27 Aralık 2018 – Perşembe
Geçen gün Füsus şârihi Ahmed Avni Konuk’un bir cümlesine denk geldim. Şöyle diyordu: “Âgâh ol! Firavun’daki kudret ve saltanat sende de olsa idi, senden de onun fiilleri gibi fiiller sâdır olurdu.” İster istemez düşüncelere daldım. Ben de Firavun gibi kral olsaydım, tanrılık iddiasından bulunur muydum diye! Krallık yani saltanat gözümü kör edip kendimden başka gerçeklik görmeyi reddedebilir miydim? Açıkçası bu soruların cevabı yok. Sahip olunamayan şeyin terki de gerçekleşmiyor. Bununla ilgili sosyal medya platformunda dolanan bir söz var: “Kimse sınanmadığı günahın masumu değildir.” O halde Ahmed Avni Konuk’un tespiti son derece doğru. Peki bu sözden ne anlamalıydım? Sanırım ilk olarak sınanmadığım günahlarla imtihan edilmiş ve yenilmiş kişileri küçük görmemeliyim. Peşin hükümlerden uzak durmalıyım. İnsan; sonuçta kim bilir şeytanın hangi vesvesesine kulak kesildi de sol omuzuna bu vesvesenin ağırlığı gelip oturdu. Ağırlık işte, insanı çökertiyor. Ruh, nefsin önünde eziliyor. Cümlenin bir diğer işareti ise insanı azdıranın âmilin kudret olduğu… Kudretin zıddı ise acizlik… Aciz olduğunu unutan ve kudrete erişen insanın en son varacağı nokta kendini tanrı sanması değildir de nedir? Hâlbuki gelenek, insanın sermayesi kudret değil acizlik olduğunu imler. Gerçi bu durum ontolojiktir. Yani hakikaten insan acizdir. Kendini son derece kudretli hissettiği anlarda dahi aslında acizdir. Ama böyle anlarda göz, güç sahibi olmanın verdiği körlüğü yaşar.
31 Aralık Pazartesi – 2018
Fatih’te bir mahalle… Kadınlar Pazarı’nın hemen arkasındaki bir sokaktayım. Bir görüşmeden dönüyorum. Yanımda ilkokul arkadaşım var. Sohbet ederek ağır ağır ilerliyoruz. Sokağın köşesindeki üç katılı tahta binanın önünde kırk-elli yaşları arasında bir kadın ağlıyor. Binanın köşesine başını dayamış şöyle diyordu: “Allah’ın n’olur, duamı kabul et. Dayanamam, n’olur!” Gözlerinden oluk oluk yaş akıyordu. Bir an durduk haliyle. Yardım edebilir miyiz diye… Ama sanki başka bir boyuttaydı. Hiçbir faninin kendisine yardım edemeyeceğinin farkında ve tek kapının Allah’a açılan kapı olduğunun bilincinde.
Kim bilir ne derdi vardı! Ağlaması çok içliydi. “Allah’ım” demesindeki samimiyeti anlatmam imkânsız. Çünkü hiç o kadar samimi olduğumu hatırlamıyorum. Ve bakışları. Tamam gözleri açıktı ama bakışları sanki bu dünyaya yönelik değildi. Bizi hiç fark etmedi mesela. Allah ile konuşmasına şahit olduğum bu kadının veli olabileceğini düşündüm ilkin. Veli olduğunun farkında olmayan bir kadın. Acısının büyüklüğü kendisini görmesine engel oluyordu. Bu sebeple kendini günahkârlardan bir günahkâr sayıyordu büyük ihtimal. Ama bana sorsalardı, yüksek bir manevi derecede biri olduğunu söylerdim. Çünkü dünyanın peşinde değildi. Belli oluyordu.
Sonra ister istemez ağır adımlarla ayrıldık oradan. Aklımda hâlâ kadının rabbiyle konuşması vardı. Ben rabbimle böylesine samimi olarak hiç konuşmamıştım! Konuşamamıştım! Bir şeyleri yanlış yapıyordum. Ama neyi?
8 Ocak Salı – 2019
Bugün, Dücane Hoca’nın “Kırılmak istemiyorsan kimseye ‘ayna’ olma!” cümlesinin olası sonucunu yaşadım. Bir arkadaşıma kendi gerçeğini gösterdim. Kendisiyle yüzleşmesi için yaptıklarını saydım döktüm. Hatalarını bir bir önüne koydum. İlkin söylediklerime inanmak istemedi ve yemin etmek zorunda kaldım. Kendimi bildim bileli yemin ettiğim vaki değildir. Olduysa da ben hatırlamıyorum. Yeminim üzerine arkadaşım söylediklerime inanmak zorunda kaldı. Fakat bu kabulde şöyle bir sorun vardı: Ya benim kendisi hakkında söylediklerimi kabul edecek ve aynada gördüğü kişinin düşündüğü gibi biri olmadığı gerçeğiyle yaşayacak ya da gerçekliği eğip bükecek ve çeşitli bahanelerle vicdanının sesini kesecekti. İçinde ne yaşadığını bilmiyorum ama sesinde bir değişme oldu, hüzünlendi, gözü yaşlandı. Bana da “Patavatsız Sulhi, sana mı düştü insanlara ayna olmak, işte böyle konuştuğuna pişman olursun!” cümlesi kaldı. Hem arkadaşımı kırmış oldum hem de bu fiilimden ötürü pişman oldum. Geri adım da atamadım, çünkü ortada bir yemin de vardı. İşi şakaya vurmak istedim ama tüm yollar kapalıydı. Olan olmuştu, ister istemez boyun büktüm ve olanda hayır vardır düsturuna sığındım.
Kırılmak ve dahi kırmak istemiyorsak kimseye ayna olmamalı. Herkes kurduğu dünyada, kendiyle mutlu… Hiç kimse kendi’nin gerçeğini görmek istemiyor. Görse bile kabullenmek istemiyor. Kabullense de değişmek zor geliyor. Kısacası İbn Arabi hazretlerinin “Rabb-i Has” kavramının ne kadar gerçek olduğunu çok daha iyi anladım. “Âlem buğday ben saman / Herkes yahşi ben yaman!” vesselam…
Sulhi Ceylan
Rüzgâra Tutulmuş Günler 1
Rüzgâra Tutulmuş Günler 2
Rüzgâra Tutulmuş Günler 3
Rüzgâra Tutulmuş Günler 4
Rüzgâra Tutulmuş Günler 5
Rüzgâra Tutulmuş Günler 6
Rüzgâra Tutulmuş Günler 7
Rüzgâra Tutulmuş Günler 8
3 Yorum