyorum. Çok düşünüp az yazdığım veya daha uygun bir ifadeyle az yazı yolladığım doğrudur. Aslında her gün birkaç mısra yahut birkaç paragraf mutlaka yazarım. Fakat Yunus Emre hazretlerinden aldığım titizlik ahlâkı yazının doğrusunu bulana kadar sabretmemi telkin ediyor bana. Bu sebepten yazdığım her metni yayımlanmaya lâyık görmüyorum. Zaten yazar müsveddeleri yüzünden edebiyat ortamı çöp metinlerden geçilmiyor. Niçin bu çöplüğün büyümesine katkım olsun ki? Benim bu çöplükte horozluk taslayan muhterislerin mıntıkasına girmek gibi bir derdim ve emelim yok. Hem biz okumalarımızı mesuliyet duygusuyla yapıyoruz, yazarken de aynı duyguyla hareket etmemiz kaçınılmazdır. Zira küpün içinde ne varsa dışına o sızar. Bu hususta Mehmet Raşit benden fersah fersah öndedir. “Okuryazar mısın, Uyurgezer mi?” diye bir kitap bile yazdı, yoksa hâlâ okumadınız mı? Ayrıca arkadaşları ve hocaları eşliğinde toplu okumalar yaptığını ve kıraat etmenin âdâbına mümkün olduğunca riayet ettiğini biliyoruz. Bununla birlikte Bohemyalıların mesuliyet duygusuyla kitap okuduklarını söylemek zordur. Onlar daha çok haz odaklı okumalar yaparlar. Bu konuda Bahadır Dadak’ın eline hiçbiri su dökemez.  Sulhi Ceylan iyi bir okurdur ama kendini saracak ve sarsacak kitapları arar durur. Sarsılmak istiyorsan git bir elektrik prizine elini sok değil mi? Kitaptan deprem etkisi ummak niye! Celâl Kuru bazı bedbin ve ecnebi yazarlara aşırı ilgisi dışında, müstesna bir konumdadır, hakkını vermemiz gerekir. Ya İbrahim Halil Aslan? Bunu kendisinden öğrensek daha iyi olur.

Sulhi Ceylan üzerinden devam edeyim. Kendisi hamakta devrim dersleri vermiş bize. ‘Hamak’ onu çok iyi yansıtan bir mecaz olmuş. Hamakta, yani ayakları yere basmıyor. Şiddetli bir rüzgâr esse yerle yeksan olabilir. Varsın olsun, ayağa kalkabilecekse düşmesinde bir sakınca yok. Trajik olan bizi yalanlamak isterken kendi kendini yalanlaması. Neymiş efendim, onları bohemlere değil dervişlere benzetmemiz gerekirmiş! Dervişlere benzeyebilmek için dua istesen anlayacağım da, nedir o liyakat pozları, biz şuna müstahak değiliz de buna layığız tavırları? Hani övgü de yergi de birdi derviş için? Hani derviş müdana ve tamah etmezdi? Ne tez unuttunuz bunları! Gelin de, Türk kahvesi nasıl höpürdetilir onu öğretelim size, zihniniz açılsın biraz! Ayrıca üç nokta (…) işaretini yarım kalmışlık meselesine atıf yaparak yorumlaman oldukça indî geldi bana. Bir kere yarım kalmışlık spekülatif bir konudur; hakkında birçok söz söylenebilir fakat bu sözlerin büyük çoğunluğu tıpkı seninki gibi indî olacaktır. Bir de “siz hangi tamlıktan bahsediyorsunuz?” diye sormuşsun, biz tamlıktan falan bahsetmedik, ironi mi yapıyorsun? Ama bak şundan bahsedebiliriz: Bugünkü insanın asıl problemi ‘yarım kalmışlık’ değil ‘parçalanmışlık’ problemidir. Gel, tamlık-yarım kalmışlık çıkmazından kurtulup bütünlük-parçalanmışlık meselesine kafa yoralım beraber. Sen ki bana “olanda hayır vardır” düsturunu öğrettin. Kadere iman ediyorsun. Bunları hesaba katarak yarım kalmışlık meselesini yeniden değerlendir derim. Ayrıca bize Büyük İslâm İlmihâlini okumamızı tavsiye etmişsin, inan ki yazındaki en güzel cümle buydu. Devamlı olarak yaptığım bir şeyi salık vermişsin ama yine de teşekkür ederim. Şahsen buna benzer ‘ayakları yere basan’ sözleri yazılarında daha fazla görmek isterim.

Hatırlar mısın sana birkaç ay önce Çaykolik’te “Aklın imkânlarını tüketmek mümkün müdür?” diye bir soru sormuştum. Süleymaniye’deki son buluşmamızda ise “Akıl mı daha üstündür yoksa ilim mi?” diye sordum. Bu iki soruma ve Bohemyalılar metnine verdiğin cevaptan sonra şu kanaate vardım ki sende bindiğin dalı kesebilecek cesaret yok. Keşke yanılıyor olsam. Nasreddin Hoca niçin bindiği dalı kesmişti, bunu düşündün mü hiç? Dikkat et, sen bize hamakta devrim dersleri verirken ben sana bindiğin dalı kesmekten bahsediyorum. Senin ‘hamak’ mecazına karşılık ‘bindiği dalı kesmek’ mecazını öne sürüyorum. Bu mecazı doğru bir şekilde tevil edebileceğine inanmasam böyle yapmazdım. Bak görüyor musun yanılmak istiyorum, ne olur yanılt beni!

Bir de Cahit Zarifoğlu konusu var. Bunun için daha sonra müstakil bir yazı yazmayı vaat ediyorum.

Şimdilik diyeceklerim bu kadar.

Feyyaz Kandemir

  

 

Tartışma Yazıları

Üstad Muharrem Cezbe’ye Mektup – Feyyaz Kandemir
Bohemyalılar – Feyyaz Kandemir ve Mehmet Raşit Küçükkürtül
Kendinden Menkul Kıymetler Borsası: Sözde Devrimciler – Bahadır Dadak
Bir Bohemyalıdan Hamakta Devrim Dersleri – Sulhi Ceylan
bahadır dadak, amerika’ya mı yerleşiyor? – Mehmet Raşit Küçükkürtül

 

 

 

DİĞER YAZILAR

5 Yorum

  • mütevatir , 12/10/2017

    Dünya bir inkılap bekliyor farkında mısınız?

    • Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanı Orgenaral Kenan Evren , 12/10/2017

      Devrimcilik anlamında diyorsan olmaz o… Ha ama diyorsan ki Atatürkçü İnkilapçılık anlamında, biz de onu savunuruz. Hatta üstüne eşantiyon olarak Müjdat Gezen’i veririz.

  • Muhammed Furkan , 10/10/2017

    Gerçekten de Aydoğan K. gitti yerine Feyyaz K. geldi. Edebifikir’in mizacında yeknesaklığa yer yoktur. Yeni tarz yazıları görmeye devam etmek istiyoruz.

  • gelenekçi , 09/10/2017

    Bir zamanlar aydoğan k.-sulhi ceylan sohbetleri olurdu. Güzel güzel dertleşirlerdi. Bayıla bayıla okurduk.
    Bu yeni tarz yazar atışmaları cazip değil. Bir tat vermiyor.

  • nasıl yani? ismet, ben anlamadım, şimdi biz muhafazakar demokratlar cizye verecek miyiz?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir