Dut Hatun

Feyyaz Kandemir, hatıra saklama ofisi için Dut Hatun’u yazdı.

*** 

Rivayet Olunanlar:

Harf değişikliğinin yapıldığı yıl doğmuş Müzeyyen. Çocukluğu meçhul. Genç kızlığında zekâsı, hamaratlığı ve güzelliği ile pek çok nazar sahibinin dikkatini cezbetmiş. Çok fazla isteyeni olmuş ama o hiçbir taliplisini beğenmemiş. Hısım akrabadan konu komşuya herkes düşmüş Müzeyyen’in derdine. Tutturmuşlar evlen de evlen! Müzeyyen, kendini pekiyi yetiştirmiş bir genç kız; elinden gelmeyen iş yok. Babasının en makbul kızı olduğundan ona da nazı geçiyor. Üstelik burnu yere düşse eğilip almayacak kadar mağrur. Beğenir mi öyle herkesi?

İlçenin en maharetli kadın terzisi.

Her türlü rençberlik işinden anlıyor.

Çalışkan mı çalışkan.

Latin hurufatıyla okuyup yazabiliyor.

Ayrıca çeyrek hafız, kıraati Karabaş tecvidiyle muhkem.

32-33 yaşına gelmesine rağmen kimseleri beğenmeyen Müzeyyen, tam evlilik fikrine ısınmaya, artık bir yuva kurayım demeye başlamış, heyhat, o sıralarda babasını toprağa vermiş. Bundan mıdır yoksa kısmetini gücendirdiğinden midir, birkaç yıl isteyeni olmamış Müzeyyen’in. 35 yaşına geldiğinde ciddi bir talipli çıkıvermiş: Çakır’ın oğlu Hasan. 30 yaşında, muallim, karısından yeni boşanmış, üstelik üç çocuklu! En büyüğü 5 yaşında bir kız, ortancası 4 yaşında bir diğer kız, küçüğü ise 2 yaşında sütten yeni kesilmiş bir erkek balası. Vaziyeti Müzeyyen’e söylüyorlar.  Olmaz diyor elbette, “Ben üç çocuklu herife gelin varacağım öyle mi? Ben? Ne münasebet!” Bir gün yolda giderlerken karşı tarafta kir ter içinde bir adam görünüyor, diyorlar ki “İşte seni isteyen muallim Hasan bu!” Şebinkarahisar kalesi başına yıkalayazmış Müzeyyen’in. “Tövbeler olsun! Bu ne biçim muallim böyle yahu? Bana talip olacağına hele bi gitsin paçalarının çamurunu temizlesin pasaklı” demiş. Daha sonra Müzeyyen’e, dayısı “Evleneceksin!” deyip emrivaki yapıyor. Yetim ve geçkin Müzeyyen ne yapsın? Baş eğmiş mecbur. Ve başlamış kendi kendine sitem etmeye: “Sen misin ikballi onca kısmetine yüz ekşitip sırt çeviren? Senin gibi basiretsiz karıya müstahak olan ayağı çarıklı, paçası çamurlu, üstelik üç çocuklu bu heriftir, de haydi şimdi bu külfete katlan!” Müzeyyen, 83 yıllık ömrünün geri kalanını muallim Hasan’ın karısı olarak geçirmiş.

Şahit Olduklarım:

I-Alkarısı

Müzeyyen hatun benim babaannemdir. 10 yaşıma kadar kendisini öz babaannem sanırdım, meğer öyle değilmiş. 2 yaşında sütten kesilir kesilmez bir üvey ananın kucağına bırakılan o erkek balası var ya, işte o benim babam olur. İlk mektepte, okumayı öğrendikten sonra merak edip ailemizin nüfuz cüzdanlarını okudum. Babamınkine bakarken, anne adı yazan yerde Müzeyyen değil, başka bir ismin yazılı olduğunu gördüm. Babama sordum bu durumu, beti benzi attı, bir şey demedi. Anneme sordum, geçiştirdi. Bir iki güne işin aslını söylediler tabiî. Hayatımda hayret duygusunu ilk kez bu kadar kuvvetli yaşadım böylece. Babaannem nasıl üvey olur? Artık onu eskisi kadar sevemeyecek miyim? Öz babaannem yaşıyor mu? Niye bu zamana kadar babam onun ölüsünden yahut dirisinden hiç bahsetmedi? Buna benzer sorular zihnimi işgal etmişti.

İşin aslını öğrendiğim yılın yaz tatilinde, dedemlere gittik ailecek. Bağ, bahçe işleri var, ihtiyarlara yardım etmemiz gerek. Ben babaannemin yanından ayrılmıyorum, her ne yapsa pür dikkat onu izliyorum, çevresinde fır dönüyorum. Niyetim, üvey olduğunu ele veren bir ipucu yakalamak. “Büğelek tutmuş dana gibi dönüp durma köpoğlusu, bir işin ucundan tut” diyerek azarladı beni. Güldüm. Bu tür sevimli azarlamalarını ipucundan saymıyorum çünkü bunlardan hoşlandığımı bilerek onun böyle konuştuğunun farkındayım. O akşam kardeşimle bana “Alkarısı” adında gizemli bir mahlûktan bahsetti. Güya bu Alkarısı geceleyin ahıra gelir, atların kuyruk ve yelelerini örermiş. Bazen atları kendi hizmetinde kullandığı hatta öldürdüğü bile olurmuş. “Bizim ahırda at yok ki babaanne, eşek var, bir şey olmaz” diyoruz. “Olur mu?” diyor, “At bulamazsa katıra, katır bulamazsa eşeğe musallat olur bu mahlûk.” Ve bizi korkudan titretecek soruyu soruyor: “Bizim eşek bazen gece vakti niçin acı acı anırıyor sanıyorsunuz?” Aradığım ipucunu buluyorum nihayet. Ancak bir üvey babaanne torunlarını böylesine korkutabilir diyorum.

II-“Mehdi’nin Askeri Olasınız”

Babaannem meselenin aslını annemden öğrenmiş, onun üvey olduğunu bildiğimden haberdar, yanıma geldi, beni bağın tenha bir yerine götürdü. “Ben sizin için üvey olsam da siz benim nazarımda özsünüz yavrum” dedi. “Ben kısırım, Hak Teâlâ bana bir evlat nasip etmedi. Halalarınızı, babanızı ve sizi evladım bildim” dedi. Hemen ellerine sarılıp öptüm. “Benim babaannem sensin” dedim. Gözleri ışıldadı. “Ama n’olursun bize bir daha Alkarısı anlatma” diye ekledim, bastı kahkahayı… “Ne oldun avrat yürekli, korktun mu yoksa?” diye sordu. Korktum biraz dedim. “Korkma” dedi, “Korkarsan Mehdi’nin askeri olamazsın.” Mehdi kim diye sordum. “Ahir zamanda gelecek, adı güzel Efendimiz Muhammed aleyhisselam’ın sünnetiyle amel edecek, gavurların zulmüne son vererek İslam’ı bütün dünyada hâkim kılacak kahraman” dedi. Daha da anlatması için üsteledim ama “Ötesini babana sor, o anlatsın” deyiverdi. Babam zaten bize Hz. Ali ve Hz. Hamza’nın (r.a) kıssalarını anlatıp dururdu. Hemen yanına koştum babamın, “Babaannem eğer korkarsam Mehdi’nin askeri olamayacağımı söyledi, Mehdi kim?” diye soruverdim. Babam “Hele sonra gel, şimdi sırası değil” deyip savuşturdu beni. Anasına sitem etti sonra, “Bu yaştaki çocuklara anlatılacak şey mi bu anacığım” dedi. Ninem babama okkalı bir laf söyledi ama buraya yazsam sansüre uğrar.  Sonraları babamdan dinledim Hz. Mehdi’yi. Ne zaman hoşuna giden bir iş yapsak, ninem hemen dua ederdi kardeşimle bana: “Mehdi’nin askeri olasınız yavrularım.”

III-Diğer Duaları ve Deyişleri

Ninemin kendine has başka duaları ve deyişleri de vardı.

Dedemi evden uğurlarken şöyle dua ederdi:

Bismillahi birsin
 ve billahi nursun
yetmiş iki bin ayetel kürsi
dört yanına dursun

Sonra yedi tane ayetel kürsi okur, dedemin gittiği yöne doğru üfler ve “Allah canımı öğünde alsın hocaaa” derdi.

Kapıları kitlerken ettiği dua şuydu:

Kulhüvallahü ehad
Geceler bin bir saat
Etrafımız hisar kulesi
Sahibimiz Hak Muhammed
Muhammed’in (s.a.v) kilidiyle kitledim
Mührüyle mühürledim
Allah’ım sen al sancağın altında koru

Bazen hastalıklardan muztarip olup güç yetiremediği bir işle karşılaştığında yakınır; eski mağrur, müstağni günlerini yâd eder ve anneme şöyle derdi:

Hey gidi heyyy
Soldum da gördün
Öldüm de gördün
Sarımsak döğeceği kadar
Kaldım da gördün
Hey ooo kızım heyyy
Bir vakitler kediler ayaklarını silmeden evimin eşiğinden içeri adım atamazdı

Ninemin en az iki üç tane kedisi olurdu ve bu hayvanlar sadece ninemden merhamet beklerlerdi; bize zerrece yüz verdikleri yoktu. Ninem de kedilerini besler fakat kucağına alıp sevmezdi hiç. Ya da sevse bile biz görmezdik. Kediler bir parça ona yanaşıp sırnaştığında “Eeeeeh! Ayağımın altında dolaşıp durmayın, gidin koyduğum yemeği babalanın” der, ittiriverirdi hayvanları. Dedem bazen kızardı, “Şu kedilere güzel davran Müzeyyen çavuş! Hoşnut değilsen sal gitsin hayvanları, yok eğer bakacaksan itip kakma!” Ninem altta kalmaz, yapıştırırdı cevabı: “Sen benim işime ne karışıyon hocaaaa? Hem nesini seveyim bu hayvanların? Ortalık farelerin cümbüş yeri olmuş, bu miskin kediler pirelerle oynaşta!” Gülmekten uğunurduk onlar böyle atışırken. Babaannem eğlendiğimizi bildiğinden kasıtlı olarak dik konuşurdu dedeme ki daha fazla gülelim.

IV-Dut Hatun

Yukarıda görüldüğü gibi dedem Müzeyyen çavuş derdi karısına. Niye böyle diyordu? Bir iki manga askerin yapacağı işi ninem tek başına yapabiliyordu, hem de kambur olmasına rağmen. Vaktiyle bir inek sırtından boynuzlayıp omurgasını sakat bırakmış babaannemin. Kadıncağız kambur olmuş. Fakat o hâliyle bile müthiş çalışkandı. İki tane koca bağın ve üç dört tane tarlanın işi onun eline bakardı.

İlk gençlik çağlarımda iken biz de her yaz tatilinde onlara destek olmaya giderdik. Bilen bilir, Şebinkarahisar’ın dutları meşhurdur, bizim oranın dutundan yapılan pekmezin, pestilin ve çemicin tadı bir başka olur. Dedemin de elli civarında dut ağacı vardı. Yazın sonuna doğru dutları ırgalar; pekmez, pestil ve çemiç yapmak için yoğun bir şekilde çalışırdık. Ninem müstağni, mağrur, hazırcevap ve biraz da huysuz bir kadın olmasına rağmen aynı zamanda dini bütün bir Müslümandı. “Güzün ve kışın ahiret için, baharın ve yazın dünya için çalışmalı yavrum; ama ne ahirete çalışırken dünyayı, ne de dünyaya çalışırken ahireti boşlamalı” derdi. Asla israf etmez, çürük elma ve armutları bile ağaçların dibinden toplayıp ineklere yal yapardı. Abdestli olmaya ve namazını vaktinde kılmaya dikkat ederdi. Şifahi bilgi ve görgüsü çok fazlaydı. Bir anda hikmetli bir söz söyler, insanı hayrette bırakırdı.

17-18 yaşlarımdayken, yine bir dut mevsimi idi, “Yahu nine, artık yalnızca ahiret için çalışın, bırakın bu bağ bahçe işlerini” dedim, “Ne oldun ula, çalışmak zor mu geldi? Yoksa bizi ölmeden mezara koyup da yeri yurdu satıp abad mı olacan?” deyip lafı ağzıma tıkıverdi. “Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, her an ölecekmiş gibi ahiret için çalışmamız emredilmiş. Hele haydi dilin değil elin çalışsın” dedi sonra. 80 yaşında kambur bir kadının bu azmine akıl erdirmekte zorlanıyordum. Sordum, sorguladım, dilinin bağlarını çözdüm. Ninem kısa cümlelerle, berrak ifadelerle konuşurdu. Konuşurken asla duraklamaz “ııııı” diyerek lafı gevelemezdi. O seneki dut mevsimi boyunca epeyce sohbet ettik ninemle. Bu bölük pörçük gerçekleşen sohbetleri belli bir bütünlük içinde sunmak daha güzel ve insicamlı olur. Lafız itibariyle birebir aynı olmasa da mana itibariyle şu sözleri etmişti:

“Bir beşer olmak var, bir de insan olmak var. İnsanı insan yapan imtihana karşı gösterdiği sabır değilse nedir? Hak Teâlâ sabredenlerle beraber. Şu dutlara bak da ibret al! Ham kalan dutlar gibi olma. Ham dut güneşten nasipsizdir. Kargalar bile onun yüzüne bakmaz. Dutu dut yapan sabrıdır, insan gibi. Dut, olmak için evvela güneşe sabır gösterir. Güneşte piştikçe kıvam bulur, ballanır. Sonra bir âdemoğlu gelip ırgalar da tutunduğu daldan onu koparır, yere düşürür. O ballı, o kıvamlı dut yerlerde ezilir, perişan olur. Bununla biter mi dutun çilesi? Bitmez. Biz yere düşen dutları toplar, kazanda kaynatırız. Yalnız posasından ibaret kalana kadar dutun şırasını çıkarırız. Şırasından pekmez ve pestil yaparız. Kalan posayı hayvanlara yal yapmak için kullanırız. Dut yok oldukça var olur. Dut yok olarak varlığa bürününce de insanlar ondan şifa bulur. İnsanın macerası da dutun macerasına benzer. İnsan olmak için yok olmayı göze almak gerekir. İmtihana ve çileye sabretmek, nefsini terbiye etmek gerekir. Şu kambur hâlinle uğraşıp durma diyorsun. İnsan uğraşta gerek oğul, oynaşta değil. Sen ne bilirsin ki ben neyin imtihanındayım? Kim bilir, kime ne ettim de neyin bedelini ödüyorum? Neden kısır eylemiş beni Yaradan? Hikmetinden sual olunmaz. Çalışmayıp da bu suallerle ömrümü zay zekin mi edeyim. Mülk Allah’ın. Buraları bize emanet etmiş, bakmak, gözetmek lâzım. Toprak da insan gibi alaka bekler. Bakmazsan dağ olur gider. Sen bizim çalışmamızı emanete sahip çıkmak say. Ham kalan dut gibi olma! Ya ballı kıvamlı dut olmak için güneşe sabredip piş yahut toprak gibi ol da çapadan kürekten gocunmayıp yeşer. Aha bu bir ayağı çukurda olan kambur ninen bir gün ölürse, onu unutma he mi, hayırla yâd et”

Seni unutmam mümkün değil Dut Hatun. 2011 yılında ahirete irtihal ettiğinden beri seni düşünmediğim gün yok. “Ellerinden bereket fışkıran kadınların / Yamalıklı esvapla kaynaştığı doğrudur” derken, “Ev içre şehir olan kadınların / Bıraktıkları yerden devam ediyorum dünyaya” derken, “Nasırlarını kınayla gizleyen kadınlar ölmüş” derken senden ilham aldım, seni yâd ettim. Bu zamana kadar sana mahsus bir şiir yazarım diye bekledim ama yazamadım. Bu yüzden bu yazıyı yazarak sana birkaç Fatiha daha hediye edilmesine vesile olmak istedim. Mekânın cennet, makamın âlî olsun. “Benim babaannem sensin!”

Feyyaz Kandemir

Resim: Josephine Grundy

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • Faruk Aydın , 21/04/2021

    Giresun, Şebinkarahisar’daki hatıralarınızdan değil mi ?

  • furkan , 05/11/2019

    Benim babannemde Anadoluyu hamur edip yoğuran bu mübarek kadın gibiydi.

  • İ. Okur , 30/10/2019

    Allah ninemize rahmet eylesin. Torununun da bizlere daha iyi eserler verebilmesi için kalemini kuvvetlendirsin. Bizlere de kıssalardan hisse almayı ve takbik etmeyi nasip etsin.

  • HÂCE , 30/10/2019

    Pek azına nasip olur böyle özü sözü hikmetli bir ninenin torunu olmak. ‘Üvey babaannenin öz torunu olmak’ deyimi onun nasıl mübarek bir kadın olduğunu anlamaya yetiyor da artıyor. Allah nur içinde yatırsın, kabrini cennet bahçesi eylesin. Rabbim nenenizi, sizi ve tüm sevdiklerinizi cennetinde bir dut ağacının altında birbirinize kavuştursun. Allahumme ya Muin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir